Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

_Cumhuriyet, erdemli insanların yönetimidir. _Bir kişiye yapılan haksızlık, tüm topluma yöneltilmiş bir tehdittir. _Hür bir milletin kurtarıcısı olabilir. Köle bir milletin ise başka bir efendisi çıkar ortaya. _Sadece mutlu olmayı istesek kolay olacaktı ama biz başkalarından daha mutlu olmak istiyoruz. Bu da oldukça zor, çünkü onları daima olduklarından daha mutlu görürüz. _Aksi kanıtlanmadıkça, hiç kimse suçlu değildir. _Bir ülkede yalakalığın getirisi, dürüstlüğün getirisinden daha fazla işe, o ülke batar. _Aşırı itaat, itaat edenin cahil olmasını gerektirir. _Geçmişi geri getiremezsiniz ama bir kitapla geçmişteki en bilge kişilerin deneyimlerini elde edebilirsin. _Erdem, toplum çıkarını kişisel çıkarın üzerinde tutmaktır. _Dünya üzerinde en güçlü silah, ateşlenmiş insan ruhudur. _Bir rejim, halkın adalete inanmaz bir hale geldiği noktaya gelince o rejim mahkum olmuştur. _Az bilmek için çok okumak gerekir. _Okumayı sevmek, hayattaki can sıkıcı saatleri en güzel saatlerle değiştirmektir. _Lüks daima servet eşitsizliği ile orantılıdır. Şayet bir devlette zenginlikler eşit paylaştırılıyorsa orada lükse yer olmayacaktır. Zira lüks salt başkalarının emeği ile elde edilen konfor üzerine kurulur. _Yasası olan toplum mutlu toplumdur. Ondan daha mutlusu yasaların kabul gördüğü toplumdur. Ondan daha da mutlu olanıysa yasalarında ayrım bulunmayan toplumdur. Toplumların en mutlu olanı ise yasaya ihtiyacı olmayanıdır. _Bir yönetim, kendisinden dolayı değil fakat üzerinde hüküm sürdüğü toplumun koşullarına uygun düşmesine bağlı olarak iyi ya da kötü olabilir. _Farklı politik toplumlardaki farklı pozitif hukuk sistemleri, çok çeşitli faktörlere, örneğin halkın karakterine, ekonomik koşullara, iklime, vs. bağlıdır. İşte bütün bu temel koşullara, "Yasaların Ruhu" denir. Yasaların da tâbi olduğu yasalar vardır. Kısaca yasaların da bir ruhu vardır. _Onur’un kendi kuralları vardır. O, hiçbir tavize yanaşmadığından, bir başkasının değil, kendi kaprislerine bağlı olduğundan, yapısı belirmiş, kesin kanunları olan devletlerde bulunabilir. Onur, hayatı küçümsemekle amacına ulaşır. Zorba hükümdar ise kuvvetini böyle bir şeyi yok etmekle sağlar. Onur zorba hükümdara nasıl katlanır? Onurun değişmeyen kuralları, devamlı kaprisleri vardır. zorba hükümdarın ise hiçbir kuralı yoktur. Kendi kaprisleri de öteki kaprislerin tümünü yok eder. Onur dediğimiz şeye istibdat yönetiminin başında bulunan kişi nasıl katlanabilir? _Saltanatta Onur, asaletle ilgili bir şey bulur bulmaz ya o şeyi meşru kılan bir yargıç ya da o şeyi haklı gösteren bir safsatacı kesilir. Onur, kalp işleriyle ilgili bir duyguyla ya da herhangi bir kadının kalbini elde etmek duygusuyla birleşen çapkınlığa göz yumar. Onur, hileyi de hoş görür. Bu acayip onur anlayışı, istediği şeye fazilet der, fazileti de istediği şekle sokar. _Onur, falan ya da falan işe talip olmakla o işi reddetmek arasında bir fark gözetmez; bu hürriyetini servetin bile üstünde tutar. _Onur’un üstün kuralları_ _1_Servetimize önem verebiliriz ama herhangi bir şekilde hayatımıza önem veremeyiz. _2_ Bir kere bir mevkiye yükseldik mi, o mevkinin altında olduğumuzu gösterecek herhangi bir şeyi ne yapmalıyız, ne de o şeyin yapılmasına tahammül etmeliyiz. _3_ Onur’un yasakladığı şeyler, kanun tarafından yasaklanmadığı takdirde daha kesin bir şekilde yasaklanmalı. Onur’un zorunlu olarak yapılmasını istediği şeyler de, kanunlar istemese bile daha kuvvetle yerine getirilmeli. _Aşırı derecede üstün olan kişi, geri kalan insanların seviyesini düşürür. Saltanat yönetimlerinde nezaket, saraya mal edilmiştir. Onun için herkes birbirine saygı gösterir. Saygı, kendine saygı gösterilen kişinin hoşuna gittiği kadar gösteren kişinin de hoşuna gider. Nezaket de bundan doğar işte. Çünkü bu tarz davranış saraya mensup olduğunuzu ya da mensup olmaya layık olduğunuzu gösterir. _Saray havası, gerçek büyüklüğü bırakıp sahte büyüklüğe bürünmeyi gerektirir. Bu sahte büyüklük bir dalkavuğun, kendi büyüklüğünden daha çok hoşuna gider. Çok uzaklara yayılan bir alçakgönüllülük verir kişiye ama bu alçakgönüllülükten duyulan gurur da, bu büyüklük kaynağından uzaklaştıkça biz farkında olmadan azalır. _Doğruluğu sevdiği için istediğini sanmayın; daha çok doğruyu söylemeye alışan kişi cesur ve hür görünür de ondan ister. Gerçekten de öyle, bu türlü bir insan yalnız olaylara bağlı gibi görünür, başkalarının olayları görüş tarzına değil. _Birlikte yaşamak için doğmuş olan insanlar birbirlerinin hoşuna gitmek için de yaratılmışlardır. _Kötülükleri önleyen bir kötülük, bir iyilik halini alır. Nasıl ki, yeryüzünü baştan başa kaplamak ister gibi görünen denizi kıyılardaki çakıl taşları durdurursa, yetkileri sınırsız gibi görünen hükümdarlar da küçük engeller karşısında dururlar. Bir cumhuriyette din adamları sınıfının kuvveti ne kadar tehlikeli ise, istibdada yönelen bir saltanat hükümetinde de o kadar faydalıdır. Başka bir engel olmadıkça en iyi engel budur. Çünkü istibdat hükümeti insanoğluna öyle korkunç kötülükler eder. _Yönetim Biçimleri_ _3 çeşit Hükümet vardır: Cumhuriyet, Saltanat, İstibdat. Cumhuriyet: Milletin kendi kendini yönetmesidir. Saltanat: Bir kişinin kanunlarla yönetimidir. İstibdat: Bir kişinin hiçbir kanun ve kurala bağlı olmadan kendi heveslerine göre yönetimidir. _Belli bir yönetim şeklinin varlığını sürdürebilmesi için yönetilenlerin ona boyun eğmeleri gerekir. Bu boyun eğiş gönülden gelmelidir. Demokrasilerde erdem, monarşilerde onur ve despotizmde korku. Sadece farklı yönetim tarzlarının çıkış noktalarını oluşturan ahlaki nedenler değildir, onlar aynı zamanda varlık sebepleri olarak görülmeleri gereken, sürekli nedenlerdir. Yönetim türlerine hayatiyet veren ilkeler başarısız olurlarsa, yönetimin kendisi de varlığını sürdüremez olur ve içten içe çürüyerek başka bir yönetim tarzına dönüşür. İşte bu çerçeve içinde yurttaşının vatanseverliğini yitirip şan ve şeref peşinde koşmaya başladığı bir idare, cumhuriyetten monarşiye dönüşmekte olan bir yönetimdir. Aynı şekilde onur duygusunun yerini korkuya bıraktığı bir monarşi de artık despotizm yoluna girmiş bir saltanat yönetimi olmak durumundadır. _Doğaya en uygun hükümet şekli, hangi millet söz konusu ise o milletin özel yapısı bakımından menfaatine en uygun olan hükümet şeklidir demek daha doğru olur. _1_Despotizm -Tiranlık- İstibdat_ _Tek adamın kanun ve kural tanımaz keyfi yönetimidir. Despotizmin temel ilkesi korkudur ve toprakları üzerinde erdemin veya onurun bulunmasına katlanamaz. Amaç, iyi yurttaşlar değil de köle ruhlu insanlar yetiştirmektir. Tiranın egemenliğini sağlayan şey; kara cahil, korkak, alçak ve her türlü dalkavukluğa açık, mutlak itaatkâr insanların varlığıdır. Despotizmde halk despottan korktuğu kadar, despot da halktan korkar. Despotizm aklı dışladığı için doğaya aykırı bir yönetim olup, insan doğasına bir hakarettir. Akıldışılık bütün topluma yayılmıştır. Bütün insanlar bir hiç derecesine indirgendiklerinden, aralarında aşırı bir eşitlik bulunur. Despotizmde gelecek belirsiz olduğu için topraklar işlenmeyip kendi haline bırakılır; despot istilaya açık sessiz kentler, yıkılmış bir sanayi ve can çekişen bir ticaret düzeni üzerinde hüküm sürer. Despotun hiç kimsenin yarınından emin olamadığı ülkesi, tam bir çöl olmak durumundadır. Kamusal bir kişiliğe bürünmeyi reddederek saraya kapanan ve kendini şehvete bırakan despot, aslında esas itibariyle arzulardan ibaret biridir ve tüm ülkeye bu kendini arzularına bırakma güdüsü yayılır. Despotizme dönüşme tehlikesinin panzehirinin gelenekler ve eğitim olduğunu düşünür. Krallığın bozulmuş şeklidir. _2_Cumhuriyet - Demokrasi_ _İnsanlar her şeydir ama herkes yasalarca belirlenmiş bir düzene boyun eğmek durumundadır. Halk hem hükümdar hem de uyruktur. İlkesi, politik erdemdir yani yurttaşlar erdemli olmaları gerekir. Ortak iyiye, genel çıkara ihtiyaç vardır. Politik erdem, vatanseverlik, cumhuriyete ve yasalara duyulan aşktır. Erdemi korumak için zenginlik ve yoksulluk aşırılıklarından sakınılması gerekir. Demokrasi ancak küçük devletlerde başarılı olabilir. Demokrasinin yoksulluğa yakın bir maddi eşitliğe dayanması, bireyselliğin ve özel çıkarların göz ardı edilmesine bağlı bulunması, onda bireysel özellik ve yeteneklerin tam gelişimine engel olur. Bu açıdan bakıldığında, demokrasinin entelektüel ve sanatsal açıdan vasatiliği temsil ettiği söylenebilir. Demokrasiye zarar veren iki şey: Eşitsizlik ruhu ve aşırı eşitlik ruhu. Eşitsizlik, Çıkarcılık ve polisik baskıdır. Eşitlik ise her bakımdan yurttaş eşitliğine dayanır. _Aristokrasi_ _Demokrasinin sınırlanmış, yoğunlaştırılmış şeklidir. Temel ilkesi ise demokrasideki erdemin yerini tutan ılımlılıktır. Yönetici sınıfın kendi çıkarlarıyla halkın çıkarlarını özdeşleştirmesidir. Ilımlılık, aristokraside yönetenlerin hem halkı baskı altına almaktan hem de birbirleri üzerinde güç elde etmekten alıkoyan eşitliği koruyan en temel erdemdir. Eşitsizlik üzerine temellenmiş olması nedeniyle çelişik bir yönetimdir. Sağlam ve kalıcı bir yönetim olabilmesi mümkün değildir. _3_Monarşi - Saltanat_ _Monark ile halk arasında ara iktidarlar bulunur. Soylular ile din adamları sınıfından meydana gelen toplumsal tabakaların ara iktidarları oluşturduğu dikkate alınırsa, onların krala bağlı oldukları söylenebilir. Bu ara iktidarlar, monarşi iktidarının “akmasını” sağlayan zorunlu kanallar olup, monarşinin despotizme dönüşmesinin önündeki en büyük engeli oluşturur. Monarşide iktidar, demokraside herkesin yurttaş veya despotizmde herkesin kul köle olması gibi değil de aralarında eşitsizlikler, farklılıklar olan, birtakım imtiyazlara sahip bulunan insanlar üzerinde hüküm sürer. Her sosyal tabaka kralın karşısına dikilmiş bir engel oluşturur. Onlar sadece halkı değil, kralı da sınırlamaya yarar. “Her şeye karışan, bütün düşünce tarzlarının, bütün duygu türlerinin içine giren, hatta ilkelere bile yön veren” onur, ihtiva ettiği gurur ya da kibir sayesinde, kibarlık, doğruluk, işini en iyi şekilde ifa etme, yasalara ve politik otoriteye itaat etme benzeri erdemleri doğurur. Onur, iyiliği sağlama işini gerçekleştirir. Demokrasi Antikçağ’da kalmıştır. Yeni zamanların yönetim biçimi için anayasal monarşi uygun olur. Gerçekten de modern toplumlar kişisel çıkarın peşinden koştuğu ve ticaretin, zenginliğin, lüksün her yanı sardığı yapılar olduğu için eşitsizlikler ve farklılıklar üzerinde temellenmiş monarşi, bütün bunlara en uygun düşen yönetim şeklidir. Monarşinin modern zamanların yönetim biçimi olmasının temel nedeni, kimi yazarlara göre, liberalizme bağlı olmasıdır. Monarşinin diğer yönetim biçimleri karşısında bir başka üstünlüğü de, toplumdaki herkesin özgürce hareket edip, yükselebileceği umudu taşıması. (Liberal bir aristokrat olarak Montesquieu İngiltere’ye yapmış olduğu iki yıllık bir gezinin ardından ideal yönetim tarzı olarak, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin ayrılığına, dengeli anayasa düşüncesine dayanan anayasal monarşiyi keşfetmiştir.) _Özgürlük_ _Özgürlük, yasaların izin verdiği her şeyi yapmaktır. İnsan, yasaların izin verdiği kadar özgürdür. Hiç kimse 'vergi vermek istemiyorum özgürlüğüme müdahale edemezsiniz' diyemez. _Politik özgürlük ve bireysel özgürlük farklıdır. Özgürlük, öncelikle politik bir özgürlük olmak durumundadır. Politika, toplumdan soyutlandığı zaman, özgürlükten değil bağımsızlıktan söz edilebilir. Bağımsızlık kişinin istediğini yapmasıdır fakat bağımsız kişi, tutkularının kölesi olduğu için gerçekte özgür değildir. Dahası, herkesin her istediğini yapmak anlamında bağımsız olduğu bir yerde, her birey bir diğerinin karşısına dikilmiş bir engel olduğundan, hiç kimse bağımsız olamaz. Bundan dolayı, özgürlüğün ilk koşulu “Bağımsızlığın sınırlanması”dır. Özgürlüğün kişinin her istediğini yapmasından meydana gelmediğine özellikle vurgu yapar. Özgürlük, yasaların çizdiği çerçeve içinde hareket etme serbestisi anlamına gelir. Bir monarşi, ona göre, bir demokrasiden çok daha özgürlükçü olabilir. Özgürlüğün güvencesi olan şey, kuvvetler ayrılığına dayanan bir denetim ve denge sistemidir. Yasama ve yürütme güçleri aynı kişi ya da kurumda olursa, burada politik özgürlük olamaz. _Cumhuriyette vatan ve eşitlik sevgisine, siyasi fazilet adını verdim. Siyasi bakımdan iyi kişi, memleketinin kanunlarını seven, davranışlarını da memleketinin kanunlarına duyduğu sevgiye göre ayarlayan kişidir. Bu fazilet, ne ahlaki bir fazilettir ne de Hristiyanca bir fazilet. Doğrudan doğruya siyasi bir fazilettir. Cumhuriyet hükümetinin işlemesini sağlayan kuvvettir bu. Nasıl ki saltanat hükümetinin işlemesini sağlayan onur dediğimiz kuvvet ise. _Yazarın amacını anlamak isteyenler, bunu ancak kitabın amacından çıkarabilirler. _Birçok gerçeği ancak, bunları başka gerçeklere bağlayan zinciri iyice gördükten sonra anlamak mümkün olacak. Bölümlere ancak, bütünü yargılamak istediğimiz zaman bakarız. Bütün sonuçları görmek için bütün nedenleri inceleriz. _Herhangi bir şeyi değiştirmeyi teklif etmek yetkisi yalnız, şöyle dâhiyane bir bakışla bir devletin bütün yapısına nüfuz edecek kabiliyette doğmuş olanların hakkıdır. _Ayrıntıların bile hepsini vermiş değilim çünkü kendini öldürücü bir can sıkıntısına kaptırmadan her şeyi söyleyebilecek kim var? _Cahillik çağında kişi, en büyük kötülükleri işlerken bile farkında olmamıştır. Aydınlık bir çağda ise kişi, en büyük iyiliği yaparken bile titrer. Hâkimlerin olsun, memurların olsun, önyargıları önce milletin önyargıları olmuştur. _Kişi, daha kötüden korktuğu zaman kötüye ilişmez; daha iyisini yapamayacağından şüphelendi mi iyiye de dokunmaz. _Herkesin, mutluluğunu daha iyi hissetmesi için yeni yeni nedenler bulmasını sağlayabilirsem kendimi ölümlülerin en mutlusu sayarım. _Ben, kişinin bazı şeyler üzerindeki bilgisizliğine değil, kişinin bizzat kendisi hakkındaki bilgisizliğine önyargı diyorum. Yine kendimi ölümlülerin en mutlusu sayarım, eğer insanları önyargılardan kurtaracak bir şey yapabilirsem. Kişi, insanları aydınlatmaya çalışmak suretiyledir ki, bütün insanlık sevgisini içine alan o genel fazileti uygulayabilir. _Her türlü çeşitlilik biteviyeliktir (tekdüzelik), her türlü değişiklik bir istikrardır. _İnsanlar toplum halinde yaşamaya başlar başlamaz zayıflık duygularını yitirirler. Aralarındaki eşitlik yok olup, savaş hali başlar. Bu iki çeşit savaş durumu, insanlar arasında kanunların yerleşmesine sebep olur. Böylece Devletler Hukuku meydana gelmiştir. İnsanlar, yönetenlerle yönetilenler arasındaki bağları düzenleyecek kanunlar yapmışlar, böylece Siyasi Hukuk meydana gelmiş. Bütün vatandaşlar arasındaki bağları düzenlemek için de kanunlar meydana getirmişler; adına da Medeni Hukuk demişler. _Savaşın amacı zaferdir. Zaferin amacı istiladır. İstilanın amacı da varlığın devamıdır. _Bir cumhuriyetin felaketi, orada entrikanın bulunmasındadır. Bu da, halkın para ile baştan çıkarıldığı zaman ortaya çıkan şeylerdendir. Bakarsınız ağırbaşlı bir hal almış, paraya düşkünlüğü artmış ama işle ilgisi kesilmiştir. Hükümetin icraatına, yapılan tekliflere aldırış etmez, kendisine verilecek olan parayı rahat rahat bekler. _Bir cumhuriyette herhangi bir vatandaşa birdenbire verilen aşırı derecede yetki, saltanat yönetimini hatta saltanat yönetiminden daha fazlasını meydana getirir. Çünkü saltanat yönetiminde kanunlar, esas örgütten alınmış ya da ona göre ayarlanmıştır. Hükümet ilkesi hükümdarı birtakım kayıtlar altına alır ama cumhuriyette herhangi bir vatandaşa aşırı derecede yetki verilirse, bu yetkinin meydana getireceği kötüye kullanmalar daha büyük olur çünkü böyle bir şeyi göz önünde bulundurmamış olan kanunların o vatandaşı gerektiği zaman durdurmak için hiçbir yetkisi olamaz. Bu kuralın istisnası yalnız, yapısı bakımından devlet, aşırı derecede yetkisi olan bir kişiye ihtiyaç gösterdiği zaman meydana gelebilir. Diktatörleriyle Roma hükümeti, devlet engizitörleriyle Venedik hükümeti, işte böyle idi. _Devlette yalnız bir kişinin bir keyfi yönetiminden, gelip geçici isteklerinden başka bir şey olmazsa, ortada istikrar diye bir şey, dolayısıyla temel kanun diye bir şey kalmaz. _Sen her şeysin, başkaları hiçbir şey değildir. (İstibdat yönetimi ilkesi) _Hükümetin niteliğiyle ilkesi arasında şöyle bir fark vardır: Niteliği onun öyle olmasını sağlayan şeydir, ilkesi ise onun davranışını sağlayan şeydir. _Bir saltanat hükümetinin ya da bir istibdat hükümetinin devam etmesi için fazla doğruluğa lüzum yoktur. Birinde kanunların kuvveti, ötekinde hükümdarın daima kalkık duran yumruğu her şeyi yoluna koyar. Ama halkçı bir devlette başka bir kuvvet gerekir ki, o da FAZİLETTİR. _Saltanat hükümetinde, kanunları yürütenin kendisi, kanunların üstündedir. Halk hükümetinde, kanunları yürüten kanunlara bağlıdır. _Hükümdar, kanunları yürütmekten vazgeçebilir ama kötülüğü tamir etmekte de güçlük çekmez. Sebep olduğu kötülüğü gidermeye çalışır. Ama bir halk hükümetinde kanunlar yürütülmedi mi, işte o zaman devlet yıkılmış demektir. _Bir topluluğun düşünme tarzının başka bir grubun düşünme tarzıyla bastırıldığından, hükümet durmadan değişiyordu; şaşkına dönen millet de demokrasiyi arıyordu ama hiçbir yerde bulamıyordu. Birçok hareketten, çarpışmadan, sarsıntıdan sonra nihayet halk yine, şikâyet edip ortadan kaldırdığı hükümet şekline sığınmak zorunda kaldı. Geçen yüzyılda ülkelerinde demokrasiyi kurmak için İngilizlerin boşuna harcadıkları çabalar oldukça güzel bir manzara arz ediyordu çünkü işe karışanlarda faziletten eser yoktu. _Atinalılar, Philippos’tan hürriyet düşmanı olduğu için değil, zevkle eğlence düşmanı olduğu için çekiniyorlardı. _Roma, uyanacağına her gün biraz daha kölelik haline düştü; ihtilaller yalnız tiranların başlarını yiyor ama tiranlıkla yönetime karşı hiçbir şey yapamıyordu. Pek az bir fazilet kalıntısı yoktu. _Aynı kişileri bir yandan kanunların baskısı altına sokarken, diğer yandan da bu baskıdan kurtarıyormuş gibi görünür. _Devlet, o kahramanca faziletlerden, vatan aşkından, gerçek şan ve onur isteğinden, nefsini küçümsemek ve en üstün çıkarlarını feda etmek gibi duygulardan ayrı olarak yaşar ve sürüp gider. İyi insan olmak için kişinin kendi çıkarını değil bizzat devletin çıkarını düşünerek sevmeli. _Bir saltanat hükümetinde halkın faziletli olmasının çok güç bir şey olacağını söylemek istiyorum. _Tarihçilerin, çağlar boyunca gelip geçmiş hükümdarların sarayları üzerine yazdıklarını okuyun bir kere; dalkavukların o bayağının bayağısı karakterleri üzerine her ülkede söylenmiş olan sözleri hatırlayın: Bunlar hayal gücünün uydurduğu şeyler değil, çok acı deneylerden elde edilmiş sonuçlardır. _Bir devletin başında bulunanların çoğunun namussuz olması, aşağı tabakada olanların ise namuslu olması, birincilerin aldatan olması, ikincilerin de aldatılandan başka bir şey olmamaya razı olması, ülkede büyük çapta bir huzursuzluk meydana getirir. İşsizlik içinde hırs, kendini beğenmişlik içinde aşağılık, çalışmadan zengin olma isteği, gerçeğe karşı düşmanlık, dalkavukluk, ihanet, alçaklık, sözünden cayma, vatandaşlık görevlerini küçümseme, hükümdarın faziletinden korkma, karakterinin zayıflığından yarar bekleme, bunların üstünde de fazileti devamlı olarak gülünç bir şey gibi gösterme. Öyle sanıyorum ki, her yerde her zaman dalkavukların çoğuna vurulan damgalardır bunlar _Her kişinin ve her sınıfın önyargısı, siyasi faziletin yerini alır. _Evrendeki sistemde, bütün cisimleri durmadan merkezden uzaklaştıran bir kuvvet, durmadan çeken bir başka kuvvet vardır. _İstibdat devletlerinin ilkesi onur değildir; bütün insanlar eşit olduklarından kişi kendisini başkalarının üstünde göremez; bütün insanlar köle olduklarından kişi kendini orada hiçbir şeyin üstünde de göremez. _İstibdatta hükümdar, insanüstü bir varlık olarak görülür. Kişinin nasibi, hayvanın nasibi gibi içgüdü, boyun eğme ve cezadır. _Saltanat yönetimlerinde eğitim, kişinin ruhunu yükseltmeye, istibdat hükümetlerinde ise alçaltmaya çalışır. Eğitim böyle bir hükümet şeklinde köleliği öğretmeli. Hiç kimse aynı zamanda köle olmadan tiranlık edemez. _Aşırı itaat, itaat edenin bilgisiz olmasını gerektirir hatta işin başında bulunanın bile böyle olmasını gerektirir. Danışmaya, kuşkulanmaya, düşünüp taşınmaya ihtiyacı yoktur. Sadece ister, işte o kadar. _Devleti sevseydi kişi, hükümetin bütün kuvvetlerinin hür olması için çalışırdı. _ İstibdatta bilgi tehlikeli, rekabet uğursuzdur. _İstibdat hükümetinde eğitim diye bir şey yok gibi. Bir şey verebilmek için her şeyi almak gerek. İşe de iyi bir köle yaratmak için, kötü bir tebaa yaratmakla başlamak gerek. _Bugünkü politikacılar bize yalnız ticaretten, maliyeden ve hatta servet ve lüksten söz ediyorlar. Halk hükümetinde yaşayan Yunanlı politikacılar, kendilerine dayanak olarak faziletten başka kuvvet göremiyorlardı. Atina kuvvetlerini yenmek ne kadar kolay olmuşsa, faziletini yenmek de öteden beri o kadar güç olmuştur._Fazilet tükenince tutku, kendisini buyur edenlerin kalplerine, cimrilik de herkesin içine girer. İstekler yön değiştirir; sevilen şey sevilmez olur; kanunlara uyarak hür yaşarken kanunlara uymadan hür yaşamak arzusu uyanır. Her vatandaş efendisinin evinden kaçmış bir köleye benzer. Sav olan şeye sertlik adı verilir. Kural olan şeye engel denir. Dikkatin adı değişir korku olur. Orada azla yetinmek, cimrilik adını alır, biriktirme isteği değil. Önceden vatandaşların malı mülkü, ülkenin serveti sayılırdı ama şimdi ülkenin serveti vatandaşların har vurup harman savurmak istedikleri babadan kalma miras halini alır. Cumhuriyet artık bir ölüyü andırır. Kvveti de, birkaç vatandaşın yetkisiyle bütün milletin serkeşliğinden başka bir şey değildir _İçimizde, av’a son derece düşkün kişilerin bulunduğunu ve bunların yalnız avla uğraştığını farz etsek, çok geçmeden mutlaka kaba saba kişiler olurdu bunlar. Günün birinde müzikten de zevk almaya başlasalardı, davranışlarında olsun, karakterlerinde olsun muhakkak bir fark meydana gelirdi. Şimdi, sert ve yaban kişileri yetiştirmek için çok iyi olan bu çeşit çalışmalara, ahlak ve tabiatları yumuşatmak için başka alanlarda daha gevşek çalışmalar lazımdı. Organlarımız aracılığıyla ruha hitap eden müzik ise bu iş için biçilmiş kaftandı. Kişiyi sertleştiren beden hareketleriyle yabanlaştıran hayat bilgileri arasında bir ortamdır o. Müzik fazileti ilham eder diyemeyiz; akıl kabul etmez böyle bir şeyi. Ama kurulun yabanlığının etkisini yok eder, ruha hiçbir zaman katılamayacağı eğitime katılmak imkânını verir. “Politika” adındaki eserini sırf platon’un düşüncelerine aykırı düşünceler ortaya atmak için yazmış gibi görünen Aristo, buna rağmen, müziğin ahlak ve gelenekler üzerinde etkisi konusunda platon’la aynı düşüncededir. _Kanunlar Üzerine_ _Geniş anlamıyla kanunlar, olayların mahiyetinden doğan zorunlu bağlardır. Bu bakımdan da, bütün varlıkların kanunları vardır. Tanrı’nın kanunları vardır; maddi evrenin kanunları vardır; insanüstü varlıkların kanunları vardır; hayvanların kanunları vardır; insanların kanunları vardır. _Evrende gördüğümüz bütün sonuçları gözü bağlı bir kaderin meydana getirdiğini söyleyenler çok saçma bir şey söylemişlerdir çünkü zeki varlıklar meydana getiren gözü bağlı kaderden daha büyük bir saçmalık olabilir mi? _Zeki varlıkların doğmadan önce de var olmaları mümkündü. Şu halde, mümkün bağları, dolayısıyla da mümkün kanunları vardı. _Müspet kanunlardan önce adalet bağlarının var olduğunu ama bu bağların müspet kanunlar tarafından yerleştirildiğini itiraf etmek gerek. Örneğin, insan toplumlarının var olduğunu varsayarsak onların kanunlarına uymak doğru olurdu. _Zeki evren, fiziksel evrenin kendi kanunlarına uyduğu şekilde devamlı olarak bu kanunlara uymaz. Bunun nedeni de, özel zeki varlıkların mahiyetleri bakımından sınırlı olmaları, bundan ötürü de hataya düşmeleridir; üstelik mahiyetleri icabı da bu varlıklar kendiliklerinden hareket ederler. Devamlı olarak kendi ilkel kanunlarına uymazlar. _Hayvanlar, zevke olan eğilimleri sayesinde varlıklarını ve türlerini devam ettirirler. Bizde olan bazı üstünlükler hayvanlarda yoktur; onlarda da bizde bulunmayan üstünlükler vardır. _İnsanın kendini yönetmesi gerek ama sınırlı bir kişidir o. Bütün sınırlı zekâlar gibi de bilgisizliğe ve yanlışa düşer. Duygulu yaratık olarak da bin bir tutkuya kaptırır kendini. Toplumda yaşamak için yaratılmış olan insan, başka insanları unutabilirdi. Kanun koyucular da ortaya attıkları siyasi ve medeni kanunlarla ona ödevlerini hatırlattılar. _Tabiat kanunları üzerine_ _Bütün bu kanunlardan önce, doğa kanunları vardı. Doğa kanunları diyoruz bunlara çünkü yalnız varlığımızın yapısından gelirler de ondan. _İçimize bir yaradan fikrini aşılamak suretiyle bizi ona doğru yöneten kanun, tabiat kanunlarının birincisidir. Varlığının başlangıcını aramadan önce varlığını devam ettirmeyi düşünecek. Böyle bir insan her şeyden önce yalnız aczini duyar. Bu durumda herkes kendini aşağı görür; eşitlik duygusu bile çok zayıftır. Barış da böylece ilk doğa kanunu olurdu. _İhtiyaçları duygusundan dolayı bir doğa kanunu daha ortaya çıkar ki o da insanı, yiyecek aramaya yöneten kanun olur. _Karşılıklı korku belirtileri çok geçmeden onları birbirlerine yaklaştırır. Üstelik ayrılıkları dolayısıyla iki cinsin, birbirlerine karşı duydukları sevgi de bu zevki arttırırdı. Hayvanların her zaman doğal olarak birbirlerine yalvarışları da üçüncü bir doğa kanunu olurdu. _Toplum halinde yaşamak isteği de böylece dördüncü doğa kanunu olur. _Müspet kanunlar üzerine_ _Gravina, “Bütün özel kuvvetlerin birleşmesi, Siyasi Devlet denen şeyi meydana getirir” diyerek çok yerinde bir söz etmiştir. Özel kuvvetlerin birleşmesi, ancak, bütün iradelerin birleşmesiyle mümkün olur. Genel kuvvet, yalnız bir kişinin eline verilebileceği gibi, birçok kişinin eline de verilebilir. _Kanunların kendi aralarında da birtakım bağları vardır. Kökenleriyle, kanun koyucunun amacıyla, dayandıkları olaylar düzeniyle de bağları vardır. Benim bu eserimde, yapmak istediğim bundan ibaret. Bütün bu bağları bir bir inceleyeceğim: Hepsi birden Kanunların Ruhu dediğimiz şeyi meydana getirir. _Hükümet Biçimleri _ _Cumhuriyet, Saltanat, İstibdat. _Cumhuriyet hükümeti_ _Cumhuriyette, yönetim yetkisi tüm milletin elinde olursa buna Demokrasi denir. Yönetim yetkisi milletin bir kısmının elinde olursa buna da Aristokrasi adı verilir. Demokraside millet bazı bakımlardan hükümdar, bazı bakımlardan da tebaa durumundadır. İradesi demek olan oyu sayesinde millet hükümdar sayılır. Cumhuriyet hükümeti saltanat hükümeti kadar hatta ondan daha çok, bir meclis ya da bir senato tarafından yönetilmeye muhtaçtır. _Roma’da halk, aşağı tabakadan kimselerin memur olmalarına izin verdiği halde seçilmelerine bir türlü razı olmamış. _Başkalarının yönetimini kontrol edecek yeterlikte olan halk, kendi kendini yönetecek yeterlikte değildir. _Solon, Atinalıları dört sınıfa ayırmıştı. Büyük masrafları gerektiren sivil memuriyetlerin seçim yoluyla, ötekilerin kura ile verilmesini istemişti. Memuriyet süresi bittikten sonra da seçilmiş olan kişinin yaptığı işler hakkında yeniden bir yargılanmaya tabi tutulması gerekirdi. _Halk, oyunu kullandığı zaman bu işin açık olarak yapılması gerekir; bu uygulama tarzını demokrasinin temel kanunu olarak görmek şarttır. Cicero, Roma Cumhuriyetinin son zamanlarında oylama işini gizli kılan kanunların, bu cumhuriyetin yıkılışının başlıca nedenlerinden olduğunu söylüyor. _Soylular hükümeti_ _Soylular hükümetinde, egemenlik belli sayıda kişilerin elindedir. Kanunları yapan, yürütülmesini sağlayan bunlardır. Saltanat yönetiminde hükümdar için tebaa ne ise, soylular yönetiminde de milletin geri kalan kısmı bunlar için odur. _Soyluların sayısı çok olunca, soylular heyetinin, üzerinde durup karar veremeyeceği işleri düzenlemek ve hakkında karar vereceği işleri hazırlamak için bir senato gerekir. Bu durumda, aristokrasinin senatoda, demokrasinin soylular heyetinde olduğu, halkın ise hiçbir yerde olmadığı söylenebilir. _Bir kişinin tutkusu bir ailenin tutkusu halini alır, bir ailenin tutkusu da birçok ailelerin tutkusu oluverir. _Bu yönetimin genel bir engizisyonu olmalı çünkü görevi sadece bilinen kötülükleri durdurmak değil, bilinmeyen kötülükleri de önlemektir. _Hangi yönetim şeklinde olursa olsun, yetkinin büyüklüğünü süresinin kısalığıyla telafi etmek gerek. Bu konuda kanun yapanların çoğunun tespit ettiği süre bir yıldır; daha uzun bir süre tehlikeli olabilir. _Bütün bunların en kötüsü, halkın yönetilen kısmını, yönetenlerin medeni kölesi haline koyanıdır. _Saltanat hükümeti_ _Saltanat yönetiminde hükümdar, her çeşit siyasi ve medeni kuvvetin tek kaynağıdır. _Saltanatla yönetilen bir ülkede senyörlerin, papazların, soyluların ve şehirlerin imtiyazlarını ortadan kaldırın. Çok geçmeden ya halkçı bir devletle ya da istibdatla yönetilen bir devletle karşılaşırsınız. _Temel kanunların bulunmadığı otoriter devletlerde ise kanun muhafızlığı edecek bir heyet de yoktur. Bu gibi ülkelerde dinin bunca kuvvetli olması da işte bundan ileri gelir. Çünkü din bir çeşit kanun muhafızlığı eder ve devamlılığı sağlar; halk orada, dine değilse bile kanun yerine geçen geleneklere saygı gösterir. _İstibdat yönetimi_ _İstibdat yönetiminin niteliği gereği, bütün yetkileri elinde bulunduran tek kişi, yürütme yetkisini de yalnız bir kişiye bırakır. Beş duyusunun birden devamlı olarak, “Sen her şeysin, başkaları hiçbir şey değildir” dediği kişi doğal olarak tembel, bilgisiz olur. Sevişmekten başka bir şey düşünmez. Hiçbir şeyle uğraşmaz. Devlet işlerini birçok kişinin eline bıraksa bunların aralarında kavga çıkar. Hükümdara bağlılıklarını göstermek için hileye başvurmakta âdeta yarışırlar. Bu yüzden de hükümdar yönetimi yeniden eline almak zorunda kalır. Şu halde işin en rahat tarafı, yönetimi, başlangıçta kendisiyle aynı yetkilere sahip olan bir vezire bırakmaktır. Böyle bir devlette vezirin bulunması temel bir kanundur. _Anlattıklarına bakılırsa papalığa seçilen bir zat kendi kabiliyetsizliğini bildiği için önce reddetmiş. Israr üzerine kabul etmiş ve bütün işleri yeğenine bırakmış. Her şeyin yolunda gittiğini görünce de şaşırmış: “Ben bu işin bu kadar kolay olduğunu bilmezdim” demiş. Doğu hükümdarları için de bu böyledir. _Soylular hükümetinin ilkesi_ _Tebaa, hükümdara göre neyse burada da soylulara göre aynı durumda olan halk, kanun kuvvetiyle yönetilir. Şu halde halkın demokrasideki kadar fazilete ihtiyacı yoktur. _Soylular mevcut imtiyazlarını, özel çıkarlarını kullanmak suretiyle halk sınıfını baskı altında bulunduran bir topluluk meydana getirirler. _İstibdat hükümetinin ilkesi_ _Nasıl ki bir cumhuriyete fazilet, bir saltanat idaresine onur gerekiyorsa, istibdat hükümetine de Korku gerekir. Fazilete lüzum yoktur orada; onur ise tehlikeli bir şey olur. _Ilımlı bir hükümet bütün kuvvetlerini hiç çekinmeden, alabildiğine serbest bırakabilir. Kanunlarıyla, kendi kuvvetiyle devamını sağlar. Ama istibdat hükümetinde hükümdar bir an olsun yumruğunu aşağıya indirirse, üst mevkileri işgal edenleri bir anda yok edemezse her şey mahvolmuş demektir. Çünkü hükümetin kuvvetini teşkil eden korku ortadan kalktığından halkın artık koruyucusu yok demektir. _Ilımlı, anlaşma, süre, eşdeğerlik, uzlaşma, itiraz diye bir şey yoktur orada. Kişi, buyuran başka bir kişiye boyun eğen varlıktır. _Dinin yasaları daha üstün buyruklardır çünkü bu yasalar halkın olduğu gibi hükümdarın da başının üstünde yer almıştır. _Eğitim kanunları üzerine_ _Eğitim kanunları hayatta uyduğumuz ilk kanunlardır. Bu kanunlar hepimizi vatandaş olmaya hazırladıkları için, her özel aile, bütün aileleri içine alan o büyük ailenin planına göre yönetilmeli. Saltanat hükümetlerinde bu kanunların konusu onurdur; cumhuriyetlerde fazilet; istibdat yönetimlerinde de korkudur. _Saltanattaki eğitim üzerine_ _Kişilerin, davranışlarını orada iyi sözü ile değil, güzel sözü ile, doğru sözü ile değil büyük sözü ile, makul sözü ile değil, fevkalade sözü ile nitelerler. _Bayonne Valisi, krala yazdığı mektupta, “Haşmetmeap, eyaletimdeki insanlarla askerler içinde, iyi vatandaşlar, iyi askerler buldum ama bir tane cellat bulamadım. _Cumhuriyetteki eğitim_ _Siyasi fazilet, kişinin benliğinden fedakârlık etmesi demektir. Bu ise öteden beri çok ağır ve çok güç bir iştir. Bu fazileti, kanun ve vatan sevgisi diye tarif etmek mümkündür. Genel çıkarı, kişinin, kendi çıkarına, devamlı olarak tercih etmesini gerektirdiğinden ona bütün özel faziletleri verir. Bu faziletler işte bu tercihten başka bir şey değildir. Bu sevgi yalnız demokrasilere özeldir. Eğitimin amacı da bu sevgiyi millete aşılamak olmalı. _Doğmakta olan millet bozulmaz; bir millet, ancak yetişmiş kişileri bozuk olduğu takdirde yıkılır. _Yunanlıların bazı kuralları_ _Lykurgos, hırsızlığı adalet duygusuyla, en ağır köleliği en aşırı hürriyetle, en iğrenç duyguları en büyük ılımlılıkla karıştırmak suretiyle, içinde yaşadığı şehre bir istikrar vermiştir. _Bu kurullar öylesine şaşmaz bir şekilde yürütülüyordu ki, düşmanları savaşta galip gelseler bile uygarlığını yok edemedikten sonra hiçbir şey yapamıyorlardı Isparta’ya. _Polybe, bize havası kapalı ve soğuk bir ülkede oturan Arkadiyalıların ahlak ve geleneklerini yumuşatmak için müziğin lüzumlu bir şey olduğunu, müziği ihmal eden Cynete ülkesi halkının ise kötülük etmekte bütün Yunanlıları geride bıraktıklarını, hiçbir şehirde böyle bu kadar suç işlenmediğini söylüyor. _Yunan Cumhuriyetlerinde çok sıkıntılı bir durum vardı. Vatandaşların ticaretle, tarımla, zanaatla uğraşmaları istenmiyordu; boş gezmeleri de istenmiyordu. Jimnastikle, savaşla ilgili çalışmalarda kendilerine uğraşacak bir alan buluyorlardı. …… __ _Montesquieu - Önsöz_ _Şunu söyleyeyim ki, hiçbir fikrim kötü niyetle ortaya atılmış değildir. Tabiatım bakımından hiçbir şeyi reddedecek, küçümseyecek kafada değilim. Endişe ettiğim: Yirmi yıllık bir çalışmanın, şöyle bir anlık okumadan sonra yargılanmaması; birkaç cümlenin değil bütün kitabın kabul ya da reddedilmesi. _İlkeler ortaya koydum. Bütün milletlerin tarihlerinin bu ilkelerin sonuçlarından başka bir şey olmadığını, her özel kanunun başka bir kanuna bağlı olduğunu ya da daha genel bir kanuna uyduğunu gördüm. _Eski çağı incelemem gerektiği zaman, gerçekten ayrı olan durumları birbirine benziyormuş gibi görmemek, benziyormuş gibi görünenler arasındaki farkları da kaçırmamak için sözü geçen çağın ruhunu iyice kavramaya çalıştım. _İlkelerimi önyargılarımdan değil, olayların mahiyetinden çıkardım. _O göz alıcı özellikleri bulamazsınız burada. Olayları azıcık olsun geniş ölçüde incelemeye kalktınız mı, sözünü ettiğim özellikler kendiliğinden yok olur. Bu özellikler, genel olarak, zekânın yalnız bir yana yönelip, bütün öteki yanları ihmal etmesinden doğar da ondan. _Eskilerin, yetkilerini nasıl kötüye kullandıklarını ve nasıl cezaya çarpıldıklarını görüyoruz ama cezanın nasıl kötüye kullanıldığını da görüyoruz. _Bu esere kaç kere başladım, kaç kere de bıraktım. Yazdığım kâğıtları belki bin kere rüzgârlara terk ettim; hiçbir şey tasarlamadan yoluma devam edip gidiyordum. Yirmi yıl boyunca da eserimin başladığını, büyüdüğünü, ilerlediğini ve bittiğini gördüm. Benden önce Fransa’da, İngiltere’de ve Almanya’da, bunca büyük kişinin yazdıklarını gördüğüm zaman hayranlık duymaktan kendimi alamamıştım ama cesaretim kırılmadı. __ _Önsöz_ _Montesquieu,(1689 - 1755) Bordeaux’nun üzüm bağları ve şaraplarıyla tanınmış bir kazasında doğmuştur. Soylu bir aileden olmasına rağmen, yoksullarla kardeş olduğunu hayatı boyunca hatırlasın diye ailesi vaftiz babası olarak ona bir dilenciyi seçmiştir. Fakir olsun zengin olsun, halktan olsun soylu sınıftan olsun bütün insanların eşit olduklarını her zaman hatırlasın diye oğluna bir ders vermek için babası tarafından düzenlenmiş bir şey olduğu muhakkak. Çocukta bıraktığı iz derin olacak ki, kitabında durmadan kişilerin eşitliğinden söz ettiğini, hürriyetin insanların en tabii haklarından biri olduğunu, kanun karşısında bütün insanların eşit sayılması gerektiğini, toplumların ancak bu anlayış sayesinde mutluluğa ulaşabileceklerini ileri sürdüğünü görüyoruz. Bunun için de, ilkesi siyasi fazilet olan demokratik yönetim tarzını hepsinin üstünde tutuyor, bunu açıkça söylemekten çekinmiyor. Gerçek demokrasi, Cumhuriyet yönetiminde bulunabileceği gibi yumuşak bir soylular yönetiminde de, aydın bir saltanat yönetiminde de bulunabilir _İlk öğrenimini keşiş kolejinde bitirmiş ve hukuk öğrenimini tamamlamıştır. _Baron de Montesquieu, 1731’den 1748’e kadar hiç ara vermeden la Brède şatosunda “Kanunların Ruhu Üzerine” adındaki eserine çalışıyor. II. Frédéric, eseri okurken irkiliyorsa da, “uçsuz bucaksız bir ülkeyi yönetenin, egemenliğinin de doğal olarak sınırsız olması gerektiğini” okuyan II. Katerina eseri başucu kitapları arasına alıyor. Kilise, Kanunların Ruhu’nu tehlikeli kitaplar arasına koyuyor. _Montesquieu, hemşehrisi Montaigne gibi düz bir şekilde Yaşamış ve bütün zamanını kitapları Arasında geçirmiştir. Montesquieu, Montaigne gibi rahatına düşkün bir kişidir ama bu rahatı aile yuvasında arayanlardan değildir. _Tarihçiler, Fransız ihtilalini hazırlayanlar arasında Montesquieu ile Voltaire’in çok önemli bir rol oynadıklarını bize durmadan tekrarlarlar. _Voltaire, Rabelais gibi, Erasmus gibi, hatta Swift ve Cervantes gibi hümanistlerin düzenine girer; o da onlar gibi düşüncelerini iğneli ve ince üslûbu sayesinde bir şaka ve alay perdesi altından belirtmeye çalışır; o da tıpkı onlar gibi bütün insanları uyarmaya çalışır. Böyle bir işe girişirken de ağırbaşlı olmanın son derece zararlı olacağını çok genç yaşta anlamış bulunan Voltaire, kitaplarını deliler için, hastalar için, çocuklar için değil, aklı başında insanları güldürmek, eğlendirmek suretiyle en doğal haklarını aramaya teşvik etmek için yazmıştır. _Elbette ya, şakanın fazlası, yalnız önyargılarının etkisi altında kalan, kafalarının dikine giden, bir türlü skolastik anlayıştan kurtulamayan, görmek, anlamak, sezmek, merak etmek yetkilerinden tümden yoksun olan kişileri, hele menfaatlerinin ortadan kalkacağını anlayan kişileri ise hepten kuşkulandırır _Montesquieu’nün durumu böyle değildir. O, her şeyden önce bir kanun adamı, bir mahkeme başkanıdır. Kendi alanında bir bilgindir de. Kanunların kaynaklarını, ilkelerini aramış, çağlar boyunca nasıl geliştiklerini incelemiş, çeşitli ülkelerde ve zamanlarda ne şekilde yorumlandıklarını araştırmıştır. _Voltaire: _Karışık bir yolda kendime bir kılavuz aradım ama karşıma benden daha bilgili olmayan bir yol arkadaşı çıktı. Kitapta kanunların ruhunu değil yazarın çok geniş olan zekâsını buldum. Doğru dürüst yürüyecek yerde sıçrıyor, aydınlatacak yerde ışıldıyor, yargılayacak yerde bazen yeriyor. _Bütün eksiklerine rağmen bu kitabın insanlar için çok değerli bir kitap olması gerekir çünkü Fransa’daki yazarların çoğu düşünmedikleri şeyleri yazdıkları halde Montesquieu yalnız düşündüğü şeyleri yazıyor. Bütün insanlara hür olduklarını hatırlatıyor. İnsanlığa, yeryüzünün büyük bir bölümünde yitirdiği niteliklerini gösteriyor. Boş inanlara karşı savaşıyor, ahlak ilkeleri telkin ediyor. _Bu kitap bana kötü bir temele dayanan, plansız bir bina hissini veriyor. İçinde cilalı, yaldızlı birçok güzel daire var. _Kitabının her yerinde istibdat yönetimiyle savaşıyor; maliyecileri korkunç, dalkavukları iğrenç, keşişleri de gülünç bir şekle sokuyor. Böylece, keşiş, maliyeci, memur olmayanlar ya da olmak istemeyenler, Fransa’da çok sevdiler bu kitabı. Ama ben, böyle bir kitabın, başı da sonu da olmayan bir çıkmaz şeklinde, metotsuz, plansız olarak yazılmış olmasına üzüldüm. Bana kalırsa Montesquieu, kanun adamı kılığına girmiş Michel Montaigne’den başka birisi değil. Kitabın aşağı yukarı yüz konusunu okudum; çoğunun iki satırlık, bazılarının da on iki satırlık olduğunu gördüm; katıla katıla gülmekten alamadım kendimi. Bana öyle geldi ki yazar, en ağır konularda okuyucuyla alay etmek istemiş. Sözün kısası, var olmayan şeyler için neden göstermenin gerekmediğini, var olan şeyler için de yanlış nedenler ileri sürmenin yersiz olduğunu bilmiyor. Montesquieu’nün kitabında gördüğüm bu çeşit yanlışlar sayıp dökmekle bitmez. Yazarın şundan bundan aldığı sözlerin hemen hepsinin yanlış oluşu; adamcağız hafızasından faydalandığını sanarak hayal gücünden faydalanıyor. Kardinal de Richelieu’nün Vasiyetnamesi’nden aldığı bölümü anlamamış, yanlış yorumlamış. Ona söylemediği şeyleri söyletmiş. Çoğu zaman onlara, söylediklerinin tersini söyletiyor. Osmanlı Sultanı, eğer yetkilerini sınırlandırıyorsa, verdiği sözü ya da ettiği yemini tutmak zorunda değildir” diyor. Sultan ya tebaasına ya da komşu devletlere vaatlerde bulunabilir. Kuran’ın hiçbir yerinde yemin bozulabilir diye bir söz yok. Bazı Müslüman bilginleri de, hak dininden olmayanlarla dinsizlere verilen sözlerin bir değeri olmayacağını ileri süren Katolik bilginlerini taklit etmiş olabilirler. Ama kanunların ruhunu inceleyen kişinin yapacağı iş, bu düşünüş tarzının Türklere özel bir tarz olup olmadığını aramaktır, yoksa şunun bunun söylediğini yalan yanlış bir şekilde tekrarlamak değil. _Voltaire, eserin nasıl olması gerektiğini açıklatıyor: Atalarımızın yaşadıkları çağlarda hüküm süren kanunların tarihi ile, bu kanunların kurulmasına, ihmal edilmesine, bozulup yeniden ortaya çıkartılmasına sebep olan olayları öğreneceğimi sanıyordum. _Fazilet Cumhuriyetin, onur da saltanat yönetiminin ilkesidir” diyor Montesquieu. Muhakkak ki cumhuriyetler hiçbir zaman fazilet ihtiyacıyla kurulmuş değillerdir. Genel menfaat bir kişinin egemenliğini kabul etmedi; Hiç kimse bir başkasının isteklerinin kölesi olmak istemedi. İşte bir cumhuriyetin kurulmasının, devam etmesinin nedeni budur. _Başka bir yanlış: Hükümet şekillerinin, Cumhuriyet, Saltanat ve İstibdat diye üçe ayrılması. _Despot (müstebit) Büyük sultana bağlı olan Avrupalı küçük hükümdarlara bu ad verilirdi. İstenildiği zaman tahtlarından indirirlerdi onları; başka köleleri yöneten taçlı kölelerdi bunlar. Despot kelimesinin asıl manası evin efendisi, ailenin büyüğüdür. Bugün Osmanlı İmparatoruna, Fas Sultanına, Papaya, Çin İmparatoruna hiç çekinmeden despot deyip çıkıyoruz. Montesquieu, II. kitabının I. konusunda istibdat yönetimini şöyle tarif ediyor: Bir tek kişi, hiçbir kanun, hiçbir kural tanımadan, her şeyi kendi istek ve heveslerine göre yönetir. Roma’daki Papanın Çin’deki imparatordan daha despot olduğu muhakkak; çünkü papa yanılmaz. Oysa Çin imparatorunun böyle bir iddiası yok; _Despotluk, krallığın kötüye kullanılmasından, güzel bir yönetim şeklinin bozulmasından başka bir şey değildir. Bence, zalimleri krallık mevkiine getirmektense haydutları devlet yönetimine iştirak ettirmek daha iyi. _Montesquieu’nün kötü bir temele dayanan, plansız binasındaki cilalı, yaldızlı odalarda birkaç saat kalmak hoşuna gidiyor. Ama işte, hepsi bu kadar. _Voltaire bu kitaplarında (hiçbirinin üzerinde yirmi yıl çalışmadığı halde) vesikaları konuşturur. Hem öyle gelişigüzel bir şekilde değil... Hafızasına güvenmez, hayal gücünü işletmez. Tam bir tarihçi otoritesiyle yargılarda bulunur. Montesquieu’nün yargıları ise kesin değildir, daha çok teoriktir. Voltaire’in anlayışına göre Montesquieu filozof da değildir. Sadece düşünen ve düşündüren adamdır. Nitekim Konuşmanın sonunda, Voltaire “Düşünen ve beni düşündüren kişileri severim” diyor. Şu halde Montesquieu “düşünen ve bizi düşündüren bilgili bir insandır.” _Kanunu dağıtmak başka şey, kanun yapmak başka şey; kanunların doğuşunu, gelişmesini incelemek, en iyi kanunun hangisi olabileceğini araştırmak yani kanunların ruhuna girebilmek başka şey. Serpuşlu bir memurun bütün bu konular üzerinde otorite ile konuşabileceğine inanamıyor Voltaire. _Aynı çağın adamı olan, aynı ideal için çalışıp çabalayan Voltaire’in bir kıskançlık duygusu ortada var. _Voltaire, dostunu bir hayli hırpalamaktan çekinmemiş, ama Caesar’ın hakkını da Caesar’a vermekten geri kalmamış. Kendisi gibi, düşünen ve düşündüren insanları seviyor Voltaire. __
··
1.187 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.