Gönderi

_Metafizik, var olanı olduğu gibi zihne tekrar kazandırmak için var olanın ötesini araştırmak demektir. _Metafizik, insanın tabiatına aittir. O, mevcudiyetin içinde esaslı bir andır: Bizzat mevcudiyettir. İnsan varlığı, hiçliğin içine dalmış bulunduğu takdirde ancak var olanla temasa geçebilir. Var olanı aşan hamle mevcudiyetin özünde meydana geliyor. Fakat bu aşış, metafiziğin kendisidir. _Eski Yunan metafiziği, hiçliği, varlığın yokluğu yani kendisine şekil veremeyen; görünüşü olmayan şekilden mahrum madde anlamında tasavvur eder. Varlık, kendisini vücuda getiren ve olduğu gibi görünen surettir. _Hristiyan dogmatizmi hiçliğe tanrı'nın dışında bulunan varlığın, mutlak surette mevcut bulunmayışı anlamını veriyor: Hiçlik şimdi hakikî var olanın. Tanrı’nın karşıt kavramı haline gelir. _Her metafizik sorusunda, soran mevcudiyet aynı zamanda sorunun içinde bulunur. _Hiçlik sorusunda, bütünlüğü ile var olanın varlık olarak dışına böyle bir çıkma meydana gelmektedir. Böylece, soru, bir metafizik sorusu halinde gerçekleniyor. _Katkısız (pure) varlık ve katkısız hiçlik o halde aynı şeydir. Hegel'in bu cümlesi geçerliliğini hâlâ muhafaza ediyor. Varlık ve hiçlik aynı cinstendir, fakat - Hegel'in düşünce hakkındaki telâkkisi bakımından- her ikisinin de belirli olmamaları ve dolaysız bulunmaları itibariyle birleştikleri için değil, belki varlık özünden sonlu olduğu için ve kendisini hiçliğin aşkın- lığı içinde devam ettiren insan varlığında gösterdiği için. _Hiçten varlığın bütünü varlık olarak çıkar. _İlim, kendisinin ne olduğunu ancak hiçliği terk etmemekle anlayabilir. Eğer hiçliği ciddiye almazsa, ilmin tasavvur olunan objektifliği ve üstünlüğü bir eğlence konusundan başka bir şey değildir. Hiçlik göründüğü için, ilim bizzat var olanı araştırma konusu yapabilir ve ancak ilim mevcudiyetini metafizikten aldığı takdirde en mühim vazifesini, daima yenileştirerek yapabilir. _Hiçlik ancak mevcudiyetin temelinde göründüğü içindir ki varlığın yabancılık hissi içimize çöker. Varlığın bu yabancılığı bizi sıkıştırdığı için, hayreti uyandırır ve kendine çeker ve bu hayretin, yani hiçliğin görünmesinin derinliklerinden "niçin?' çıkagelir. Muayyen bir tarza göre, prensipler aramaklığımızı ve tesis etmekliğimizi yalnız bu "niçin"in imkânına borçluyuz. _Hiçlik sorusu bizzat bizi -soruyu soranları- soruya çekiyor. Bu soru metafizik bir sorudur. _İnsan var olduğu müddetçe felsefe yapılacaktır. (Platon) Felsefe dediğimiz şey metafiziğin harekete getirilmesinden başka birşey değildir; metafiziğin içinde kendine gelir, apaçık ve muayyen vazifelerini yapar. _Niçin umumiyetle varlık olsun da daha ziyade hiçlik olmasın ki. _( Metafizik nedir? Bu soru metafizik hakkında görüşülecek zannını uyandırıyor. Biz bundan vazgeçiyoruz. Tercihen muayyen(Belirli) bir metafizik sorusundan bahsedeceğiz. ) ___ *_Nasıl Kral Midas’ın elinin değdiği her şey altın olursa, bütün insanlık dünyası da fizikçi için fizik dünyası, tarihçi için tarih dünyası, psikolog için içsel hayat dünyası ilâh oluyor. Bu durum karşısında ilim alanındaki buhranın felsefeye sıçramamasına imkân var mı? Moritz Schlick _İnsan soyut bir done değil, gelişimde olan somut ve yaratıcı bir hayattır. Varlığın anlaşılması bu gelişim ile doğar, varlık hakkındaki bilgi bu yayılma ile meydana gelir. 'Düşünüyorum o halde varım' cümlesi, 'var olduğum için, bir varlık olduğum için düşünüyorum' şekline çevrilmelidir. Kaynağı ve özü bakımından ilim, ilim için değil hayat içindir: 'Bilgi mevcudiyet tarzına tâbidir. _Hegel 'yukarıdan' başladığı halde Heidegger 'aşağıdan' başlıyor. _"Niçin varlık olsun da daha ziyade hiçlik olmasın?" İşte Heidegger'e göre felsefenin esas sorusu! Bütün soruların, 'varlık hakkındaki' sorunun da dayandığı ontoloji, insan varlığının, varlığı bakımından tahlili ile aranılmalıdır. _Dilthey diyor ki: 'Hayat, ölüme ve hastalığa, dağınıklığa ve anarşiye karşı koyabilmek için dayanacak bir temel arar. Zamanımızda nasslar (kesinlik, açıklık) (bilhassa dinî nasslar) artık yıkılmıştır. Yeni bir temel aramak lâzımdır. Bu temeli bize ancak felsefe verebilir. _Tanrı'yı, sonsuz olanı zaman içinden sıyrılmış, zamanın dışında tasavvur ederiz. İnsan olmayan yaratıklar, zaman içinde gelişir, zamanın içindedir. Fakat insan, yalnız insan zaman içinde bulunduğu halde zamanı aşabiliyor. ___ _Havf_ _Havf, hiçliği ifşa eder. Havf içinde boşlukta yüzüyoruz. Varlık bütünlüğü ile kayıp eridiği için havf bizi boşlukta dolaştırıyor. Biz de birlikte kendimizden sıyrılıyoruz. Bu suretle bizzat biz -varolan insanlar- varolanın ortasında kendimizden geçip eriyoruz. Hiçbir şeye tutunulması mümkün olmayan boşlukta kalmanın sarsıntısı içinde yalnız varolmak, daha mevcuttur. Havf içinde dil tutulur. Çünkü varolan, bütünlüğü içinde erir ve hiçliğin baskısı kendini hissettirir. Bu, hiçliğin mevcudiyetinin bir delilidir. _Havf anında insana ne olur diye sorulunca: "İnsana bir şeyler olur' denir. Bu 'şeyler' ve bu "insana" kelimeleri de ne demektir? Bir insana neden bir şeyler olduğu söylenemez. İnsana bütünlüğü ile bir şeyler olur. Bütün şeyler ve bizzat biz bir kayıtsızlık içine batarız. Bu batma; bir kaybolma değildir. Ortadan kaybolan varlık tekrar geri döner. Havf anında bizi bütünlüğü ile kaplayan varlık bu sefer bizi sıkmağa başlar. Hiçbir tutacak kalmaz. Varlığın erimesi içinde sadece üstümüze abanan bu hiçlik kalır. _Hiçlik nedir? _HiçIik, bütünlüğü ile var olanın temelden inkârıdır. Varlığın bütünlüğü ile hayırlanmasıdır, var olmayandır. Hiçliği, 'değilliğin ve böylelikle hayır denilenin daha yüksek emrine terk ediyoruz. Biz iddia ediyoruz/Hiçlik, 'değil'in ve 'hayır deme'nin ana kaynağıdır. _Hiçlik, ne bir şey, ne de umumiyetle bir varlıktır. Hiçlik, insan varlığına, var olanın olduğu gibi görünmesi imkânıdır. Hiçlik kavramı, var olanın zıddı olan bir kavram değildir, belki bizzat varlığın özüne aittir. Var olanın varlığında hiçliğin hiçlenmesi meydana gelir. _Faaliyetlerimizde, var olana ne kadar fazla bağlanırsak, var olanın eriyip kaybolmasına o nisbette engel olur ve o nisbette hiçlikten uzaklaşırız. _Hiçlik, ilim için bir dehşet ve kâbustan başka ne olabilir? İlim hiçlik hakkında hiç birşey bilmek istemiyor. Bu, ilmin hiçlik hakkındaki katî telâkkisidir. Hiçlik hakkında hiç bir şey bilmek istemediğimiz anda onu biliyoruz. İlim, hiçlik hakkında hiç birşey bilmek istemiyor ama diğer taraftan da hiçliği yardımına çağırıyor, attığını istiyor. Ne kadar uygunsuz bir mahiyet burada kendini belli ediyor? _Bu hiçlik de nedir? Hiçlik bizi niçin tasalandırıyor? İlim tarafından yokluk olarak reddediliyor ve feda olunuyor ya. Fakat hiçliği böylece feda etmekle onun varlığını kabul etmiyor muyuz? Fakat hiçliği kabul etmekle bir şey kabul edilmiş olur mu? Bütün bunlarla nihayet boş bir kelime kavgasına düşmüş olmuyor muyuz? Asıl şimdi ilim, münhasıran varlıkla uğraşmak üzere ciddiliğini ve uyanıklığını takınmalıdır. _Hiçlik kabul olunmuştur, daha doğrusu ilim tarafından üstün bir kayıtsızlıkla 'olmayan şey' olarak feda olunmuştur. Hiçlik problemini ortaya koymak, yani hiçliğin ne ve nasıl olduğunu sormak, sorulanı tersine çeviriyor. Netice itibariyle, bu soruya verilecek her cevap temelinden imkânsızdır; çünkü zarurî olarak şu şekil içinde hareket ediyor: Hiçliği hedefleyen soru ve cevabın her ikisi de eşit surette kendiliğinden abestir. _İlim tarafından reddedilmeye lüzum bile yok, 'düşünme'nin herkes tarafından kabul olunan temel kuralları, çelişmezlik prensibi, genel ‘mantık' bu soruyu yere çalıyor. Çünkü 'düşünme'nin -özü bakımından daima bir şeyin düşünülmesi anlamında- hiçliği düşünmesi olarak kendi özüne (mahiyet) karşı gelmesi icab ederdi. _Hiçliği nerede arayacağız? Hiçliği nasıl bulacağız? Bir şeyi bulmak için o şeyin mevcudiyetini önceden bilmemiz icap etmez mi? Hakikaten! Çok defa insan, varlığını önceden tayin ettikten sonra, aranılanı ancak arayabilir. _Var olanın bütünlüğünü bizatihi ve mutlak olarak asla kavrayamayacağımız muhakkak ise de aynı katiyetle herhangi bir surette bütünlüğü ile bize görünen bir varlığın arasında kendimizi buluruz. Netice itibariyle kendi kendine var olanın bütünlüğünü kavramak ile bütünlüğü ile var olanın ortasında bulunmak arasında esaslı bir fark açığa çıkıyor. Birinci şey temel surette imkânsızdır, İkincisi ise, bizim varlığımızın içinde daimi surette vukua geliyor. _İnkârla hiçliğin arasındaki şüpheli bağı bir tarafa bıraksak bile nasıl olur da biz -sonlu varlık olarak- var olanın, olduğu gibi ve bir blokdan bütünlüğünü, evrenselliği içine nüfuz edilebilecek bir şekle sokabiliriz? Herhalde varlığın bütünlüğünü ide olarak düşünebilir ve o şekilde tasavvur olunanı, fikren inkâr edebilir ve inkâr edilmiş olarak "düşünebiliriz'. Bu yoldan giderek tasavvur olunan hiçliğin formel kavramına erişebilirsek de asla hiçliğin kendisine erişemeyiz. Fakat 'hiçlik' hiçlikten başka bir şey değildir ve gerçek hiçlik ile tasavvur olunan hiçlik arasında - eğer hiçlik tam ayırt olunamazlığı ifade ediyorsa- hiçbir fark olamaz. Bizzat 'gerçek' hiçlik - bu da yine var olan bir hiçliğin o saklı fakat saçma kavramı değil midir? _Kendisini hiçlik içinde devam ettirmek suretiyle insan varlığı, bugünlüğü ile var olanı aşar. Var olanın bu dışına çıkmaya, aşkınlık (transcendance) deriz. İnsan hiçlik içinde kendisini muhafaza etmeseydi asla var olanla bulunamazdı. Hiçliğin aslî görünüşü olmaksızın, ne 'kendi olmaklık' vardır, ne de özgürlük vardır. _Mevcudiyetin hiçlik içinde gizlenmiş havfa dayanarak devamlandırılması, bütünlüğü ile var olanı aşmaktır: bu aşkınlıktır. _O halde hiçlik nedir? Hiçlik, havf içinde meydana çıkar; fakat bir varlık olarak değil, bir nesne olarak hiç değil; havf, hiçliğin dışında kavranılması değildir. Kendi kendine var olan, havf içinde yok edilmez. Hiçlik ile eriyip kaybolan varlığın bütünlüğü 'birlik' içinde rastlaşıyor. Bir şeyin karşısında gerileme hiçlik karşısında gerilemedir. Hiçlik kendine çekmez, tersine, mahiyet bakımından kendisinden uzağa fırlatır. Kendisinden bu uzağa fırlatış, bütünlüğü ile batmakta olan varlığın eritici alâmetidir. Bütünlüğü ile eriyen varlığın, hiçlik olarak varlığı her yönden sıkan bu fırlatıcı alameti, işte bu hiçliğin özüdür; bu, hiçlenmedir. Hiçlenme ne hiçliğe, ne olumsuzlamaya irca edilir. Bizzat hiçlik hiç oluyor. Hiçlik, hiçlemesiyle bizi doğrudan doğruya var olana götürür. _Mevcudiyetin, hiçleyen faaliyeti bir sünger gibi içmesi, havf içinde, ana kaynağı ile örtüden sıyrılan hiçliğin - gölge içinde bile olsa sürekli olarak- görünmesine işaret eder. _Hiçliğin kökten görünmesi şartıyla insanın mevcudiyeti varlığa akar ve nüfuz eder. _Bilfiil mevcut olmak: hiçliğin içinde devam ettirilmek demektir. _Aslî havfın yalnız müstesna anlarda göründüğünü söylemekle ne ifade edilmiş oluyor? Hiçliğin, her şeyden önce ve çok defa asilliği içinde bize gizli kaldığı, değil mi? Niçin bize gizli kalıyor? Muayyen tarzlara göre kendimizi var olanın içinde tamamen kaybettiğimiz için. Faaliyetlerimizde, var olana ne kadar fazla bağlanırsak, var olanın eriyip kaybolmasına o nisbette engel olur ve o nisbette hiçlikten uzaklaşırız. Fakat o nisbette emniyetle de kendimizi mevcudiyetin dış alanına haşr (Ölümden sonra dirilip toplanma) etmiş oluyoruz. _Bizzat mantığın özü daha köklü bir kasırga içinde erir. _Hareket etmeklikteki şiddet, tiksinmedeki keskinlik, mantikî değillemeye basit ve mücerret bir surette uymaktan çok daha derindir. Vazgeçmenin verdiği ızdırap, yasaklamanın gösterdiği merhametsizlik daha mesuliyetlidir. Mahrumiyetin verdiği çoraklık daha ezicidir. Cüretli olanın havfı, sakin bir vakit geçirmenin verdiği neşeye veya rahat eğlenceye bile karşı konulmaya tahammül edemez. _O kadar sonluyuz ki doğrudan doğruya kendi karar ve idaremizle hiçliğin karşısına kendimizi olduğu gibi bütün çıplaklığımızla koymaya muktedir değiliz. _Hegel'e göre felsefe : Tersine çevrilmiş dünya'dır. _Tarihten kesinlik istemek, manevî bilgilerin kendilerine has olan doğruluk fikrini ihlâl etmek olur. _Sormanın, tayin ve isbat etmenin bu müsbet şey'iliği ile varlığa teslim olunuyor ve bu teslim oluşla varlık kendisini gösteriyor. _Varlığımız, bilgi ile belirginleşiyor. Buna mukabil, bilgilerin öz mahiyetleri ile toplandıkları kök kurumuştur. _İlimler bakımından hiçbir alan diğerine tercih olunamaz; ne tabiat tarihten önce gelir ne de tersi olabilir. Konuların hiçbir araştırma tarzı diğerinden üstün değildir. _Her duruma yön veren, varlığın kendidir ve ondan başka hiç birşey değildir. _Derin iç sıkıntısı, sessiz bir sis gibi varlığın uçurumlarını kaplayarak bütün şeyleri, insanları ve kendimizi, genel bir farksızlık içinde, garip bir surette eritir. Bu iç sıkıntısı, var olanı bütünlüğü içinde bize gösterir. Böyle bir 'görünüşün' bir diğer imkânı da bir varlığın, sevilen bir insanın mevcudiyetinden doğan neş'ede gizlidir. İçinde bize bir şeyler olan' bu içsel mizacın ahengi, bu ahengin nüfuz ettiği varlığın bütünlüğü içinde kendimizi bulmaklığımızı mümkün kılar. Bu içsel mizacın ahengine has olan duygulanma hali, her defasında var olanı bütünlüğü ile bize yalnız göstermez, belki bu gösteriş aynı zamanda -geçici bir hadise olmaktan çok uzak- varlığımızın bir temel hadisesidir. İnsanın varlığında, insanı bizzat hiçliğin karşısına koyabilen böyle bir içsel aheng vukua geliyor mu? Bu hâdise -ender bile olsa- mümkündür, yalnız bir an devam eden havf (korku/angst) halinde vukua gelir. Havf temelde korku (furcht)dan farklıdır. Biz daima, bizi, bu veya şu bakımdan tehdid eden muayyen bir şeyden korkarız."... den korku' daima muayyen bir şeyden korkudur. Böylece korkunun nesnesi ve sebebi esaslı bir surette sınırlandırılmış bulunduğundan korkak ve ürkek olan kendisini, duyduğu muayyen hissin içinde hapsedilmiş bulur. Bu, ‘muayyen olandan' kurtulmaya çabalayarak, korkunun nesnesine karşı emniyeti kaybeder, şaşırır. _Hiçliğin mevcudiyetimizde gizli bile olsa sürekli ve gelişmiş bir surette görünmesine değillemeden daha tesirli olarak kim şahadet eder? Değilleme insan düşüncesinin özüne ait bulunuyor. Değilleme, bir 'değil'i ifade eder. Fakat değilleme, 'değil'i hiç bir şekilde bir farklılaşma ve çatışma vasıtası olarak veriyi kendisinden ilâve etmez. Zaten değilleme, 'değil'i kendiliğinden nasıl meydana çıkarabilir ki değilleyebilmesi için değillenebilecek bir şeyin ona önceden verilmesi icab eder. Düşünce, düşünce olmak sıfatı ile "değil'i önceden görmezse, nasıl olur da değillenebilecek bir şey 'değil'e konu olarak alınabilir? Fakat 'değil', ancak, kendi kaynağının, yani hiçliğin hiçlemesi ile ve dolayısıyla bizzat hiçliğin karanlıktan sıyrılmasıyla görünebilir. 'Değil' değillemeden doğmaz, tersine değilleme, hiçleyen hiçlikten doğan değile dayanır. Fakat değilleme bundan başka, hiçleyen fiilin hususi bir tarzından, yani hiçliğin hiçlemesi üzerine kurulan bir durumdan başka birşey değildir. Böylece, esas yapı bakımından yukarıdaki tez ispat edilmiş bulunuyor: Hiçlik değillemenin kaynağıdır; fakat değilleme hiçliğin kaynağı değildir. Hiçliğin ve varlığın sorusu alanında, aklın gücü (puissance) kırılmakla, felsefe içinde, mantık egemenliğinin mukadderatı da ortaya çıkmış olur. ___ _Önsöz_ _1929'da Heidegger tarafından üniversitede verilen bir açış dersi : Metafizik Nedir?” Heidegger eski manada metafizik yapmaz yani eşyanın cevheri değil, mevcudiyetimizin özü’nü konu alır. _ İlim yapan insan "var olana' yöneliyor. Fakat varlık ancak zıddı olan kavramla bir mana kazanabilir. Yanlış" olmasaydı "doğru" olamazdı, çünkü doğru yanlışa karşı mücadele demektir. "Hiçlik" kavramı olmasa varlıktan bahsedemezdik, çünkü varlığın sınırı hiçliktir. Bu hiçlik de nedir? (Hiçliğin ne ve nasıl olduğunu sormak, "sorulanı" tersine çeviriyor, soru kendine hâsıl olan konusundan sıyrılıyor.) _Hiçlik sorusu (zımnen Diyalektik problemi) mantık tarafından değilleniyor. Fakat hiçlik değillemeden daha kaynaksaldır. Hiçlik 'değil'in ve 'hayır deme'nin ana kaynağıdır. _Şüphesiz gündelik hayatta varlığın muayyen alanlarına kendimizi hasrederek içimizin sıkıldığı zaman varlık, bütünlüğü ile değil, parçalanmış olarak bize görünür. Derin iç sıkıntısı, sessiz bir sis gibi varlığın uçurumlarım kaplayarak, bütün şeyleri, insanları ve kendimizi genel bir farksızlık içinde garip bir surette eritir. Bu iç sıkıntısı var olanı bütünlüğü ile gösterir. _Korkak ve ürkek olan, kendisini, duyduğu muayyen bir hissin içinde hapsedilmiş bulur. Bu ‘muayyen (belli, açık) olandan'dan kurtulmaya çabalayarak, korkunun nesnesine karşı duyulan emniyeti kaybeder ve şaşırırız _Martin Heidegger_(1889-1976) _Katolik bir zangocun oğlu. Freiburg Üniversitesinde Katolik ilahiyatı ve ortaçağ Hristiyan felsefesi okudu. Rahip, bu 17 yaşındaki liseli delikanlıya Brentano’nun Aristoteles'e Göre Varlığın Çok Anlamlılığı Üzerine adlı kitabını verir. Bu kitap Heidegger’in entelektüel tarihinin başlangıcıdır. Kierkegaard, Nietzche ve Husserl’den etkilenerek Varlık ve Zaman sorununun doğru cevaplanması için tarihsel çerçeve içinde düşünülmesinin gereğini anlar. Ona göre “düşünüyorum, öyleyse varım” değil; “varım, öyleyse düşünüyorum”dur. 1933’te Hitler’in iktidarı ele geçirmesiyle Freiburg Üniversitesi’ne rektör seçilir. Nazizmi destekleyici konuşmalarda bulunur. _Heidegger'in Varlık Felsefesi: _Yeni Avrupa bir kültür buhranı geçiriyor. Bu genel buhran kendisini felsefe çevresinde de duyurmaya başladı. Hakikât ve bilgi sorusuna verilen cevaplar belki hiç bir devirde (ne eski çağda, ne orta çağda, ne de Rönesans devrinde) zamanımızda olduğu kadar birbirine karşıt görülmemiştir. _Bir zelzele esnasında, insanların ayaklan altındaki toprağa karşı duydukları emniyet nasıl kaybolursa ve dengeleri nasıl bozulursa, ilimler de kendilerine birlik ve nizam veren temel prensipten uzaklaştıkça öylece manalarını kaybediyorlar: Buhran başlıyor. _Bilgi insanın kendi eseri olduğu için, felsefî antropolojiye göre 'umumiyetle bilgi nedir?' sorusunun daha köklü bir surette, 'insan nedir?' tarzında sorulması gerekir. Felsefî antropoloji, insanın ne ve nasıl olduğunu, varlığını ve özünü araştıran bu ilim ancak ‘metafizik' olarak müstakil ilimlere birlik ve düzen verebilir. Bütün hakikatler ondan çıkarılmalıdır. 'Bir felsefî antropolojinin ödevi, insan olmanın esas yapısından, insan eserinin, (dilin ve devletin, mitolojinin ve ilmin, sanatın ve dinin tarihî ve İçtimaî varlığının) nasıl çıktığını tamamıyla göstermektir. _Heidegger'de metafizik, eski manasını kaybediyor, eşyayı ve cevherini değil, insanı ve özünü araştırıyor; soyuta değil somuta ve hayata yöneliyor _İnsanın tamamıyla parçalanmasının bir sonucu olan bugünkü kültür buhranı, mevcudiyetin hayatla olan başlangıçtaki birliğinin ve bütünlüğünün koparılmasıyla başlar _İnsanın varlığı, dünya içinde varlıktır; insan 'şey' değil 'şahsiyet'dir. _Hayatın şekilsiz ve nereye gittiğini bilmeyen bir akış değil; bir şekil, prensibini kendi içinde bulunduran bir "bütün' olduğunu söylüyor. İlmî kavramlar, hayat 'irrationnel' ve kavranılamaz olduğu'için değil, belki mevcudiyet yapısının somut varlığını aşacak derecede genel oldukları için hayata uymuyorlar _Hiscilik (sensualisme) ve mysticisme, Heidegger'e kuru akılcılık (rationalisme) derecesinde yabancıdır. Somut ilimcilik tâbiri belki onun felsefî telâkkisini ifade ediyor. _Mevcudiyet dünya içindedir; dünya içinde var olan bir varlıktır; eşya ile ilgilidir; diğer insanların arasındadır; kendisi kendisine sorudur. Her şey hayatın "bütünlüğü' içinde köklenir. Bu 'aidiyet" şekil, mana ve ifade verir; bu aidiyet insanın düşünen (Descartes), isteyen ve insiyakları içinde yaşayan (Freud) bir mahluk olmadan evvel içsel bir mizaç mahlûku olduğunu gösterir. İnsan ancak ‘mizaç insanı' olarak hayatın içindedir. Mizaç insanında suje ve obje ikiliği yoktur. Mizaç insanı olmak sıfatı ile eşya olmadan kurtulur, yaratıcı şahsiyet oluruz _Hayatın hakiki manası, ölüme götürmesindedir. "Ölüm, mevcudiyetin en hakikî en emin yetişilinemiyen imkânıdır." Bütün hayat imkânları, mahiyetleri bakımından orada toplanırlar, orada birleşirler. Mevcudiyet en derin manasıyla 'ölüme giden varlıktır, yani sonu olan mevcudiyettir. _Tarihî insan sonlu mevcudiyettir. 'Sonluluk alanında (Hegel) gerçek (realite) ile arasındaki sıkı münasebet ona şekil, mana ve hususiyet verir. Münasebette bulunduğumuz realitenin ilk plânında ise mensup bulunduğumuz milletin kendisi gelir. Tarihî insanın tipi her şeyden önce ulusal şuurunu anlayan insanda şeklini alır. Heidegger millî yetiştirmeyi, yeni bir insan tipini ve idealini hazırlayacak olan kültür politikasına en emniyetli temeli atıyor. _Heidegger'le felsefî-düşünce, tarihî-düşünce oluyor. Metafizik, somutun ilmi oluyor. 'Bütün'ün yalnız yayılarak değil, derine, köke gidilerek de elde edilebileceğini ondan öğreniyoruz. __ _Değilleme_ _Olumlu bir ifadeyi olumsuz, olumsuz bir ifadeyi olumlu yapan mantık değişmezi. Tersyüz etmek. İnsan özgürdür. İnsan özgür değildir. _Doğru bir önermeden yanlış bir önermeyi, yanlış bir önermeden de doğru bir önermeyi oluşturan doğrusal birli eklem. Bir şeyin değilinin değili kendisidir. Karşıtı evetleme. _Bir önerme doğru ise, değillemesi yanlış; bir önerme yanlış ise, değillemesi doğru değer alır. Değillenen önerme tekrar değillendiğinde, oluşan yeni yapı ilk önermenin doğruluk değerini alır ve buna da çifte değilleme kuralı denir. _Bir önermede özne ile yüklemin yerlerinin değiştirilmesi ile yapılan önerme. "Hiç bir insan ölümlü değildir. Hiç bir ölümlü insan değildir.“ _Freud'un da kullandığı, "ruhsal hakikatin duygusal geçerliliğinin bilinçdışında tecrit edilmesi" anlamına gelen kavram. Değillemede gerçeğe dair farkındalık oldukça sınırlı bir hale gelebilir. Kişi gerçek olmayan bir şeyden bahsederken bunun gerçek olmadığının farkında değildir. Yalan söylemek ile arasındaki ayrıma bakıldığında ise yalanın bilinçli oluşu, değillemeninse bilinçdışında gerçekleşiyor olması dikkat çeker. Yani, akhtar'ın da deyimiyle değillemede insan kendini kandırırken yalan söylemede ise kandırılan başkalarıdır. _Havf : Kaygı _Tenakuz : Çelişki _Muayyen : Kesin, kararlı _Filvaki : Gerçek _Filhakika : Gerçekten _Mefhum : Kavram _Önerme : Bir yargı belirten, doğru veya yanlış olan cümlelere denir. _Zımnen : Üstü örtülü, dolaylı olarak _Lâkayıt : İlgisiz, umursamaz _Esaslı : Ayrıntılı, etkili, doğru _Mesuliyet : Sorumluluk _Mücerret : Soyut, düşünce _Bilfiil : Bizzat, doğrudan, kendi yapmak _Münhasıran : Özellikle. _Vakfetmek : Adamak. _Derunî : İçten _Haşr : Ölümden sonra dirilip toplanma _Amiyane : Bayağı, sıradan, incelikli olmayan _Haşreylemek: Ayırmak __ _Heidegger_ Düşünmek ne demektir _Kendimiz düşünüyorken düşünmenin ne demek olduğunu öğrenmeye başlarız. _Akıl, düşünmeyle açılır. _İnsan, düşünmeyi ister ama düşünemez. Ancak yapmaya eğilimli olduğumuz şeyleri yapmaya muktedirizdir. _Tutmak aslında, sözgelimi (bir hayvan sürüsünün) çayırda otlamasına izin vererek, koruyucu bir şekilde göz kulak olmaktır. Bizi özümüzde tutan, ne var ki, ancak bizi tutana kendi adımıza tutulu kaldığımız sürece tutar bizi. Biz, ancak en iç özümüze eğilimli olana, özde tutan olarak o da özümüze seslenirken eğilimliyizdir. Biz ona onun hafızamızdan çıkıp gitmesine izin vermeyerek tutulu (bağlı) kalırız.* Hafıza** düşüncenin toplanmasıdır. _Ancak üzerine düşünülecek olana eğilimli olduğumuzda, işte o zaman düşünmeye muktedir oluruz. Düşünmeye muktedir olmak için onu öğrenmeliyiz. Düşünce uyandıran her şey bizi düşünmeye verir. En çok düşünce-uyandıran henüz düşünmediğimizdir; hatta henüz bile değil. Eksik olan eylemdir, düşünce değil. _Bugün birçok insan bir şeyi ilginç bularak ona büyük bir onur bahşettiklerini düşünür. Hakikat şu ki böyle bir yargı zaten ilgi çekici olan şeyi itip çekiştirerek önemsiz ve az sonra sıkıcı olacak olanın arasına atmıştır. İlginç olan bir vakit sonra açıklama lüzumu duymaksızın önemsiz olarak görülebilecek ve yerini, o zaman da bizi, ancak daha önceki şey kadar ilgilendiren başka bir şeyin alabileceği bir şeydir. _Düşünceye çağıran zamanımızda en çok düşünce uyandıran, hâlâ düşünmediğimizdir, önesürümü tuhaf ve küstah görünmeye devam eder. O nedenle bu önesürümü ispat etmeliyiz. Yoksa bu önesürümün ne söylediğine yeteri kadar ışık I utulur tutulmaz ortadan kalkar. _En çok düşünce uyandıran şey, şudur: Bizim hâlâ düşünmüyor oluşumuz. _Hâlâ düşünmüyor oluşumuz, düşünmeye çağıran hiçbir surette sadece henüz insanın yüzünü, özü itibariyle üzerine düşünülmesi gereken olarak kaldığı için kökeni ve mahiyeti icabı düşünülmeyi isteyene yeteri kadar çevirmemesi nedeniyle değildir. Daha çok, hâlâ düşünmüyor oluşumuz düşünülecek olanın insandan yüz çevirmesi, uzun süre önce çevirmiş olmasından kaynaklanır. _Bilim düşünmez. Bu sarsıcı bir ifade. Bırakalım sarsıcı olsun, hatta ona, sözü döndürüp dolaştırmadan şu ilave ifadeyi eklesek bile, bilimin yine de her zaman kendi tarzında düşünmeyle alakası vardır. Bununla beraber bu tarz, ancak düşünme ile bilimler arasında, köprü kurulamaz biçimde yer alan uçurum görünür hale geldikten sonra, hakiki ve dolayısıyla verimlidir. Burada köprü yoktur, sadece sıçrama vardır. O nedenledir ki bugün insanların düşünme ile bilimler arasında rahat bir alışveriş kurdukları bütün iğreti ve zoraki köprülerde zarar ziyandan başka bir şey yoktur. _Bilhassa biz bugünün insanları, ancak (öğrendiklerimizi) aynı zamanda ve daima unutursak öğrenebiliriz. Bunu yapmak için aynı zamanda onu bilmeye (öğrenmeye) başlamalıyız. Her şeyden evvel, düşünmeyi öğrenmek için koyulduğumuz bu yolda kendi kendimizi oyalayarak, bastıran (kendisini zorlayan) sorulardan aceleyle kaçmamalıyız,-* tam tersine hiçbir buluculukla bulunamayacak olanı arayan soruların içine bırakmalıyız kendimizi. _İnsan henüz düşünmüyor ve bunun nedeni düşünülecek olanın ondan yüz çevirmesidir; hiçbir surette yalnızca insanın düşünülecek olana yeteri kadar yüzünü dönmemesinden değil. Fakat başından itibaren kendisini geri çeken bir şey hakkında nasıl en ufak bir şey bilebiliriz, hatta ona nasıl bir isim verebiliriz? Geri çekilen her ne ise erişilmeyi reddeder. Geri çekilme bir hadisedir. Doğrusu geri çekilen, insanı, gözüne takılan (yoluna çıkan)** ve kendisine dokunan mevcut herhangi bir şeyden da-ha asli biçimde ilgilendirir ve talepte bulunur. Bu geri çekilme hadisesi bütün halihazırda olanların içinde en halihazır olanı olabilir ve gerçek olan** her şeyin gerçekliğini sınırsızca aşabilir. _Bizden kendini geri çeken geri çekilişiyle, hemen ardından farkında olalım veya olmayalım veya her ne şekilde olursa olsun, bizi peşi sıra sürükler. Bir kez bu geri çekilmeye kapıldığımızda -her ne kadar göçmen kuşlarınkinden oldukça farklı bir şekilde de olsa- kendini geri çekmesiyle bizi çekenin çekimine yakalanırız. Bu şekilde cezbedilerek bizi çekenin çekiminde olduğumuzda özümüz zaten bu "...e doğru çekilme"nin damgasını taşır. Biz geri çekilenin çekimindeyken bu kendini geri çekene işaret ederiz. Biz ne isek (veya her kimsek) bu doğrultuyu işaretle o oluruz. _Hafıza her yerde her şeyden önce düşünülmeyi talep edenin üzerine düşüncenin toplanmasıdır. Hafıza, hatırlamanın toplanmasıdır. _Şiir, ancak hatırlayan, kökene doğru düşünen düşünmeden fışkırır. _Bir şeyden diğerine farkında olmaksızın ilerlediğimiz ve her şeyin aynı kaldığı istikrarlı bir ilerlemeden farklı olarak sıçrama bizi birdenbire, her şeyin farklı olduğu, hem de bize yabancı gelecek kadar farklı göründüğü bir yere alır götürür. Her ne kadar böyle bir sıçramayla düşüp yüzüstü kapaklanmasak da, sıçramanın bizi alıp götürdüğü şey şaşırtacak (bozguna uğratacaktır. _Düşünme meselesi her zaman şaşırtıcıdır, önyargıdan kurtulduğumuz ölçüde bu daha da fazla böyledir. Önyargıdan kurtulmak için, dinlemeye hazır ve istekli olmalıyız. Böyle bir hazır oluş, her türlü alışıldık görüşün oluşturduğu sınırları aşmamıza ve daha açık bir alana erişmemize izin verir. _Sanat ve bilimlerin birbirinden bütünüyle farklı olduğunu herkes kayıtsız şartsız kabul eder. Fakat eğer düşünme ve bilimler arasında bir ayrım yapılır ve bu ikisi birbiriyle karşılaştırılacak olursa, bu doğrudan doğruya bilimin kötülenmesi olarak düşünülür. Bilimsel eğitime hizmet eden platformun tam üzerinde bilime karşı bir tutum almak hem incelikten hem de zevkten yoksun olurdu. ……
·
284 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.