Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Atatürk_ İktisat, ingiliz'in çekilmesi, Lenin, Şapka...
_İzmir İktisat Kongresi Açış Söylevi -1923_ _Ekonomi demek, her şey demektir. Yaşamak için, mutlu olmak için, insan varlığı için ne gerekse onların tamamı demektir. Efendiler, tarih, milletlerin yükselme ve düşmesi sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, sosyal nedenler bulmakta ve saymaktadır. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselmesiyle, düşmesiyle ilgili ve ilişkili olan milletin ekonomisidir. Gerçekten Türk tarihi araştırılırsa bütün yükselme ve düşme sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır. Başarılı olmak için çok çalışmak gerektiğini bilmeliyiz. Memleketimiz ziraat memleketidir. Bu yüzden halkımızın çoğunluğu çiftçidir, çobandır. Bundan dolayı en büyük kuvveti, kudreti bu alanda gösterebiliriz ve bu alanda önemli yarış meydanlarına atılabiliriz. Bence yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün ilkeleri, bütün programları iktisat programından çıkmalıdır. Çünkü demin dediğim gibi her şey bunun içinde yerleşmiştir. Bugün var olan fabrikalarımızda ve daha çok olmasını umduğumuz fabrikalarımızda kendi işçimiz çalışmalıdır. Rahat ve mutlu olarak çalışmalıdırlar ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın gerçek lezzetini tadabilmelidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsinler. Efendiler, görülüyor ki, bu kadar kesin ve yüksek bir askerî zaferden sonra bile bizi barışa kavuşmaktan engelleyen nedenler, doğrudan doğruya ekonomik nedenlerdir. İktisadî düşüncelerdir. Çünkü bu devlet, bu millet iktisadî hâkimiyetini sağlarsa o kadar kuvvetli temel üzerinde yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır ve artık bunu yerinden kımıldatamazlar. İşte düşmanlarımızın, gerçek düşmanlarımızın, bir türlü rıza göstermedikleri budur. _Arkadaşlar, kılıç ile fetih yapanlar, sabanla fetih yapanlara yenilmeye mecburdurlar. Nitekim Osmanlı saltanatı da böyle olmuştur. Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Romenler sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişler; bizim milletimiz de böyle fatihlerin arkasında serserilik etmiş ve kendi ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir. Efendiler, kılıç kullanan kol yorulur, sonunda kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmeye, paslanmaya mahkûm olur. Lâkin saban kullanan kol; gün geçtikçe daha fazla kuvvetlenir ve daha çok kuvvetlendikçe daha çok toprağa sahip olur._Osmanlı fatihleri, hakanları, istilâcıları, ana unsur ile beraber sabanın önünde yenilip çekilmeye başladıktan sonra, asıl felâketlerin büyüğü başladı. Yabancılara verilmiş olan ve özel olan karşılıksız her şey, kazanılmış haklar olanak anlaşıldı. Dışarıının daima kışkırtmasına ve yardımına sığınarak devletin ve aslî unsurunun yok edilmesiyle siyasî bir varlık olmak için çalışmaktan geri durmadılar. Problemler altında zaten fakir düşmüş olan anayurtta, ana unsur devlete verebilecek parayı güç hazırlıyordu. Halbuki tac sahipleri yöneticiler, Saraylar, Babıâliler mutlaka büyük gösterişe, şana sahip olabilmek için, onu devam ettirebilmek, zevk ve tutkularını sağlayabilmek için her ne pahasına olursa olsun, bu parayı hazırlamak çaresine düşmüşlerdir. O çareler de, borçlanmalar oldu. O kadar çok borçlanmalar yapıyorlardı, o kadar kötü şartlar içinde borçlanmalar yapılıyordu ki, bunların faizleri de ödenemedi. En sonunda bir gün Osmanlı Devletinin iflâsına karar verdiler. Maliye işleri hemen kontrol altına alınmış ve başımıza genel borçlar belâsı çökmüş bulunuyordu. _Şimdiye kadar gerçek, ilmî, olumlu anlamı ile millî bir devir yaşayamadık. Bundan dolayı millî bir tarihe sahip olamadık. Osmanlı tarihinde bütün gayretler, milletin isteği açısından değil, belki şunun bunun özel tutkularını karşılamak açısından gerçekleşmiştir. Güçlü padişahlar, takip ettikleri dış siyasette kendi emelleri, hırsları ve arzularına dayanmışlardır. Halbuki dış siyaset, iç siyasete dayandırılmak mecburiyetindendir. Yoksa hayalî, dış siyasetler peşinde dolaşanlar, dayanma noktalarını kendiliğinden kaybederler. Aldıkları memleketlerde bütün unsurları: dilleri, dinleri, gelenekleri, her şeyi başka başka olan ve birçok milletlerden ibaret bulunan bu unsurları, olduğu gibi korumaya kalkıştılar ve onlara bütün bu şeyleri koruyabilecek ayrıcalıklar verdiler. Buna karşın ana unsur, uzun seferler yapmakla zafer meydanlarında ölmekle, zapt olunan memleketlerin kendisini ve halkını beslemekle ve onlara bekçilik etmekle kendi kendini yıpratıyordu. Bununla birlikte millet, ana unsur; kendi evinde, kendi yurdunda ve kendi hayati gereklerini kazanmak için çalışmaktan tamamen mahrum bir halde bulunuyordu. Bu tac sahipleri yöneticiler milleti böyle diyar diyar dolaştırmakla, onlara kendi yurtlarını düşünmeye izin vermemekle de yetinmiyorlardı. Örneğin Fatih zamanında Cenevizliler’e ve Patrik’e verilen ayrıcalıklar ile açılan yol, kendisinden sonra daima genişlemiş ve sağlamlaştırılmış bulunuyordu. Bu ayrıcalıklar, devletim en kuvvetli, en büyük zamanında gerçekleşmiş oluyordu.Kanunî Sultan Süleyman zamanında Venediklilerle ticaret antlaşması yapılmıştı. Fakat Padişah, Venediklilerle ticaret antlaşması yapmayı kendi şerefine ve onuruna aykırı buldu. Bundan dolayı padişah böyle bir devletle antlaşma yapamazdı; ancak ona yardımlarda bulunabilirdi. Ve yardımlarda bulundu. İşte bu yardım kelimesi kapitülasyonlar kelimesi ile tercüme edilmiştir. _Arkadaşlar, şahsî saltanatta her konuya tac sahiplerinin arzusu, iradesi ve amacı hâkimdir. Milletin amaçları, arzuları, ihtiyaçları söz konusu olmaktan çok uzaktır. Tac sahipleri kendilerini Allah tarafından gönderilmiş bir kişi sayarlardı. Bir de onların etrafını alan çıkarcılar vardı. Onlar da padişahların fikirleri ve anlayışları ile dolu olarak ve padişahın bu arzusunu bir kutsal ve bir Kur’an gereği gibi herkese kabul ettirirlerdi. Böyle idare ve hâkimiyete rıza gösteren bir milletin sonu elbette felâkettir, Osmanlı Devleti gerçekte ve fiili olarak bağımsızlıktan mahrum bir duruma getirilmişti. Gerçekten bir devlet ki, kendi halkına koyduğu bir vergiyi yabancılara koyamaz. Devlet, istiklâlini çoktan kaybetmişti ve Osmanlı ülkesi yabancıların serbest bir sömürgesinden başka bir şey değildi ve Osmanlı halkı içindeki Türk milleti de tamamen esir bir duruma getirilmişti. O halde kesinlikle diyebiliriz ki, biz millî bir devir yaşamıyorduk ve millî bir tarihe sahip bulunmuyorduk. _Osmanlı tarihi baştan sonuna kadar hakanların, padişahların, kişilerin, en sonunda zümrelerin hal ve hareketini kaydeden bir destandan başka bir şey değildir. Mondros Mütarekesi’yle açılan ateşkes devrinin görüntüsü, bir an için tekrar düşünmüş olursanız göreceksiniz ki, baştan sonuna kadar bir dağılma görüntüsünden başka bir şey değildi. Devletler her türlü anlaşmalardan ve insanî ve medenî haklardan sıyrılarak memleketimizin en kıymetli ve en verimli yerlerini çiğnediler. İzmir’i, Bursa’yı, Eskişehir’i …düşmanların bu hareket şeklinden daha üzücü ve acıklı ve daha çok üzülmeye değer olan bir nokta varsa, o da bu memleketin yüzyıllarca başında bulunan ve bu milletin irade ve hâkimiyetini kullanan insanların dahi düşman saflarına geçmiş olmasıdır. _Osmanlı Devleti tamamen bitmişti. Fakat düşmanlarımız aynı zamanda Osmanlı Devleti’ni kuran Türk milletinin de, aslî unsurunun da, bu memleketin gerçek halkının da yok ve çökmüş olduğunu zannettiler. İşte bunda çok aldandılar. Osmanlı Devleti ve Osmanlı Devleti gibi çok devlet kurmuş olan Türk milleti yok olmamıştır. Tersine hayatına vurulan bu darbelerden, dış düşmanların ve iç düşmanların bu acı ve nefret edilecek darbelerinden birdenbire bütün acıkgözlülüğünü, bütün uyanıklığını takındı ve hayatını, şerefini, namusunu kurtarmak için tam bir kararlılıkla başını kaldırdı; birlikte ve birbirine dayanarak ortaya atıldı. Artık Türkiye halkı için tek temsilci, yasama ve yürütme yetkisini almış olan kendi meclisidir, tam bir istiklâl ve kayıtsız şartsız millî hâkimiyet ilkelerine dayanarak memleketi bayındır yapmak ve milleti zengin, rahat ve mutlu etmekten ibarettir. Millet tüfeksiz, topsuz, her türlü malzemesiz ve parasız bulunduğu bir zamanda yeniden dünyanın en kuvvetli ve en muazzam ordusunu kurmaya güç yetirmiştir. bu kadar kutsal ve büyük hedefler için gerçek ve en kuvvetli temel ekonomidir. Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi zaferler ile taçlandırılamazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner. Düşmana karşı en kuvvetli silâhımız ekonomideki dayanıklılık ve başarımız olacaktır. Efendiler, içinde olduğumuz halk devrinin, millî devrin, millî tarihini yazabilmek için kalemlerimiz sabanlar olacaktır. Bence halk devri, iktisat devri kavramı ile açıklanabilir. “Kanaat, yok edilmeyen bir hazinedir” anlayışı ile, fakirliği fazilet bilmek felsefesine de iktisat devri artık son versin. Eğer vatan denilen şey kupkuru dağlardan, taşlardan, bataklık sahalardan, çıplak ovalardan ve vatan; şehirler, köylerden oluşsaydı, onun zindandan hiçbir farkı olmazdı. Ve gerçekten bu dediğimiz felsefesinin sahipleri bu kıymetli vatanımızı böyle zindan ve cehennem yapmaktan başka bir şey yapmamışlardır. İşte bu memleketi böyle bayındır haline, cennet haline getirecek olan, ekonomik nedenler ve ekonomik faaliyetlerdir. Hepimizin isteği şudur ki, bu memleketin fertleri ellerinde örnekleriyle ziraatin, ticaretin, sanatın, emeğin hayatın bir temsilcisi olsun. belki memleketimize zengin memleketi, zenginler memleketi, bu yeni Türkiye’nin adına da çalışkanlar memleketi denilsin. Ve böyle bir devirde en büyük makam, en büyük hak, çalışkanlara ait olacaktır. zannedilmesin ki, biz yabancı sermayesine düşman bulunuyoruz. Hayır, bizim memleketimiz geniştir. Çok çalışma ve sermayeye ihtiyacımız vardır. isteriz ki, kanunlarımıza bağlı olmak şartiyle yabancı sermayesi bizim çalışmamıza ve var olan ama yetersiz kalan servetimize katılsın. fakat eskisi gibi değil. Gerçekten geçmişte ve özellikle Tanzimat devrinden sonra, yabancı sermayesi memlekette üstün bir yere sahip oldu. Artık her medenî devlet gibi, millet gibi, yeni Türkiye de buna uyamaz. Burasını esir ülkesi yaptıramaz. _Lozanda, karşımızdakiler bizimle üç senelik, dört senelik bir hesabı görmüyorlar, üç yüz ve dört yüz senelik bir hesabı görmeye başlamışlardır. Ve hâlâ karşımızdakiler eski Osmanlı Devleti’nin tarihe geçtiğini ve bugün yeni Türkiye devletinin var olduğunu ve bu Türkiye devletini kuran milletin çok kararlı ve kahraman bir millet olduğunu ve bu milletin artık tam bağımsızlıktan ve milli hâkimiyetinden zerre kadar fedakârlık yapamayacağını anlamamışlardır. Ordularımız en büyük zaferi kazanmışlardır ve zafer yürüyüşünü durduracak hiçbir engel yoktur. Böyle bir zamanda İtilâf Devletleri, hukukumuzu, kanunî haklarımızı görüşmeler ile bile onaylayacaklarını ve meselelerin görüşmeler ile bile çözümleneceğini söylediler ve bizi konferansa davet ettiler. Arkadaşlar, onlar istedikleri kadar kararsız olsunlar, fakat bu millet kesin kararını vermiştir. Bu millet için kararsızlık devirleri çoktan geçmiştir. _Efendiler! Hiç kimseden fazla bir şey istemiyoruz. Dünyanın her medenî milletinin tabiî olarak sahip olduğu şeylerden bizi mahrum etmemelidirler ve haklarımızı vermelidirler. _Giriş_ Derin ilgisizlik ile geçen yüzyılların iktisadî yapımızda açtığı yaraları tedavi etmek ve memleketi millî bir rahatlığa, mutluluğa ve servete ulaştıracak yolları bulmak için gerçekleşecek çalışmanızın çok kıymetli ve başarılı sonuçlara ulaşmasını dilerim. Arkadaşlar, sizler doğrudan doğruya milletimizi oluşturan halk sınıflarının içinden geliyorsunuz. Bunun için memleketimizin, milletimizin halini, ihtiyacını ve üzüntülerini yakından biliyorsunuz. Sizin söyleyeceğiniz sözler halkın dilinden söylenmiş gibi kabul olunur. Zira halkın sesi, hakkın sesidir. _İzmir İktisat Kongresi 1923_İzmir'in Kurtuluşundan 5 ay sonra ve Lozan Antlaşması'nın imzalanmasından 4 ay önce toplanan Türkiye İktisat Kongresi Anadolu kurtuluş hareketinin iktisadi yönünü göstermesi bakımından, son derece önemlidir. Karma ekonomi modelinin temelleri hazırlanmıştır. 1135 delege ile yeni Türkiye'nin ekonomik sorunlarının tartışıldığı bir kongredir. Başkanı Kazım Karabekir seçildi. Kurtuluş Savaşı ile kazanılan zaferden sonra prensip olarak siyasi ve ekonomik bağımsızlığı öngörmüştü. kapitülasyonların ve diğer imtiyazların kabul edilemeyeceği kongrede belirtildi. Ekonomik sorunları aşmak, savaştan yeni çıkan halkın kalkındırılması ve onlara yol gösterilmesi gibi konular üzerinde duruldu. Türkiye'nin çiftçi, tüccar, sanayi ve işçi zümrelerinden seçilen 1135 üyenin katıldığı bu kongrede bu grupların hazırladığı "Misak-ı İktisadî Esasları" tartışıldı ve kabul edildi. _Kararları_ _Hammaddesi yerli olan sanayi dalları kurulması gerekmektedir. _El işçiliğinden süratle fabrikaya geçilmelidir. _Sendika hakkı tanınmalıdır. _Özel sektörler tarafından kurulamayan teşebbüsler devletçe ele alınmalıdır. _1925'te Aşarın vergisinin kaldırılması. _Liberal bir ekonomi modeli. _Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır. _Sanayinin teşviki ve milli bankaların kurulması sağlanmalıdır. _Türkiye halkı, servet itibarı ile bir altın hazinesi üzerinde oturduğuna vakıftır. Ormanlarını evladı gibi sever, bunun için ağaç bayramları yapar. Yeniden orman yetiştirir. _Hırsızlık, yalancılık, riya ve tembellik en büyük düşmanımız; taasubdan uzak dindarene bir selabet her şeyde esasımızdır. Her zaman faideli yenilikleri severek alırız. _Türkiye halkı, sarf ettiği eşyayı mümkün mertebe kendi yetiştirir. Çok çalışır, vakitte, servette ve ithalatta israftan kaçar. Milli istihsali temin için icabında geceli gündüzlü çalışmak şiardır. Türk mikroptan, pis havadan, salgından ve pislikten çekinir, bol ve saf hava, bol güneş ve temizliği sever. Ecdat mirası olan binicilik, nişancılık, avcılık, denizcilik gibi bedeni terbiyenin yayılmasına çalışır. Hayvanlarına da aynı dikkat ve himmeti göstermekle beraber cinslerini düzeltir ve miktarlarını çoğaltır. Türk, ilim ve sanat yeniliklerini nerede olursa olsun doğrudan doğruya alır ve her türlü münasebette fazla mutavassıt istemez. Ecnebi sermayesine aleyhtar değildir. _Sanayi Teşvik Kanunu, 1927, sanayi yatırımı yapacak işletmelere muafiyet, imtiyaz ve teşvik sağlamayı amaçlayan yasadır. ______________________ _İngiliz'in İstanbul'dan çekilmesi_ _1922’de İzmir'in kurtuluşundan sonra Fahrettin Altay komutasındaki Türk süvari kolordusu, Çanakkale Boğazı üzerinden İstanbul'a yöneldi. Türk ordusu, Çanakkale'de bulunan İngiliz kuvvetlerine bir ültimatom vererek geçit hakkı istemişti. Bunun üzerine bölgede bulunan Fransız birlikleri geri çekildiler. İngiltere Başbakanı Lloyd George ise ültimatomu reddederek İngiliz kuvvetlerine direnme emri verdi ve hükümetindeki bir grup bakanla birlikte karşı bir ultimatom yayınlayarak Türkiye'ye savaş ilan edileceğini duyurdu. Türk ordusu bu ultimatoma cevap vermeyerek ingilizlerin üzerine yürümeye devam ederek boğazlarda general Harington'un ordularıyla karşı karşıya geldi. Harrington, Türk ordusuyla savaştan kaçınmış ve Türk ordusunun ve ankara hükümeti'nin bu resti diplomasi zaferi olarak geçmiştir. Akabinde mudanya konferansı için görüşmeler başlamıştır. Bu savaşı istemeyen Kanada Başbakanı, Kanada'nın siyasi bağımsızlığını tarihte ilk defa fiilen ilan etmiş oldu. (Kanada'nın kaderini değiştiren türk hadisesi) İngiliz kamuoyu ve hükümetteki üyeleri de Türkiye ile savaşa karşı çıktılar. Dışişleri bakanı Lord Curzon ve savaş bakanı Winston Churchill de karşı çıkınca hükümet düştü. Hem Lloyd George, hem de lideri olduğu Liberal Parti İngiltere tarihinde bir kez daha iktidara gelemedi. _İngiliz tarihi belgeleri_ _General Harington ingiliz yüksek komiserine: Padişahın korunması için alınacak önlemlerden bahsediyor. _İngiliz akdeniz başkomutanlığından deniz bakanlığına telgraf: "Mustafa kemal, ingiltere ile savaş halinde olduğunu ve ingiliz temsilcilerini tanımadığını söylüyor. _Curzon ile fransa başbakanı arasındaki ikinci görüşme. Fransa başbakanı ingiltere'ye boğazlardan çekilmesi gerektiğini ve orada tutunmanın imkansız olduğunu söylüyor. Curzon ise ingiltere'nin neden yalnız bırakıldığını soruyor. Fransız başbakanı parlamentonun fransa'nın Türklerle tekrar bir savaşa girmesine izin vermeyeceğini söylüyor. _Harington pek kaygılı. Bir yanardağı üstünde oturuyoruz. Kuvvetlerimiz yetersiz. _İngiliz gizli istihbarat örgütü raporu: Türklere yardım amacıyla kafkas rus ordusu güçlendirilmiş ve diplomatik önlemler düşünüyor . "Mustafa kemal istanbul ve boğazlar üzerine yürümek istiyor. Savaş çıkarsa ankara fransa'nın ingiltere'ye yardım etmeyeceğini biliyor. Mustafa Kemal avrupa yakasına asker taşımak için gemi arıyor. Kendisi sorunu kış basmadan önce kuvvet kullanarak çözmek niyetindeymiş. _İngiltere genelkurmay başkanı diyor ki: "Mustafa kemal saldıracak. 2-3 hafta dayanabiliriz. Mustafa kemal toplar getirip takviye kuvveti çıkartmamızı engelleyebilir. İngiliz ve türk kuvvetlerinin tarafsız bölgeden çekilmeleri için anlaşmaya varılırsa lehimize olur." Deniz bakanı ise hemen çekilmemeleri gerektiğini, prestijlerinin sarsılacağını, donanmanın takviye kuvvet için yardımcı olacağını söylüyor. _İngiliz istanbul yüksek komiserinden lord curzon'a telgraf:Türkler tarafsız bölgeye aldırmıyorlar. _İngiliz maliye bakanı ise mustafa kemal'in tarafsız bölgeyi çiğnediğini ve ingiliz kuvvetlerini kuşattığını söylüyor. _General harington'dan ingiliz savunma bakanlığına telgraf: Harington, mustafa kemal'e, hala neden ilerlediğini soruyor. Mustafa kemal ise oyalamak için yunan kuvvetlerini kovaladığını söylüyor. Harington bunun üzerine bölgede yunan kuvveti olmadığını, ayrıca Mustafa Kemal'in ingiltere'ye yaptığı suçlamaları soruşturduğunu iletiyor. Kendisinin emri olmadan Türklere ateş edilmeyeceğini, Mustafa Kemal arzu ederse onunla görüşebileceğini iletiyor. _İngiliz yüksek komiserinden lord curzon'a ivedi telgraf: Harington mustafa kemal'in 50.000 kişilik kuvvetle izmit yarımadasındaki tarafsız bölgeye saldırı hazırlığında olduğunu söyledi. _Fransa'nın londra büyükelçisinden lord curzon'a nota: "23 eylül'de verilen müttefik notasına ankara hükümeti 29 eylül'de şu cevabı veriyor. "Askeri harekatımızı durdurduk. Meriç'e kadar trakya'nın hemen boşaltılması ve t.b.m.m hükümetine devredilmesi gerekir. 3 ekim'de mudanya'ya gidilecektir. _Danimarka gazetesi diyor ki: Müttefiklere Türk ultimatomu. Kemal Paşa cevap için 24 saat süre verdi. Açık açık ingiltere'yi tehdit ediyor. Türkler saldırıya hazırlanıyor. İngilizler Kemalistlerin taarruzunu bekliyor".. _Norveç gazetesi diyor ki: "Kemalistler ingiltere'yi savaşla tehdit ediyor. Türkler, boğazlardan geçip trakya'ya girmelerinin engellenmesi durumunda ingiltere ile savaşacaklarini ilan ettiler. Ankara hükümeti istanbul ve trakya'yı almak gibi kabul edilemez şartlar ileri sürerek barış ümitlerini zora sokuyor" _İngiliz yüksek komiserinden dışişleri bakanı Lord Curzon'a telgraf: "Konferans çağrısı için en uygun zamandır. Yoksa Mustafa Kemal rahat durmaz. Ordularına ilk hedef akdeniz'dir diyen mustafa kemal'in ikinci hedefi trakya'dır. Durum ciddidir. Köşeye sıkıştırılabiliriz. _İngiliz gizli istihbarat örgütünün raporu:"Fethi bey: curzon ve lloyd george'un türkiye'yi yoketmeye kararlı olduklarını söyledi." _Hava kuvvetleri, harington'un emrine yeni bombardıman uçaklarını yetiştirme işini yürütecek. Donanma mustafa kemal kuvvetlerinin avrupa'ya geçmelerini önlemekle görevlendirildi." _Curzon diyor ki: "Trakya, boğazlar ve istanbul sorunlarının çözümü Mustafa Kemal'e bırakılamaz. Tarafsız bölgeye uyması ankara'ya iletildi. ingiltere mevzilerini güçlendirme kararı aldı. _Koloniler bakanı churchill'den ingiliz kabinesine gizli rapor: Churchill avrupa'ya yapılacak Türk saldırısına karşı koymak için kanada, avustralya, yeni zelanda ve güney afrika birliği valilerinden ordu istiyor. Olası bir yenilginin hindistan'da ve öteki müslümanlar arasında vahim sonuçlar yaratacağını söylüyor. Boğazları savunmak için yunan, romen ve sırp hükümetlerinden de yardım istediklerini de dile getiriyor. Dominyonlar haklı olmayan bir savaşa girmek istemediklerini söylüyorlar. İngiltere'yi dinlemiyorlar! "Haklı bir dava uğruna hepimiz can vermeye hazırız, haksız bir dava için ise tek bir insan harcamayız". _Hükümete muhalif hırvat köylü partisi diyor ki: "Türk sorunu şimdi yunanistan'dan ziyade ingiltere için daha önemli. İngiltere çanakkale'den çekilirse prestij kaybedecek, çekilmezse savaşa neden olacak ve bu da asya kolonilerini sarsacak" _General harington'dan savunma bakanlığına telgraf: Mustafa kemal beni ilk ateşi etmeye zorlamakta. Bundan kaçınıyorum ama boğazlara toplar yerleştirmesine göz yumamam." _Kaynak: British documents on Ataturk Britanya halkının en son isteyeceği şey yeni bir savaştı. Aynı zamanda kamuoyu, 1918'deki müttefik zaferinin kazanımlarını öylece bir kenara atmaya hazır değildi. Britanya halkı, sırf yunanlar savaşı kaybetti diye, yoğun mücadele sonucu elde edilen kazanımları kaybetmek istemiyordu. Çoğu kişinin adını yeni duyduğu bu "çanakkale krizinde," müttefiklerin (itilaf) kötü senaryosunda ortaya çıkmasından korktukları savaş "dünya savaşı" kalibresinde öngörülüyor. Bu noktada romanya ve yugoslavya ile yürütülen iletişim ve olası türkiye-bulgaristan-rusya yakınlaşmasına dair korku da dikkat çekiyor. _Curzon_ Hiçbir işte bizi memnun etmiyorsunuz. Hepsini reddediyorsunuz. Şu kanaate vardık ki, ne reddederseniz hepsini cebimize atıyoruz. Memleketiniz haraptır. İmar etmeyecek misiniz? Bunun için paraya ihtiyacınız olacaktır. Parayı nereden bulacaksınız? Para bugün dünyada bir bende var. harap bir memleketi nasıl kurtaracaksınız? İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkartıp size göstereceğiz!" _Bizzat ingilizler tarafından eğitilip modern askeri silahlarla donatılmış, cephedeki asker sayısı 200.000'i geçen ve batı anadolu'yu üç yıl boyunca işgal etmiş bir yunan ordusunu birçok askeri doktrini ilga etmek suretiyle 15 günde imha edip, literatüre giren kurmay subaylar tarafından komuta edilen muzaffer bir orduya karşı savaşmamayı tercih etmek her zaman olduğu gibi başarılı bir ingiliz öngörüsünün ürünüdür. _İkiyüz yıllık savaş geçmişi incelendiğinde kazanamayacağı hiçbir savaşa girmeyen britanya imparatorluğu, mağlup edildiği birkaç savaşı da adeta mucizeler sonucu kaybetmiş olup, bu savaşların tamamına yakınında da süreçte az zarar gören hatta kazanan olmuştur. Çanakkale savaşı gibi. Bunun temel nedeni ingilizler'in yenilmez olması değil, birçok avrupa imparatorluğu veya osmanlı imparatorluğu gibi maceraya atılmamaları, öngörüleridir. _Sürekli "Kemalistler geliyor, kemalistler şöyle yapacak, kemalistler böyle yapacak" diye bir söylem ve korku hakim. _Demek ki ingiliz ajanı sömürge valisi vahdetinmiş. Padişah bal gibi de satmış ülkeyi, baba mirası tarlası gibi satmış. Tabii bir yiğidin çıkıp: Siz kimin mirasını kime satıyorsunuz diyeceğini hesaba katamamışlar. Eğitim, vizyon, karizma ne ararsan var. üstelik yobaz değil. Aaaa, ama bu kadarı fazla gelir Türke. Batılı için de osmanlı için de Türk kaba ve cahil demekti. Yüzyıllarca türkleri hor gören sadece batı değil osmanlının ta kendisiydi. Atatürk türk milleti zekidir, çalışkandır diye boşuna vurgulamadı. Genlerimize kazınmış eziklikten bizi kurtarmak içindi hepsi. muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızda akan kanda saklı diyen biri ülkesini kimseye satmaz. Satan da türk değil ümmettir, kuldur. _Belge; okuyana, araştırana, okuduğunu anlayana sunulur. Bu belgelerin paylaşılması güzel ancak pratikte hiçbir yararı yok, çünkü bu algıya inanan adamlar okumayacak ve anlamayacak. Ayrıca bu argümanları yaratanların zaten işine gelmeyecek, çünkü adam doğruyu zaten biliyor. Yalan söyleyene yalanını düzeltmesi için belge sunmazsın, çünkü yalan; bir çıkar için söylenir. ____________ _Sinan Meydan_ Londra Konferansı görüşmeleri sırasında, 5 Mart 1920’de Lloyd George’un yaptığı şu açıklama, İngiltere’nin yeni politikasını gözler önüne sermektedir: “Yunan askerleriyle birlikte Türkiye’de 160.000 askerimiz var. Türklerin ise 80.000. Fransız, İngiliz ve Yunanlılardan meydana gelen her iki asker, bir Türk askerini yenemez ise bu konferansı durdurup Türklerin bütün isteklerini kabul edelim!” 1. I. Dünya Savaşı’nda 700 binden fazla kayıp veren İngilizlerin 1922 sonlarında Anadolu’da yeni bir savaşı sürdürecek kadar “askeri”, “maddi” ve “moral” gücü yoktur. Nitekim, İngiltere bu nedenle Kurtuluş Savaşı’nda bütün ümitlerini Yunanistan’a bağlamıştır 2. İngiliz kamuoyu, hem I. Dünya Savaşı’nın yıpratıcı etkilerinden dolayı, hem de Yunanistan’ın Anadolu’da yaptığı “kıyım “ve “katliamlardan” dolayı artık savaş istememektedir 4. Kurtuluş Savaşı sırasında, İrlanda, Mısır, Afganistan, Hindistan ve Irak’ta çıkan “İngiliz karşıtı” isyanlar ve “bağımsızlık hareketleri” ve Mustafa Kemal’in özellikle Hindistan’daki ve Irak’taki isyan ve bağımsızlık hareketlerini “gizli açık” desteklemesi, İngiltere’yi kaygılandırmıştır. 5. İngilizlerin, 1922’de Türklerle savaşı göze alamamalarının en önemli nedenlerinden biri de Mustafa Kemal’in daha 1920’de İtalyanlarla, 1921’de ise Ankara Antlaşması’yla Fransızlarla anlaşarak, İngilizleri yalnız bırakmasıdır _____________ _İstanbul işgali 5 yıl sürdü_1918 de İtilaf Devletleri Donanması, mayınları temizlemek bahanesiyle Çanakkale Boğazı'ndan geçti ve İstanbul'a ulaştı. İstanbul önlerinde demirleyen savaş gemi sayısı 167 idi ve 3600 ingiliz askeri karaya çıktı. İşgal komutanı Maitland Wilson, Beyoğlu'ndaki İngiliz Kız Lisesi'nde, törenle Karargâh kurdu_ _Yıldırım Ordular Grubu, General Falkenhein'ın komutanlığında Osmanlı Devleti'nin Filistin-Suriye-Irak cephelerini savunmak için teşkil ettiği ordular grubu. Filistin Cephesindeki Osmanlı 40.000 kişi kadardı. İngilizlerin emrinde ise takribi 191.000….Yıldırım Ordu Grubu'nun kuruluş amacı ilk başta Bağdat'ın geri alınmasıydı. Yıldırım Ordular Grubu 1918'deki Megiddo Muharebesinde İngiliz kuvvetlerince yenildikten sonra, 30 Ekim 1918 tarihinde İtilaf Devletleri'yle Mondros Mütârekesi imzalandı. Bu mütareke gereği Osmanlı Devleti'nde bulunan Almanların ayrılmaları gerekmekteydi. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, 30 Ekim 1918'de alman general Otto Liman von Sanders'e bir telgraf çekerek, Yıldırım Ordu Grubu Komutanlığını Mustafa Kemal Paşa'ya devretmesini istemişti. Mustafa Kemal Paşa'nın devralmış olduğu Yıldırım Ordu Grubu Komutanlığı görevi 8 gün sürdü. Yıldırım Ordular Grubu'nun Komutanı Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Grubu lağvedilince İstanbul'a hareket etti. Boğaz'a demirli düşman savaş gemilerini gördüğünde, ünlü "Geldikleri gibi giderler" sözünü söyledi. İstanbul'da yaklaşık beş buçuk ay kaldı ve yakın arkadaşlarıyla görüşerek ülkenin kurtuluşuna yönelik faaliyetlerde bulundu._ _Şevket, Cevat ve Kavaklı Mustafa Paşa İstanbul'da gizli bir toplantı düzenledi. Bu toplantıda "Üçlü Yemin" adlı bir rapor hazırlandı (Üçler Misakı) ve vatan savunması için ordu müfettişliği kurulmasına için karar verildi. 9. Ordu Askeri Müfettişliği (Erzurum konuşlu, Mustafa Kemal Paşa getiridi. İngilizlerin İstanbul'a asker çıkarmaları mecliste sert tartışmalara sahne oldu ve 1918'de Osmanlı Mebusan Meclisi feshedildi. istanbul basını, kamplara ayrılmış olarak yayın yapmaya başladı: İngiliz yanlısı yayın yapanlar ile Kuvâ-yi Milliye hareketini destekleyenler. İtilaf Devletleri Türk halkının tepkisini çekmemek ve işgalin haklılığını kanıtlamak için aşağıdaki bildiriyi yayınladılar: İşgal geçicidir. Padişahlığı ve halifeliği korumak ve güçlendirmek için işgaller gerçekleştirilmiştir. Herkes padişahlık makamının İstanbul'dan vereceği kararlara uyacaktır. Azınlıklara yönelik bir katliam başlarsa İstanbul Türklerden alınacaktır. _İttihatçılar yargılandı, Mondros ve Malta'ya sürgüne gönderildi. Ordu, anlaşma hükümlerince terhis ediliyordu. Resmi ve sivil birçok yöneticiyi, askeri, aydını savaş suçlusu ilan ederek tutukladılar, sürgüne gönderdiler. Damat Ferit istifa etti ve alirıza hükümeti kuruldu. Müttefikler'i hiç memnun etmemişti. Meclis-i Mebusan 12 Ocak 1920'de ilk toplantısını yaptı. Bilindiği gibi, özellikle Atatürk'ün talimat ve telkinleri ile, yeni Meclis'te kuvvetli bir milliyetçi hava ortaya çıktığı gibi, Misak-ı Millî'yi de 28 Ocak'ta bu Meclis yayınlayacaktır. Millî Hareket, Müttefikler'in gözleri önünde kendilerine meydan okumaktaydı ve daha da önemlisi, Müttefikler'in barış şartlarını hazırlamakta olduğu bir sırada, Türkler, kendilerinin kabul edebileceği barış şartlarını kendileri tespit ediyorlardı. Üç Müttefik Yüksek Komiseri Sadrazam Ali Rıza Paşa'ya bir nota ile Harbiye Bakanı Cemal Paşa'nın değil, Genelkurmay Başkanı Cevdet Paşa'nın da istifası istendi ve kabul edildi. İstedikleri gibi gitmediği üzerine Yüksek komiserler ve işgal polisi şehri ablukaya aldı. İtilaf Devletleri İstanbul'u işgal edince bütün devlet binalarını ve karakolları denetim altına aldılar. _Şehzadebaşı 10. Kafkas Tümenine bağlı karargâh birliği karakoluna gelip koğuşu basıp uyuyan askerlere ateş açarak erlerinden beşini ateş açarak öldürdü, onunu yaraladı. Meclisi basarak milletvekillerinin bir kısmını tutuklayıp, bir kısmını sürgüne gönderdiler. _1920' Sevr anlaşması yapıldı. Türkleri yok etmeyi amaçlayan yüzlerce maddeden oluşan bir antlaşmaydı. Antlaşmayı Sadrazam Damat Ferit ile birlikte 4 kişi imzaladı. Karahisar mebusu Nebil Efendi'nin dediği gibi "Boşuna yorulmuşlar, Türkiye yok diyeydiler, daha iyi ederlerdi" dedir. ___________ _Mütareke basını, İşgal yıllarında Millî Mücadele aleyhinde yayın yapan basına verilen ad. Mütareke basını Ali Kemal, Refi Cevat Ulunay, Sait Molla, Mustafa Sabri Efendi, Mehmet Asım gibi gazeteci ve yazarların, Millî Mücadele'nin verilmesine karşı olan tavırlarını ortaya koydukları basına daha sonradan verilmiş isimdir. Bu yazarlar Damat Ferit Paşa'nın İngiltere ile dostane işbirliğini savunan Hürriyet ve İtilaf Fırkası politikalarını destekler, Türk milleti kavramına antipati duyar, onun yerine Osmanlı halkları fikrinin devam ettirilebileceğini savunur. Türk milletini Anadolu'da yaşayan sadece tarım ve hayvancılıkla uğraşan, tahsili ve bir zanaati olmayan köylüler olarak tanımlayarak bu insanların Düvel-i Muzzama karşısında varlık gösteremeyeceğini, bu yüzden büyük devletlerle Mondros Mütarekesi çerçevesinde sürdürülen dostane ilişkilerin doğruluğunu savunurlar. Örnek olarak bunlardan Mustafa Sabri Efendi, "İki paralık Mustafa Kemal kuvvetinin baskısına boyun eğerek İngilizlerin, Fransızların ve sair devletlerin İstanbul'dan çekilip gitmelerini ancak Kemalistlerin idam ettiği Türk aklı kabul edebilir," demişti _ Attilâ İlhan konuşmasında, Türkiye'nin bir hain kontenjanı olduğunu, bunun nüfusun yüzde 10'u olduğunu; Türk aydını dediğimiz kişinin, Batı'nın manevi ajanı olduğunu; eğitim, savunma ve ekonominin millî olması gerektiğini, olmazsa Sevr'in geri geleceğini, Batı diye bir şey olmadığını, bunun hayâli bir kavram olduğunu söylemiş ve Türkiye'de basın Türk değildir suçlamasını sözlerine eklemişti (Özellikle Taraf gazetesinin yayınları, Genelkurmay'ı ve orduyu hedef alması sebebiyle bu ithamların başını çekmekteydi. Günümüzde, mebzul miktarda basın yayın organı, hükümetin güdümünde yayınlarını sürdürmektedir) _Ali Kemal (1867-1922), yazar, siyasetçi. Ermeni yanlısı bazı yazılarından dolayı 'Artin Kemal' şeklinde adlandırılır. İttihat ve Terakki karşıtı görüşleriyle tanınmıştır. Damat Ferit Paşa Hükümetlerinde Maarif ve Dahiliye nazırlığı yaptı. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra tutuklanarak Nurettin Paşa'ya bağlı askeri birliklerce linç edildi. Mustafa Kemal'e ve Millî Mücadele'ye karşı düşmanca tutumu ve ağır hakaretleri nedeniyle pek çok insan tarafından “hain” olarak damgalanmıştır. _Turgut Özakman’ın "Şu Çılgın Türkler" adlı ünlü kitabının bir bölümünde Artin Kemal şöyle anlatılır: "Ali Kemal, İstanbul’da Peyam-ı Sabah Gazetesi’ndeki geniş odasında, ortağı Ermeni Mihran ve misafirleriyle çene çalıyordu. Sarışın, gürbüz, yarı alafranga, yarı alaturka, kendine özgü bir insandı. O günkü yazısını öven tombul misafirine neşeyle: ’Ankara’dakiler yine köpürecekler!’ dedi, ünlü kahkahasını attı, sonra da ekledi: Ermeni arkadaşlarına : ’Haydutların işi gücü savaş. Siyasetten zerre kadar anladıkları yok. Ellerinde derme çatma bir ordu, birkaç tane de düzme kahraman, dövüşüp duruyorlar. Hükümet ölçmüş biçmiş, uygun görmüş, Sevr Antlaşması’nı imzalamış. Size ne oluyor a zırzoplar? Boş yere kan dönmenin álemi var mı?’ Ermeni Mihran ’Bunlar çılgın’ diye söylendi. Ali Kemal bu nitelemeyi çok sevdi: ’Tabii canım! Çılgın olmasalar cihan savaşını sanki biz kazanmışız gibi, koskoca İngiliz Başbakanı Lloyd George’a barış şartlarını dikte etmeye yeltenirler miydi? Ne demiş Arap ’elhükmü limen galebe’ galibin dediği olur! İşte bu kadar.’" Kurtuluş Savaşı sırasında yalnız Ali Kemal değil, padişah yanlısı diğer yazarlar da Ermenileri, Yunanlıları, İngilizleri tutuyor, Mustafa Kemal ve arkadaşlarına sövüyorlardı. _Dünyadaki en meşru, en ahlaklı, en haklı, en kutsal savaşlardan birine, emperyalizme karşı kazanılmış ilk kurtuluş savaşına karşı çıkan diğer yazarlar yurtdışına sürüldü. _Ali Kemal'in tahrikleri 31 Mart Olayı'nın çıkmasında etkili oldu. Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey'in öldürülmesinin ertesi günü olan 7 Nisan 1909'da Darülfünun'da kalabalık bir topluluğa yaptığı konuşmadan sonra bu konuşmanın etkisinde kalan Darülfünun hocaları ve öğrencileri katillerin yakalanmasını istemek üzere Bâb-ı Âli'ye yürümüşler; sayıları onbinlere ulaşan kalabalığın üstüne ateş açılması sonucu birkaç yüz kişi yaralanmıştı. Ertesi günkü cenaze sırasında da devam eden olayların ve 31 Mart ayaklanmasına dönüşmesi üzerine Selanik'ten gönderilen Hareket Ordusu İstanbul'a gireceği sırada Ali Kemal yeniden Paris'e kaçmak zorunda kaldı. _İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucularından birisi oldu. Damat Ferit ve sait molla gibi üyelerinin bulunduğu cemiyet 1919da kurulmuş ve İngiliz mandasını savunarak milli mücadeleye karşı düşman. _Genç subaylar" tarafından linç edildi. Kafası çekiçlerle ve taşlarla kırılarak öldürüldü. Çıplak vücudu ayaklarına ip bağlanarak sokaklarda dolaştırıldı. Cesedi, Lozan Konferansı'na giderken trenle İzmit'ten geçecek olan İsmet Paşa görsün diye istasyonda bir sehpaya asıldı. Lozan'a gitmekte olan İsmet İnönü'nün bu durum karşısında sinirlenmesi üzerine Ali Kemal’in ölü bedeni apar topar kaldırıldı. Ali Kemal'in ilk eşi olan İngiliz hanımından olan öz torunu Stanley Johnson'ın oğlu olan Boris Johnson _Rahmi turan yazısı_Mustafa kemale ve arkadaşlarına haydutlar demiştir ve Ermenilere destek çıktığı için halk da ona artin kemal demiştir. İşgal yıllarındaki işbirlikçi mütarake basınının en önde gelen yazarladından. _Refik Halit karayın milli mücadele düşmanlığı_ Milli mücadelenin en çetin günlerinde "patlıcan meselesi" diye bir yazı yazıp, bütün yazı boyunca lezzetli patlıcan yemeği tarifi verip yazıyı şu satırlarla bitirir "tam bağımsızlık milli and milli mücadele gibi kulakta iyi tınlayan ama içi boşluktan tıngırdayan bu ifadelerle kendimizi meşgul etmektense patlıcan meselesi üzerine eğilmek daha iyidir". Bununla da yetinmez, bakanlığı boyunca tüm enerjisiyle ankara hükümetine giden para ve malların engellemesi için aktif olarak uğraşır. Kendince haksız değildir tabii. Şimdi anlaşılmaz şekilde saklanıp çarpıtılsa da, sakarya meydan savaşına kadar değil osmanlı paşaları ve istanbul hükümeti, anadolu halkının büyük çoğunluğu bile zafere falan inanmıyordu. Herkes bu işlere kalkışanın ittihatçı artığı beceriksizler olduğunu, bu mücadelenin nafile olduğunu düşünüyordu. Anadolu'da bize anlatılanın aksine ordu namına bir şey yoktu, olanlar çerkez ethem, demirci efe gibi eşkiyaların düzensiz askerleriydi. başkomutanlık meydan savaşı kazanıldığında ali kemal, damat ferit, sait molla gibi karakterlerle birlikte hem ankara hükümetinin hem mücadeleyi destekleyen halkın en nefret ettiği kişilerden biridir. Haber geldiğinde üzülür ve korkar, hatta arkadaşlarının tavsiyesiyle ingiliz konsolosluğuna sığınır. Ülkeden bir ingiliz gemisi ile kaçar. Yaşar kemal, sabahattin ali gibi yazarlar ile rahatlıkla yarışır. Tek hatası, o zaman yanlış ele oynaması olmuştur. Bu hata hem kendi gençliğine hem de türk edebiyatının eşsiz bir üyesinden mahrum kalan türk insanına mal olmuştur. _Atatürke suikast için kuva-i milliyeye katılan hint kökenli İngiliz casus Mustafa Sagir. ingilizce, türkçe, farsça, arapça, almanca ve hintçeyi çok iyi derece bilmektedir. Görünürde bir memur, görünmeyende de ingiliz casusudur. Şehzade abdülmecid efendi ile dostluk kurar. Hepimizin bildiği üzere abdülmecid efendi esasında milli mücadeleyi desteklemektedir. Mustafa sagir bu bilgiyi derhal ingilizlere ulaştırınca padişah vahdettin, abdülmecid efendi'yi hapsettirir. ingilizler, onu defalarca gözaltına alırlar. Elbette bu sadece göz boyamadır. Kendisinin casus olduğunu bilmeyen bir ingiliz askeri mustafa sagir'i dövdüğü için sürgüne gönderilir. Artık iyice güven kazanan mustafa sagir, kuvâ-yi milliyecilerin haberleşme teşkilatı olan karakol cemiyeti'ne girer ve tüm isimleri ingilizlere bildirir. Böylece ali fethi okyar'dan hacı mehmet paşa'ya değin milli mücadelenin istanbul'daki en önemli isimleri ingilizler tarafından malta'ya sürülür. istanbul'da baskı altında olduğunu söyleyen mustafa sagir, böylece ankara'ya gelir. Burada mustafa kemal ile görüştürülür. Görüşme bittikten sonra ingilizlere görüşmenin çok iyi geçtiğini anlatan bir mektup yazar. Hâlbuki görüşme biter bitmez mustafa kemal yanındakilere "bu adam casus. izlemeye alın!" diye emir verir. Şair mehmet âkif ersoy ile dost olur. Mehmet âkif, sürekli gelip giden mektuplardan şüphelenir ve bir gün mektuplardan birini açar. Bakar ki mektupta hiçbir şey yazmamaktadır. Sonra başka bir mektubu açar, o da aynı. Şair, hemen kimyager avni refik bey'e vaziyeti anlatır ve bir laboratuvarda yapılan inceleme sonucu mektupların görünmez mürekkeple yazıldığı ve mustafa sagir'in ingilizlere casusluk ettiği anlaşılır akşamüzeri şairin yanına gelir gelmez orada hazır bekleyenler tarafından gözaltına alınır. Bir türlü konuşmayınca onu adnan adıvar'a havale ederler. Adnan adıvar, mustafa sagir'i tabiri caizse çatır çatır konuşturur. 23 mayıs 1921'de istiklâl mahkemesinde yargılanır. Mahkemede hüngür hüngür ağlar. Gerekirse türkler için casusluk yapabileceğini söyler. Neredeyse bütün diğer ingiliz casuslarının isimlerini verir. O zamana kadar nerede hangi takma isimlerle casusluk yaptığını bir bir anlatır. Türklerin kendisini affetmesini ister. 24 mayıs 1921'de ankara karaoğlan meydanı'nda kurulan darağacında vatana dahili ve harici edilen hiçbir ihanetin affedilmeyeceği ibret-i âlem olsun diye tüm dünyaya bir kez daha gösterilir. ________________ _Şapka devrimi_ _Fes_ 1828’de çıkartılan bir kıyafet nizamnamesiyle de fes resmi başlık oldu. Tunus’tan, 50 bin adet fes sipariş edildi. Daha sonra genişleyen Feshâne Fabrikası, bütün ihtiyacı karşıladığı gibi devletin ilk yünlü mensucat fabrikası haline geldi. _Şapka kanunu yoluyla halk, psikolojik olarak değişime hazırlanacaktı. İkinci olarak, tepkilerin ölçüsünü ölçecek. Üçüncü olarak kıyafetin sembolü, insan davranışına da etki edebilirdi. Geleneksel giysiler, doğu toplumlarının sembolü olarak aynı zamanda batının ve batıcıların bakış açısından geri kalmışlığı hatırlatan bir karaktere sahipti. Kıyafet devriminden önce sarık, fes ve peçe, halk tarafından âdeta İslâmiyet’in bir parçası olarak kabul edilmekte idi. Laik ve uygar bir ulusun kıyafetini, dinsel inançlara bağlamak gerçekten yersizdi.” Atatürk, Türk insanının maddi yaşam geleneklerini, devrimler yaparak (Örneğin; şapka devrimi, kıyafet devrimi, harf devrimi v.s. gibi) değiştirmek suretiyle onun düşünce tarzını geliştirmek istedi _Atatürk’e göre şapka; çağdaş olma, evrensel medeniyete katılma, kafaların içini hurafelerden kurtarıp bilimsel düşünceye açma yolundaki çabaları destekleyen ve simgeleyen bir adımdı. _Baylar, ulusumuzun giymekte bulunduğu ve bilgisizliğin, aymazlığın, bağnazlığın, yenilik ve uygarlık düşmanlığının bir simgesi gibi görünen ‘fes’i atarak onun yerine, bütün uygar dünyanın kullandığı şapkayı giymesi ve böylece Türk ulusunun uygar toplumlardan anlayış yönünden de hiçbir ayrılığı olmadığını göstermesi gerekiyordu. _Şapkanın konmasıyla; gerek değişik din ve mezhepten, gerekse değişik görüşten yurttaşlar arasında Müslüman-Müslüman olmayan ayrımı yapılması da son buldu. Dinsel, etnik ve toplumsal (kentli-köylü) farklılıkları eritip ortadan kaldıran bir nitelik kazanış ve devlete sadakati gösteren bir laiklik üniforması haline gelmiştir. Gazi, bu devrimlerle entelektüel Jön Türkler zamanında yalnız düşünce alanında kalmış olan planlarını gerçekleştirmişti. _İşte takke, üzerinde fes, onun üstünde de ağbani sarık… Bunların hepsinin ayrı ayrı parası yabancılara gidiyor. Bunu söylemekten maksadın şudur: Biz her açıdan medeni insan olmalıyız. Çok acılar gördük, bunun sebebi dünyanın durumunu anlayamayışımızdır. Fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Şunun bunun sözüne önem vermeyeceğiz. Bütün Türk ve İslam alemine bakın. Zihniyetlerini fikirlerini medeniyetin emrettiği değişim ve yükselişe uydurmadıklarından ne büyük felaket ve ıstırap içindedirler. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona kayıtsız kalanı yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz ailede layık olduğumuz mevkii bulacak ve onu koruyup sürdüreceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır!” _Gazi kastamonudan ineboluya geçti ve: “Efendiler, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkı medenidir. Tarihte medenidir, gerçekte medenidir. Fakat ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi size diyorum ki Türkiye Cumhuriyeti halkı fikriyle, zihniyetiyle medeni olduğunu ispat etmek ve göstermek zorundadır; medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla, medeni olduğunu göstermek zorundadır. Kısacası medeniyim diyen Türkiye’nin gerçekten medeni olan halkı baştan aşağı dış vaziyetiyle de medeni ve olgun insanlar olduklarını fiilen göstermek zorundadırlar. Bu son sözlerimi açıkça ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve dünya ne demek istediğimi kolayca alsın. Bu açıklamalarımı, bir sualle yöneltmek istiyorum, soruyorum: “Bizim kıyafetimiz milli midir ? (Hayır sesleri) “Bizim kıyafetimiz medeni ve milletlerarası mıdır? ( Hayır, hayır sesleri) “Size katılıyorum…Tabirimi mazur görünüz, altı kaval üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet ne millidir ve ne milletlerarasıdır.” “O halde kıyafetsiz bir millet hiç olur mu? Arkadaşlar, böyle nitelendirilmeye razı mısınız? (Hayır, hayır, asla sesleri) Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak aleme göstermekte mana var mıdır? ve “bu çamurun içinde cevher gizlidir fakat anlayamıyorsunuz” demek isabetli midir? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak gerekli ve doğaldır. Cevherin korunması için bir kutu lazımsa, onu altından veya platinden yapmak gerekmez mi? Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt caiz midir? Bizi tereddüde sevk edenler varsa, onların ahmaklığına alıklığına hükmetmekte hala tereddüt mü edeceğiz? _Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya gerek yoktur. Medeni milletlerarası kıyafet, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya potin, üstünde pantolon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve doğal olarak bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta “siperi şemsli serpuş”, bunu açık söylemek isterim, bu başlığın ismine “şapka” denir. Şapkaya itiraz edenler vardır. Yunan başlığı olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz? Ve yine onlara ve bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve hahamlarının özel kılığı olan cüppeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler? _Karşımda kalabalığın içinde bir zat görüyorum. (Eliyle işaret ederek) Başında fes, fesin üstünde bir sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan bu acayip kıyafete girip dünyayı kendisine güldürür mü? Bütün millet kıyafetlerini düzelteceklerdir. Sağlık açısından ve her açıdan denenmiş medeni kıyafeti giyeceğiz. Bunda tereddüde gerek yoktur. Asırlarca devam eden gafletin acı derslerini tekrarlamaya takat yoktur _Şapka giydirdim anlasınlar ki insan, kisve ile din değiştirilmez ve dini,herhangi bir kisveye alet etmez!. Kısa bir zamanda bunu anlayacaklardır. Din ile kisvenin farkının ne olduğunu idrak edeceklerdir. Ben bu hesapları bir “Gardrop” mevzuu üzerinde duracak kadar basit görmüş veyahut üzerinde durarak, onu inkılap kabul etmiş bir insan değilim. Şapka giydikten sonra bu iş ayrı, o iş ayrı diyecekler. Anlayacaklar ki, şapka giymekle kimse dinini değiştirmez” _Mustafa Kemal 19 Mayıs günü Samsun’a vardığında, kendisini karşılayan halk topluluğunu gözlemleyen bir İngiliz subayı, şu gözlemleri not etmişti: “Karşılamaya gelen halkın kiminin başında fes, kimininkinde kalpak, kimininkinde sarık, kimi başına bir bez parçası bağlamış; kiminin sırtında aba, kiminde cepken, kiminde yelek; kimin bacağında şalvar ,kiminde pantolon, kiminde uzun beyaz külot; kiminin ayağında çarık, kiminde yemeni, kiminde iskarpin, kiminde potin… Demek ki bunlar henüz ulus değil!. _Mustafa Kemal bu soru üzerine Mazhar Müfit’e, gidip odasından not defterini getirmesini söyledi. Sonra da; “Şimdi not et bakalım”, dedi. “Ama defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir sen bileceksin. Şartım bu. Önce tarih koy: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı. Şimdi yaz. Bir: Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır. İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacaktır. Üç: Tesettür (örtünme) kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.”Bunu duyunca Mahzar Müfit’in kalemi elinden düştü. Paşa, “Neden durakladın?” diye sordu. “Darılmayın ama Paşam, sizin de hayalperest yanlarınız var” _“Niçin Kastamonu’yu seçtiğimi bilmezsin. Dur, anlatayım. Bütün vilayetler beni tanırlar; ya üniformayla veya fesli, kalpaklı sivil elbiseyle görmüşlerdir. Yalnız Kastamonu’ya gidemedim. İlk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, Türkiye beni öyle görür, yadırgamazlar. _Yunus Nadi’nin şapkasını beğendi ve yoluna devam etmeden önce kendisininkiyle değiştirdi. _Bir kararnameyle, din işleriyle görevli olmayanların dini kıyafet ve işaretle dolaşması yasaklandı. _Meclisten çıkan yasayla bütün erkeklerin şapka giymesi istendi, fes giymek suç oldu. O sırada ülkede yeteri kadar şapka yoktu, binlerce insan ya açık başla ya da Avrupalı şapkacıların piyasaya sürdüğü çeşitli başlıkları giyerek dolaşıyordu. Ancak yerli şapka fabrikaları tam randımanla çalışmaya başladıktan sonra herkes şapka bulabildi. _ Mahmut Esat (Bozkurt) şu yanıtı veriyordu: “Hürriyetin nasibi, irticanın elinde oyuncak olmak değildir. _Ülkenin çıkarlarına olan şeyler hiçbir zaman Anayasaya aykırı olamaz, olmaması belirlenmiştir _Tepkiler_Şapkaya tepkiler din örtüsü altında geldi. Yenilik karşıtları gülünç denebilecek iddialar ileri sürerek, sözde İslam savunucusu rolü üstlenerek şapkayı Atatürk’ün, dolayısıyla genç Cumhuriyetin “dinsizliğini” belgeleyen en önemli delil olarak ileri sürdüler. _______________ _İstiklal Mahkemeleri, TBMM’nin çıkardığı laiklikle ilgili iki yasaya karşı yükselen tepkileri kovuşturmaya başladı. Bunlar; şapka iktisası (giyilmesi) ve tekke ve zaviyelerin seddi (kapatılması) kanunlarıydı. Yasaya göre; şapkadan başka bir başlık giymekte direnmenin cezası üç aya kadar hafif hapis iken, kanunu protesto hareketleri, sistemin meşruluğuna karşı yönelen idamlık suçlar sayıldı. kaynakta da Rize’de 8, Sivas’ta 3, İskilip’te 2, Menemen’de 28, çeşitli yerlerle beraber toplam 78 kişi idam edildiği geçmektedir. _Ertuğrul yatı_ 1903’te, Sultan II. Abdülhamit tarafından İngiltere tezgahlarına ısmarlanan bu yata, Osmanlı Hanedanı’nın kurucusu Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Bey’in adı verilmişti. Boyu 79,2 metre. 1924’te, Cumhuriyet’in 2. yılında Cumhurbaşkanlığı Yatı olarak yeniden ele alındı. 1927 günü Atatürk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ilk kez istanbul’a bu güzel yatla geldi. Atatürk Ankara’dan trenle İzmit’e gelmiş, orada Ertuğrul’a binmişti. 1960-61‘de her gemi gibi Ertuğrul da söküldü, bozuldu, ayrıldı. 19. yüzyıldan itibaren Krallar ve Devlet Başkanlarının kullanımına yat tahsis etmek yaygınlaşmıştı. Sultan II.Abdülhamid hükümranlığı sırasında, darbe olur korkusuyla İstanbul’dan hiç ayrılmadı. _Atatürk, Kurtuluş savaşı sırasında basının ve iş dünyasının gerekli desteği esirgediğini düşündüğü için İstanbul’a kırgındır. 1924 yılında Karadeniz seyahati sırasında İzmit’ten Hamidiye Kruvazörü’ne biner Boğaz’dan geçer ama İstanbul’a uğramaz. Sahile koşan İstanbul halkı ve yöneticileri hüsranlı bakışlarla boğazda ilerleyen paşayı selamlarlar. 1926’da İstanbul Belediyesi, Atatürk ile ilişkileri düzeltmek için Avusturyalı heykeltraş Heinrich Krippel’e ülkedeki ilk Atatürk heykelini yaptırır. _İstanbul'a gelişinde Ertuğrul Yatı'nda güvertede. (1927) Ertuğrul'un düdüğünün çalınması sonucu ortalığa yayılan koyu duman ve kurumlar nedeniyle bir hayli kirlenir. Atatürk bu durumdan çok rahatsız olur ve ‘Majeste bu yat epey zamandır çalışmadığı için, kazanları ısınıncaya kadar bu kurumlar bizi rahatsız edecektir’ diyerek üzüntülerini belirtir ve Kral’ın koluna girerek bitişikteki İngilizlerin kraliyet yatına geçerler. Atatürk tarafından kendisine tahsis edilen tren ile ülkesine geri dönen Kral Edward ise üç ay sonra, dul sevgilisi ile evlenilmesine izin verilmediği için tahttan feragat etti ve tahta kekeme Kral diye meşhur olan kardeşi Prens Albert geçti. _Savarona; Hint Okyanusu’nda yaşayan bir Afrika kuğusunun adı. Savarona’nın alımında heyetin karşısına bir engel çıktı: Adolf Hitler. Hitler, Savarona’yı Alman denizaltıları için kumanda gemisi olarak kullanmak istiyordu. Kimi iddialara göre Savarona’yı Almanlar satın almışlardı, yalnızca devir işlemleri yapılmamıştı. İşte tam bu sırada Türkiye teklifini vermişti. Almanya ile Türkiye Savarona yüzünden karşı karşıya geldi. Atatürk geri adım atmaya yanaşmadı. Sonunda Hitler Savarona’dan vazgeçti. Niye? Bir iddia; Hitler, Savarona’yı Atatürk’ün çok istediğini duyunca almaktan vazgeçti. Çünkü Atatürk’ün askerliğine hayrandı ve Atatürk’ün hastalığını biliyordu. Kim bilir belki de, Avrupa’yı işgale hazırlanırken Atatürk gibi bir askeri karşısına almak istemiyordu. Bir milyon 200 bin dolar üzerinden Türk Hükümeti satın aldı. Ancak Alman tekniğinin bir harikası olan Savarona'yı elinden kaçırmak istemeyen Almanya, Krupp firmasının desteği ile bu kez de Savarona Yatı'na haciz koyar. Fakat daha sonra, Atatürk'e karşı büyük sempatisi olan Amerika'nın o zamanki başkanı Roosevelt, Savarona Yatı'nın üzerindeki Almanya'nın koymuş olduğu hacizin en kısa zamanda kaldırılarak, Türkiye'ye satılmasını; aksi halde o sıralarda, New York Limanı'nda bulunan ünlü Alman transatlantiğinin haczedileceğini Hitler'e bildirir. ‘Bir çocuk oyuncağını bekler gibi bu yatı beklemiştim. Mezarım mı olacak bu tekne benim? _______ _ATATÜRK’TEN LENiN’E MEKTUP- 1922_ Mücadelemiz her seyden önce kapitalizme karsı yönelmiştir. Memleketimizi düsmandan kurtardıktan sonra, kamusal ehemmiyet tasıyan büyük isletmeleri devlet eliyle yönetme niyetindeyiz. Böylece gelecekte büyük kapitalist sınıfların efendiliğinin ülkede hâkim olmasının önüne geçmis oluruz. Bildiğiniz gibi, Türk ve Rus halkları, yüzyıllarca sürdürülmüs boyunduruk zincirini bir hamlede silkip attıktan sonra, kendi halklarının da bu yolu takip edeceklerinden dolayı büyük korkuya kapılan büyük Batılı emperyalist ve kapitalist kuvvetlerin saldırısına uğradığından, halklarımız arasındaki yakınlık ve anlasma, kendiliğinden elismistir. Hatırlayacağınız gibi, müsterek umutların ve benzer sartların neticesi olarak ortaya çıkan fikirlerin gelismesi, hükümetlerimiz arasında resmi münasebetlerin kurulmasına yol açmıs ve bilhassa bu münasebetlerde tayin edici bir rol oynamıstır Türkler ve Ruslar, tarihleri, yüzyıllarca sürdürülmüs kanlı savaslarla doldurulduktan sonra, hemen anlasmıs ve uzlasmıslardır. Bu vaziyet, öteki ulusları saskınlığa uğratmıstır. Pek çoğu, dostluğun geçici olduğu ve sartların zoruyla sağlandığı konusunda bir inanca sahip olmuslardır. Hâlâ da bu inançtadırlar. Fakat, iki halkın hangi sartlarla ve ne ölçüye kadar birbirlerini anlayıp sevdiğini ve eski kavgaların, zalim yöneticilerin kıskırtmaları ile çıkmıs olduğunu, son savasta asker ve subayların birbirleriyle nasıl isteksizce savastığını görmüs olanlar, birkaç sene önce olusan yeni vaziyetin sürekli ve istikrarlı olduğunu kabul etmekte gecikmeyeceklerdir Çünkü bu vaziyet tabii olandır ve eski istihdafı ayakta tutan suni düsmanlık ise son nefesini vermistir. Türkiye’nin rejim değistirmesi, Rusya’da olduğu gibi, sosyal bir devrimle ortaya çıkmıs olmayıp, yabancı devletlerin saldırı ve hâkimiyetlerine karsı bir baskaldırma türünde olduğundan, dünya kamuoyunun dikkatini çekmemistir. Bu baskaldırıs, canlı ve gerçek olarak dile getirilmemistir. Yüzeysel de olsa, ülkemiz hakkında bir bilgiye sahip olanlar, 1918 Mütarekesi’nden, özellikle 16 Mart 1920’den beri alınan yolun çok büyük olduğunu kabul edeceklerdir. Yüzyıllardan beri her seyde efendilerine ve saraylılara ve daha sonra oligarsiye bağlı kalan Türk halkı, 1919 yazında girisilen savasla, kendi kaderinin sahibi olmayı basarmıstır. _TÜRK HALKI EFENDiSiZ YASAYABiLECEĞiNi iLAN ETTi. Milletin bağımsızlık ve güvenliğinin söz konusu olduğu fevkaladehallerde, halk temsilcileri, yargı vazifesini İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla yerine getirmektedir. Görüldüğü gibi, bizde iktidarın üç fonksiyonunun ayrılığı mevcut değil. Batı’da kapitalist sistemin bütün milletin üzerindeki efendiliğini güçlendirmek ve bu sınıfın iktidarı istismar etmesi için özenle hazırlanan bu sistem, nefret uyandırmaktadır. Bu bakımdan, biz kapitalist sistemden daha çok, Sovyet sistemine yakınız. Yeni vaziyetimizin ve ekonomik sartların gereği olarak, toplumun, artık istismara bas eğmemek konusundaki kararının neticesi olarak, herhangi bir çaba göstermeksizin, baskalarının emeği ile yasayan parazitler sınıfı bütünüyle ortadan kalkmamıssa bile, bu sınıfa girenlerin sayısında büyük bir azalma olmustur. Modern Türkiye’de, imparatorluk döneminin efsanevi zengin sınıfı artık yoktur. Büyük arazi sahiplerinin gelirleri artık düsmüstür. Simdi, Türkiye’de herkes düzenli çalısmak zorundadır. Sonuç olarak, bugünün Türkiye’sinde atılan adımlar herkes içindir. _Türkiye, Batı Avrupa’ya olduğundan çok, bir bakıma Rusya’ya, özellikle son birkaç ayın Rusya’sına daha yakındır. Sonra, memleketlerimiz arasında bir baska mühim benzerlik, bizim, kapitalist ve emperyalist düzene karsı savasmamızdır. Biz memleketimizi düsman istilasından kurtardıktan sonra, kamusal ehemmiyet tasıyan büyük isletmeleri devlet eliyle yönetme niyetindeyiz. Böylece gelecekte büyük kapitalist sınıfların efendiliğinin ülkede hâkim olmasının önüne geçmis oluruz. Sizi temin ederim ki, Sovyet Rusya’ya karsı doğrudan veya dolaylı olarak asla hiçbir anlasma yapmayacağız ve hiçbir koalisyona girmeyeceğiz. (Atatürk'ün bu yaptığı bir retorik kuralıdır. Karşı tarafa saygı göstermektir, onun dilinden konuşmaktır, onun ilgisini daha iyi çekebilmektir, onun ilgilendiği konudan bahsetmektir. Tıpkı bizim yabancı uyruklu bir arkadaşla tanıştığımız zaman ona onun dilinde merhaba dememiz gibi. _Lenin_Ekim devrimi_ Büyük mülk sahipliği yasaklandı. Kilise ile devletin ayrılması, medeni nikah, kadınlar ile erkekler arasında hak eşitliği, işletmeler üzerinde işçi denetimi, bankaların ulusallaştırılması, ulusal topluluk hakları vb. pek çok hak ve özgürlük getirildi. Soyluluk unvanları kaldırıldı ve herkes kanun önünde eşit kabul edildi. İşçilerin günlük çalışma süresi 8 saate indirildi. Çocuk işçi çalıştırılması yasaklandı. Çalışan herkese, çocuklara ve çalışamayacak durumda olan yaşlı ve hastalara sosyal güvence sağlandı. Hafta sonları tatil ilan edildi. Çocuk ve yetişkin herkes için eğitim seferberliği başlatıldı. İşçi fakülteleri (rabfak) kuruldu. Eğitim ücretsiz ve mecburi hale getirildi. Böylece 1932'de çocukların %98'i bilfiil okula gidiyor olacaktı. Daha sonra Sovyetler Birliği %100'lük okuma-yazma oranıyla bu konuda dünyada birinci oldu. _Almanya 1939'da saldırmazlık paktı imzalamasına rağmen 22 Haziran 1941'de savaş ilanı yapmaksızın Sovyetler Birliği'ne ani bir saldırı başlattı. Rusya'nın iklim koşulları dikkate alınarak yazın başlatılan ve Barbarossa Harekatı adı verilen bu saldırıya hazırlıksız yakalanan Ruslar önceleri geri çekilmek zorunda kaldı. Sovyet generallerin Hitler'in imzaladığı pakta güvenmemesi gerektiği konusundaki uyarılarına rağmen yeterli hazırlığı yapmayan Stalin bu ani saldırı karşısında şok yaşadı. _Sovyet Rusya’nın 1945’te 1925 Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşmasını feshetmesi ve Boğazlarda denetim kurma ve Doğu Anadolu’da toprak kazanma girişimi şiddetle sol düşmanı, McCarthy’ci bir hareket için bahane oldu. İnönü sosyalist parti ve yayınları yasaklayarak bu hareketi güçlendirmiş oldu. Sağa doğru bu savrulma CHP’yi de etkiledi. Atatürk Devrimi donduruldu. Bunu gizlemek için tören Atatürkçülüğü büyük önem kazandı. __ _Türklerin kökeni_ Sinan meydan_ Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında batı merkezli tarihe başkaldırmasıdır. Kurtuluş Savaşı'yla batı emperyalizminin siyasi oyunlarını bozan Atatürk, Türk Tarih Tezi'yle de batı emperyalizminin kültürel oyunlarını bozmuştur. Sömürgeci batı, 19. yüzyılda kurmaca bir tarih ve dil tezi geliştirerek, bu tezlerle Doğu'yu "köksüzleştirip" sömürmek istemiştir. Türk Tarih Tezi'ni kanıtlmaya çalışan bilim insnaları, Sümerolog Landsberger, Hititolog Güntenbirk, Antropolog E. Pitard gibi dünyaca ünlü bilim insanlarıdır. Atatürk'ün 1930'larda ileri sürdüğü, Hititlerin, Sümerlerin, Etrüsklerin Türklüğü ve Türklerin ilk yerleşip medeniyet kurdukları yerlerden birinin Anadolu olduğu biçimindeki tezlerin birçoğu bugün (2010) modern bilim tarafından kabul edilmektedir. Türk adının ilk geçtiği kaynaklardan biri Museviliğin kutsal kitabı Tevrat’tır. Tevrat’ta Nuh’un oğullarından biri olan Yafes’in oğlu Gumar (Gomer), onun da oğlu Tugarma’dır. Tugarma’nın ise, Uygur, Tiros, Avar, Hun, Barsil, Zarna, Hazar, Sanar, Bulgar, Sabir adlı oğulları olmuştur. “Aşkenaz’ın İskitler”, “Gomer’in Kimmer”, “Madia’nın Med”, “Tiras’ın Turan” olduğu ileri sürülmüştür. Başta Herodot olmak üzere Antik çağ yazarları, Orta ve Kuzey İtalya’da MÖ. 900-700 yılları arasında güçlü Etrüsk devletini kuran “Tyrrhenus”lardan söz etmişlerdir. Bu Tyrrhenus sözcüğüyle kastedilen Turanlıl
·
3.350 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.