Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Falih Rıfkı Atay
_Çocukluğumuzda Türk, kaba ve yabani demekti. İslam ümmetinden, Osmanlı idik. Vatan sözü yasaktı. Padişahın kulları idik. Okul çıkışında ’Padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık. Arap’a Arap, Arnavut’a Arnavut, Rum’a Rum, fakat kendimize Osmanlı derdik. Bütün ekonomi, bütün iç ve dış ticaret, bakkallara kadar çarşılarımız, kadrolarında bir tek Türk bulunmayan bankalar, şirketler, hepsi Hristiyan, Yahudi veya ecnebiydi. "Su, ışık, gaz, her türlü ulaştırma, telefon, rıhtımlar ve limanlar, fenerler hepsi yabancıların elindeydi. Türk halk yığınları medrese din eğitimi altında, vicdan ve kafa karanlığı içindeydi. Osmanlı tarihini ilmihal gibi okurduk. Nerede ise padişahlarla peygamberleri birbirine karıştıracaktık. Hükümdarlardan hiçbirinin suçu ve günahı yoktu. Sadece övülmek ve asla eleştirilmemek bizi medeni dünyanın uzağında bırakmıştır. _İstanbul sokakları İtilâf askerlerinin süngülü askerleri ile doluydu. Boğaziçi, toplarını sağa sola çeviren düşman harp gemileri ile mavi suları görünmeyecek kadar örtülmüştü. Herkes ancak gündelik ihtiyaçları için evlerinden çıkıyor, yollarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere uğramamak için caddelerin duvar diplerinden büzülerek, eğilerek ve korkarak gelip gidiyordu. _"Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı ve kafamızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz." _Din ile şeriatı farklı şeylerdir. Tanrı'ya inanır ve ibadet edersiniz. Din burada biter. Ötesi şeriattır. Şeriatçılık demek, toplumu 7. yüzyıl Hicaz aşiretleri şartlarına doğru geri sürüklemek demektir. Yahudilikte de şeriatçılık vardır. Fakat İsrail, Tevrat çağına dönmediği için 2 milyonla, 7.Hicaz asrından ayrılamayan 60 milyon Müslümanı dövmüştür. _Şeriatçı, Batılı Türk'e, Batılıdan fazla düşmandı. Türkiye'yi ittihatçıların mı idare etmesini istersin, Yunanların mı? Yunanların! diye cevap vermiş. _Birinci Dünya Savaşı'nda ordumuz için "Muzaffer olmasın ya Rab!" redifli bir gazel yazan hoca İstanbul'a dönmüş, halifenin şeyhülislamı olmuştu. Bir sarıklı hoca, Sait Molla, İngiliz karargâh kapılarında jurnal verme nöbeti bekliyordu. Medrese, Mustafa Kemal'in ve onunla çarpışanların "katli vacip" olduğuna fetva vermişti. Bütün Müslümanlık dünyasının gerileme ve çökme sebebi "gâvur" değil, "softa"dır. _Bir türlü şu irticayı rahmetli diye anamadık gitti. _Bizim ordumuz ihtilalleri millî kurtuluş için yapmıştır. Hiçbir zaman iktidarı ele almak ve iktidarda kalmak için yapmamıştır. Bu arka niyette olanları da yola getirmiştir _Türkiye'de demokrasi, hoca ve gerici saltanatı demektir. _İlim ve vatan adamı olunuz. Ne çare ki, vatanın kaderi vatanseverlerin değil, bencil politikacıların elinde. Böyle giderse bu memleketi, Yunanlardan kurtarır gibi, politikacılardan kurtarma davası alıp yürüyecek. _Alafrangaya göre Türk değil, Osmanlı idik. Alaturkaya göre Türk değil, Müslümandık. Biz kendimize ilk defa Türk diyen, soyumuzun da _Ordumuz yok. -Yapılır. -Paramız yok. - Bulunur. -Diyelim ki bulduk. Düşmanlarımız hem kuvvetli, hem çok. -Olsun, yenilir. diyordu _Halkevleri neydi? Birer kültür kulübü! _Geri ile yarışa çıkılmaz; halifeliğe, padişahlığa kadar yolu var. _1917'de ihtiyardım, 1922'de ilk gençliğe kavuştum. _Biz yalnız kendimize hak veren, başımıza gelenlerden bizden olmayanları sorumlu tutan pek tuhaf bir milliyetçilik "peyda ettik." Bu milliyetçiliğin mayası "gâvur düşmanlığı"dır. _Meydan okuyan meydanın her cilvesine katlanmalı değil midir? _Aydınlar, kara kalabalık içinde ne yapacağını şaşırır. Ahlakını bozmadıkça politikada başarı kazanamaz. _Suriye'de mevki sahibi bir askerin Falih Rıfkı'ya sitemi: "Siz gençler ne tembelsiniz! Hiçbir şey yazmıyorsunuz. Çanakkale'ye bir torpido şair ve ressam gitti. Daha bir kitap bile görmedik _Atatürk ile ilgili… _Akıl hürriyetini sınırlayıcı, eğitim ve hukuk birliği ile laisizmi sarsıcı her şey Atatürkçülüğe hıyanet etmektir. _ CHP, Atatürk'ün mirasçısı değildir. Atatürk, "Partim" sözünü yazınca Recep Peker: Paşam niçin Cumhuriyet Halk Partisi yazmıyorsunuz? diye sormuştu. Atatürk: - Ne bileyim sonuna kadar Cumhuriyet Halk Partisinin benim partim olarak kalacağını? demişti. _En mesut Türkler, Atatürk yaşarken ölmüş olanlardır. _Atatürk'ün en büyük gururu Türk milletinin evladı olmaktı. _Ben şu hayli uzun ömrümde güneşe doyamadım. En parlağı, Atatürk kadar sürdü _Atatürkçüler yalnız Türkiye'yi gerilikten değil, Müslümanlığı da yobazlığın elinden kurtarmak durumunda. _Demokrasi Atatürk'ün idealiydi. Vicdan ve tefekkür hürriyeti olmayan yerde demokrasi kurulamaz, kurulsa da tutunamaz. _Hayatınızı ana babanıza; hür, şanlı ve şerefli Türklüğünüzü Atatürk'e borçlusunuz. Eğer Atatürk milletinin ve ordularının başında Anadolu savaşlarını kazanmasaydı bu dünyada vatansız ve hürriyetsiz kalırdınız. Asıl öksüzlük budur. _Mustafa Kemal, dünya harbine girmek istemiyordu: Kafa ve sanat adamı olduğu için! Ama Mustafa Kemal, Kurtuluş Harbi'ni bırakmak fikrinde asla bulunmadı: Vatan adamı olduğu için! İlim ve vatan adamı olunuz. _Mustafa Kemal Yunanlarla boğuşurken Birinci Millet Meclisinin maarif vekili Anadolu'da 400'e yakın medrese açtı. Resim dersini yasak etti. Birinci Meclis, bir ümmet meclisi idi. Müslümanlığı Türklüğünden üstündü. Eğer ihtilal şefi bir Şarklı olsaydı Türkiye zaferden sonra yeşil sarıklı bir Asya devleti olacaktı ve şüphesiz gene batacaktı. _30 Ağustos 1922 sabahı. Başkomutan Mustafa Kemal, ölmüş olanların cesetleri önünde: — Bu acıklı manzara bütün insanlık için utandırıcıdır. Ama meşru vatan savunmasının tabii neticesi. Fakat Türkler başka milletlerin vatanlarında aynı şeyi yapmayacaklar, demişti. Sonra yerde yatan bir Yunan bayrağının kaldırılmasını emretti: Bayrak bir milletin hürriyet sembolüdür. Düşmanın da olsa ona saygı göstermek lazımdır. _Atatürk, kadınlar konusunda son derece kıskançtı. Kadın anlayışında pek batılı olduğu söylenemez. Hatta hanımların tırnaklarını boyamasını bile istemezdi. Denebilir ki harem eğiliminde idi. Bu onun hissi, mizacı ve alışkanlığıdır. Kafasına göre kadın, hür ve erkekle eşit olmalı idi. Batı medeniyeti dünyasının kadını ile Türk kadını bütün aşağılık duygularından kurtarılmalı idi. Medeni Kanun'la Türk kadınına Garp kadınının bütün haklarını veren Atatürk, kendi münasebetlerinde, bırakınız ecnebi erkekle evlenen Türk kadınını, ecnebi kadınla evlenen Türk erkeğine bile tahammül etmezdi. Devrimlerin büyük ve eşsiz kahramanı, kendi koyduğu kanunun sonuçları ile karşılaşmak lazım gelince, "Bize göre değil ha çocuklar..." dedi. _Atatürk'ün kadınlara verdiği haklar olmasaydı, şimdi vapurların perdeli harem tarafında oturuyorlardı. _Atatürk'ten İsmet İnönü'ye_ İstanbul'da ertesi gün eski arkadaşı Ali Fuat Cebesoy'u yemeğe çağırmıştı. Öfkesi dinmemişti: Efendim hangi işi verdik de biz yardım etmeden başarmıştır? Kütahya Muharebeleri'nde böyle olmamış mıdır? Lozan'da böyle olmamış mıdır? diyordu. _Atatürk'le tartışmak için yiğitliğe lüzum yoktu. Hiçbir fikrimi saklamak ihtiyacını duyduğumu hatırlamıyorum. Dalkavukluğu meslek edinmeyenlerin hepsi de öyle idi _Ayasofya doğrudan doğruya Atatürk'ün emri üzerine müzeye çevrilmiştir. Atatürk, Batı medeniyet toplumları arasına katılan Türkiye Türklüğünün eski din ayrışıklığı geleneklerini geride bıraktığını göstermek ve asırlarca kapalı duran eşsiz sanat eserlerini devamlı olarak ziyaretçilere açık bulundurmak için Türk şerefini ve itibarını artırıcı bu büyük kararı vermiştir. _Atatürk devrim prensiplerini ilgilendiren meseleler dışında Millet Meclisi çalışmalarına karışmamıştır. Tartışmalar serbestti. Hele salı günkü parti toplantılarında yapılmadık tenkit kalmazdı. Atatürk devrinde birçok bakanlar, onun yakınları da içinde olmak üzere, grup toplantılarında yıpranarak düşmüşlerdir. _Atatürk’ün ölümünden beri gittikçe küçülüyoruz. Dünyanın en geri toplumları arasına katıldık. Batı basınında adımız geçmedi bile. Atatürk’ün devrimci Türkiye’si bütün Müslüman ilericilerini Batı medeniyetçiliğine doğru çekiyordu. _Mustafa Kemal vatanı kurtaran şanlı ve şerefli bir komutan olduğu için, halk O'na "kâfir" diyenlere, diyeceklere kanmıyordu. Mustafa Kemal bu memleketi "gâvur" elinden geri almıştı. Mustafa Kemal, şânını ve şerefini kendi ikbâli ve saltanatı için kullanarak ömür boyunca rahat edeceği yerde, şan ve şerefini tehlikeye koyarak, tıpkı dış düşmana karşı olduğu gibi, iç düşmana da savaş açtı; ölünceye kadar savaşa devam etti. _"Yıl 1919… Ülke işgal altındaydı! 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, İngilizlerin istediği gibi çalışmasına izin vermeyeceklerini gördü. Anadolu içlerine doğru ilerlemeye karar verdi. İlk durak Havza olacaktı. Yâverinden, hemen bir otomobil bulunmasını istedi. Araştırıldı, soruşturuldu… Sonunda, Benz marka, çok eski bir otomobil bulunabildi. Mustafa Kemal, “Tamam,” dedi. Arkadaşları, “Ama çok eski,” diyerek kuşkularını belirttiler. Mustafa Kemal, “Olsun,” dedi. Arkadaşları, “Her an arıza çıkarıp bizi yolda bırakabilir!” diye uyarmak istediler. Bunun üzerine Mustafa Kemal, “Başka otomobil var mı?” diye sordu. Arkadaşları, “Yok,” dediler. “Öyleyse bununla yola çıkacağız!” Samsun’dan çıkıp Havza’ya doğru gecenin karanlığında yol almaya başladılar… Korkulan sabaha karşı başlarına geldi. Motor su kaynatmaya başladı… Suyun soğutulması ve değiştirilmesi beklenirken, Mustafa Kemal, otomobilden indi. Şafak yeni sökmekte… Dağların bulutlara değen tepeleri yeni yeni pembeleşmekteydi. O anda, Mustafa Kemal, daha önce kimsenin duymadığı bir marşı söylemeye başladı: Dağ başını duman almış, Gümüş dere durmaz akar. Güneş ufuktan şimdi doğar, Yürüyelim arkadaşlar… Sesimizi yer, gök, su dinlesin, Sert adımlarla her yer inlesin! Bu gök, deniz nerede var? Nerede bu dağlar taşlar? Bu ağaçlar, güzel kuşlar, Yürüyelim arkadaşlar…" _“Çocukluk arkadaşı ve yaveri Salih Bozok der ki: ''Fikirleri kendisince hiçbir değeri olmayan kimselerle görüştüğünü çok görmüşümdür. Hatta bir defasında dayanamayıp: 'Paşam,' dedim, 'şu fikir danıştıkların arasında öyleleri var ki şaşıyorum. Bunların fikirlerine nasıl olsa sonunda katılmayacaksın. Ne diye birer birer çağırıp karşında söyletirsin?' Atatürk şu cevabı verdi: 'Bazen hiç umulmadık adamdan ben çok şeyler öğrenmişimdir. Hiçbir fikri aşağı görmemek lâzımdır. Sonunda kendi fikrimi tatbik edecek bile olsam, ayrı ayrı herkesi dinlemekten zevk alırım'.. _Atatürk İzmir'e bir gidişinde Kordon boyundaki evinin salonuna büyük bir sofra kurulur. Davetliler tamam olup oturulacağı vakit, sokakta biriken halkın içerisini seyrettiğini istemeyen vali, perdelerin indirilmesini emreder. Atatürk der ki:- Vali bey, dışarıdaki halk acaba bizim ne yaptığımızı sanıyor? İçki içtiğimizden şüphesi yok. Fakat şimdi masa üstünde kadın da oynattığımızı ve kim bilir daha neler yaptığımızı zannedecekler. İçki içmekten başka bir şey yapmadığımızı görmeleri için perdelerinizi açtırınız. _Atatürk’e, henüz Mustafa Kemal iken padişahlığı, halifeliği teklif ettikleri günleri hatırlıyorum. Herhangi bir adım atmak için Türkiye'nin şartları bugünkünden yüz defa elverişsizdi. "Hayır" dedi ve bütün şanını, şerefini ve canını tehlikeye atarak bin yıllık medreseleri köklerinden söktü, attı. Şimdi on yıllık hafız okullarına dokunamıyoruz.. _"Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük bir gayeyi elde etmek için gereken en belli başlı vasıtadır. Gaye fikirdir. Zaferin, bir fikri kazandırdığı kadar değeri vardır. Bir fikri kazandırmaya yaramayan zafer kalamaz. _Vahdettin_Abdulhamid_Erbakan_Deniz Gezmiş_İnönü_ _Vahdettin_(Atatürk anlatıyor:) Çok iyi anladığım; veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, temayüllerini, sahtekârlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? "Memleketi kurtarmak lazımdır, istersem bunu yapabilirmişim." Kısaca hemen hükmümü verdim. Vahdettin demek istiyordu ki: Hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul'a hâkim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikâyet ettikleri meseleleri hâlletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri yatıştırırsam Vahdettin'in arzularını yerine getirmiş olacaktım. _Vahdettin kabinelerinde benim için iki zıt fikir olduğunu yukarıda söylemiştim: Biri, beni lehlerinde kazanmak isteyenler; diğeri, hiçbir suretle güvenilmemem gerektiğini iddia edenler! Aylarca münakaşalardan sonra hangi fikir hak kazanmış, bilir misiniz? "Mustafa Kemal'e güvenilemez! Mustafa Kemal, İstanbul'da birtakım olumsuz telkinler, belki hazırlıklar yapıyor. Bu adamı İstanbul'dan uzaklaştırmak lazımdır. Mustafa Kemal'i Anadolu dağlarına atmalı ve orada çürütmeli!" Nihayet bu karar üzerinde mutabık kalmışlar. Bunu işiten yakın arkadaşlarım beni tebrik ettiler. _Abdulhamid_ Bir padişah ki budalaca kuruntu yüzünden, yirminci yüzyılda, İstanbul'a elektrik sokmaz. (Ufacık mumlu fenerlerin adı "Kandil-i Süreyya - mesil" idi.) Telefon getirtmez. Askere manevra fişeği ile de ateş talimi yaptırmaz. Donanmayı, eğer denize açılırsa toplarını Yıldız'a çevirip vurabilir diye ön köprü ile bağlı Haliç'te çürütür. Bir padişah ki okullarda edebiyat dersi okutmaz. Kuru övme dışında tarih dersi verdirmez. Aşk şiirini, romanını bile yasak eder. Kendi adıdır diye bir sabah uyanıp bütün kısa "a"lı Hamidleri uzun "a"lı Hâmid'e ve veliahtının adıdır diye bütün Reşad adlarını Neşet'e değiştirtir. Otuz üç yıl böyle bir padişahın hükmü altında çöküp giden bu memlekette 1965'te onu "Ulu Hakan" diye ananları deneme tavşanı gibi kullanılmak üzere akıl hastanesine yollamaz da ne yaparsınız? _Boğaziçi'ne gidenler Beylerbeyi Sarayı önünden geçerken hangi odasında olduğunu bilmedikleri Sultan Hamid'in hayaletini ararlardı. Halk için ne olmuşsa, o başımızdan gittiği için olmuştu. Aslına bakarsanız devlet Hamid devrinde, dağılmak için bir vuruş yetecek kadar çökmüştü. Fakat halk aslına bakmaz, olmuş olana bakar. _Erbakan _Atatürk’ün şapkasından Erbakan’ın takunyasına gelinceye kadar kırk dört yıl geçti. Atatürk’ün amacı bir başlık değiştirmek değildi. Kafanın içinde bir şey değiştirmekti. Türk kafasını kara inançlardan kurtarmaktı. Erbakan’ın kafası ayaklarındadır. _Erbakan laisizmi anayasadan kaldıracakmış. Ne kendisinin ne babasının ne dedesinin haddidir bu. Erbakan şeriatçı sağdan. Nizam-ı Cedit'i yıkan bu sağ. Abdülhamid despotluğunu tutan bu sağ. 1909'da 31 Mart'ı yapan bu sağ. Kuvayı milliye devrinde Bolu, Yozgat, Biga ve daha birçok ayaklanmalara ön ayaklık eden bu sağ. Mektepli subayları öldüren bu sağ. Kurtuluş Savaşı'nı baltalamak isteyen bu sağ. Şeyh Said hareketinin arkasında bu sağ. Menemen'de Subay Kubilay'ın başını kesen bu sağ. Ordunun işte asıl bu sağa karşı alerjisi vardır. Ne zaman baş gösterse üstüne yürür. _Deniz Gezmiş_ Banka soyguncusu hayduttan bir kahraman çıkardık. Çakırcalı efe gibi destan kahramanı oldu. Ama Çakırcalı sonunda bacaklarından baş aşağı asılmıştır. Kanlı eşkıyaların el üstünde tutulduğunu da görecekmişiz! Yazık üniversiteler için harcadığımız on milyonlarca liraya! Eşkıya yetiştirmek için üniversite kurmaya ne lüzum var? Onları dağ da yetiştirir. _İsmet İnönü hakkında_Yerine geçen bir "ikinci adam"dı. Kendini tutturabilmek için çevresini eski devir gericileri ve Atatürk düşmanları ile donattı. Paradan, puldan Atatürk resimlerini çıkarttı. Sonunda demokrasiye geçiş devrinde medreseleri açarak şeriatçılığı yeniden diriltmiştir _Osmanlı padişahlığı devri yalancı şahitli, rüşvetçi kadı mahkemeleri ile dolup taşardı. Her mahkemenin kapısı karşısında bir yalancı şahit kahvesi vardı. O devrin şeyhülislamları ve müftüleri değil midir ki İngilizlere kulluk ederek Anadolu'da vatanı kurtarmak için savaşan cihatçıları fetva ile "tekfir" etmişlerdir. _Yakup Kadri sordu:- Cemal Paşa'm, bu harbe niçin girdik? İşte cevap:- Aylık vermek için! Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli ya öbür tarafla birleşmeli idik. _Yunan ordusu bir adım daha ilerlediği, Anadolu'nun bir yerinde daha isyan çıktığı vakit Türkçe çıkan gazetelerin çoğu sevinçle: - Hani kahramanlarınız? Hani Mustafa Kemal'iniz? Acı acı şöyle demişim: "Kuvayımilliye hiçbir işe yaramasa bile namuslu bir adamın yastığı dibinde duran tabancadır. Hiç olmazsa intihar etmeye yarar!" _Bizden öncekiler Osmanlı veya Müslümandırlar. Türklüğü kimse üstüne kondurmaz. Frenklerin ve onlara uyan Osmanlı alafrangalarının edebiyatı hepimizin ruhunda onulmaz bir aşağılık duygusu yaratmıştır. Edebiyat-ı cedide romancılarından birinin hikâyesinde "Türk" kelimesini görünce âdeta sevinirdik. Bu aşağılık duygusu Mustafa Kemal'in tarih ve dil üzerine çalıştığı günlere kadar sürdü. _İstanbul'da kadınların ırzından yalnız kocaları, ana babaları sorumlu değil idiler. Bütün mahalle halkı, aile hayatını kontrol ederdi. Bir eve kadın alındığı haberi duyuldu mu; imam, bekçi ve belli başlı mahalle eşrafı gider, o evi basardı. Çatı arasına ve kümese kadar aramadığı yer bırakmazdı. _İslam emperyalizmi yapıyoruz! _ _Siz, Peygamber torunlarının ateş çemberi içinde, bir hurma kurusu bulamayıp deriniz iskeletinize yapışmış ölürken, Anadolu çocukları ağızlarının yaraları içinde kavrulmuş çekirge çiğnemeye çalışarak, Fatıma'nın, Ebubekir'in, Ömer'in ve (Hz.) Muhammed'in sandukalarını savunacaklar. Taa Şam'a kadar üç gün üç gece süren demiryolunun iki tarafını Anadolu Türkleriyle kuşatacağız. Arap kesesine Anadolu altını ve Arap kursağına Anadolu'nun rızkını akıtacağız. Şaka değil, İslam emperyalizmi yapıyoruz! Arap hançerleriyle bağırsakları deşilerek, etleri çöl güneşinden kavrulmuş olanlar! Sizler, ey Sarıkamış'ın buz dağı üstünde donmuş olanların kardeşleri, siz hep, pomadlı bir yüz derisinin kapladığı boş bir kafanın içindeki bomboş bir hayalin kurbanları değil misiniz? _İslamcılık da yalnız biz Türklerde idi. Filistin ve Irak cephelerinde ordumuza Hint Müslüman askerleri saldırıyordu. Peygamberin torunları İngilizlerle birleşerek Hicaz'da isyan etmişlerdi. Lavrens'in emri altında Medine'ye hücum eden Emir Faysal'a karşı dedesi Muhammed'in kabrini biz Türkler savunuyorduk _Bütün kârlı gelir kaynaklarımız Düyûn-ı Umûmiye İdaresinin elinde idi. Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi ve bunlara benzer saraylara harcanan milyonlarca altın borcu ve yığılmış faizlerini, Rusya'ya yenilmek yüzünden vermeye mahkûm olduğumuz galiba doksan milyon altını ve faizlerini ödemek zorunda idik. _1908'den önceki rüştiye ve idadiye okullarından Osmanlı tarihini ilmihal gibi okurduk. Nerede ise padişahlarla peygamberleri birbirine karıştıracaktık. Hükümdarlardan hiçbirinin suçu ve günahı yoktu. _Ne demekmiş gelenekçilik? Osmanlı şartlarına dönmekten başka! Yere bağdaş kurup sinide elle yemek, kadını çuvala tıkmak, kızları satmaktan başka! Bir Erbakan 1909'da asılan Vahdeti’nin istediklerini isteyerek Konya’dan milletvekili seçilmiştir. O da başı takkeli gelenekçi! _Bir defa vatanın yarısını kaybettik. Bir defa bütününü kaybettik. Battık. Gökten Atatürk indi ve öyle bir kaos içinden çıktık. Onun ölümünden yirmi beş yıl sonra, otuz beş bin yobaz okulunda Türk çocuklarını koca imparatorluğu batıran zihniyetle yetiştiriyoruz. Bir milletin aklını başına toplaması için Tanrı onu daha nasıl imtihandan geçirebilir? _Bir de şeriat bahanesi demokrasi bahanesi ile değişti. Eskiden şeriata aykırı ne varsa istemezükçülere göre şimdi demokrasiye aykırı! Devrimciler devrinden sonra özürcüler devri... Bu milletin talihi bu. Tahterevalli. Bir yukarı ve arkasından hemen bir aşağı! _Atatürk şu Türkiye kelimesi başından "zavallı" sözünü kaldırdı idi. Ondan sonraki tek marifetimiz; o kaldırılmış, unutulmuş sıfatı da medrese gibi, tekke gibi, şeriat ilk eğitimi ve nikâhı gibi yerine koymak olmuştur. _Türkiye'de Amerika ve NATO aleyhtarlığı tamamıyla, yüzde yüz kızıl enternasyonal tertibi ile onun yeraltı "kışkırtma ve propaganda" mekanizmasını ustaca işletmesi ile olmuştur. Türkiye'de Batı'ya karşı davranış Çinlidir, Rus'tur, Türk değildir. _1932'de Antep'te bir ramazan günü Türk hanımları ile öğle yemeği yemiştim. Yan bakan olmamıştı. Bu ramazan ilacımı alabilmek için Bursa yolundaki bir kasabada bir bardak su bulamadım. Turistler, Müslüman bile değilken, hepsi aç kalmışlardı. Anayasanın 19. maddesi her gün ayaklar altındadır. _Mütareke istedik, Bulgarlara, "Harbi bırakalım ve konuşalım,"dedik. Bulgarlar ne evet ne hayır demeden İstanbul'u almak için saldırışa geçtiler. Ordudan artakalanlar can havli ile Türklüklerini gösterdiler, bu saldırışı durdurabildiler. Bulgaristan ancak o vakit "peki, görüşelim!"dedi. _Dumlupınar Zaferi vatan bütünlüğünü kurtarmıştır. Millet bütünlüğünü kurtaran, eğitim birliği ve laiklik devrimleridir. Millet bütün dünya işlerinde ne şeriat ne de herhangi bir ideolojinin baskısı altında olmayarak yalnız günün şartları içinde kendisi için en yararlıyı düşünerek karar verir: Öz Atatürkçülük budur. _18. yüzyılın sonlarında medreseye müspet ilimleri sokmayı bırakınız, "Talim gâvur işidir." diye Nizam-ı Cedit ordusunun ortadan kaldırıldığını görüyoruz ki kışkırtma elebaşlarından biri Şeyhülislam Ataullah Efendi idi. _Eğer ezan ve ibadet birlikte Türkçeleşseydi Arap'tan büsbütün kurtulmuş olacaktık. _Kuvva-i milliye günlerinde yeşil ve kızıl Mustafa Kemal'e karşı el ele vermişlerdi. Bugün de Atatürkçülüğe karşı el eledirler. Lenin, geriyi ayaklandırmıştı. Geri ve gerici, bir ülkede düzeni yıkmak isteyenlerin kolayca sömürdüğü en verimli kaynaktır. _Yalnız bozuk dil değil, bir de bozuk ağız meselemiz var. Argo ve küfür, bizim çocukluk ve gençliğimizde aşağı katın ve arka sokağın bir ayıbı idi. Şimdi bir çeşit züppe süsü olmuştur. Bu çeşit züppe; giyinişinde, yürüyüş ve oturuşunda, tıraş ve konuşmasında tabiiden uzaklaşmayı nedense marifet sanıyor. Kalabalıklarda çok defa kulağınızı tıkamaktan kendinizi güç tutarsınız. *************** _Nutuk_ _Ne kadar zengin olursa olsun istiklalden yoksun bir millet medeni dünya karşısında uşak olmaktan başka bir mevkiye yükselemez. Türkün gururu çok yüksektir. Böyle bir millet esir yaşamaktansa ölsün daha iyidir. O halde Ya istiklal ya ölüm, kurtuluş savaşının parolası budur. Savaşmazsak zaten esir olacağız. Belki savaşarak yenilecek ve yine esir olacağız ama haysiyetimizle, miskin bir şekilde değil. _İnsaf ve merhamet dilenmekle millet ve devlet işleri görülemez. Milletin ve devletin şeref ve bağımsızlığı korunamaz..."İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir ilke yoktur. Türk milleti Türkiye'nin gelecekteki çocukları, bunu bir an akıllarından çıkarmamalıdırlar". _Halide edip Adıvar: Birbirini yok eden, çıkar sağlama, hırsızlık, macera ve şöhret için yaşayanların hırsını doyuran bu hükûmet anlayışı yerine, milletin refah ve kalkınmasını sağlayabilecek, halkı ve köyleri, sağlığı ve zihniyeti ile çağdaş bir halk durumuna getirebilecek bir hükûmet anlayış ve uygulamasına ihtiyacımız var. Bunun için gerekli olan paraya uzmanlığa ve kudrete sahip değiliz. Siyasî dış borçlar, siyasî esareti artırıyor. Taraf tutma, cahillik ve çok konuşmaktan başka olumlu bir sonuç veren yeni bir hayat yaratamıyoruz. _Kara vasıf bey: Mandaya girelim ama buna dış destek diyelim. 500 milyon borcumuz var. Ordumuz dağıtıldı. Halk perişan. Onların uçakları var bizim öküz kağnılarımız. Onların dev savaş gemileri var bizim küçük yelkenlimiz bile yok. _Efendiler, vicdan ve şefkat sahibi olanların yüreklerini gerçekten kan ağlatan bir telgrafı daha merhametli gözlerinizin önüne sererek bu konu ile ilgili açıklamalarıma son vereceğim. Ankara’ya yolculuğumuz sırasındaki gözlem ve incelemelerimiz, bizlere, gerçek koruyucu olan Ulu Tanrı'nın ilâhî lûtfuyla tecellî eden millî birliğimizin dayanmış olduğu millî teşkilâtın, kökleşmiş, millet ve memleketin geleceğini kurtarmak için gerçekten güvenilir bir kuvvet ve kudret haline gelmiş olduğunu, şükürler olsun gösterdi. Kutsal birliğimize, kararlılık ve imanımıza dayanarak, meşru isteklerimizin elde edileceği güne kadar, büyük bir dirençle çalışılması ve bu bildirimizin genelge halinde köylülere varıncaya kadar bütün millete duyurulması rica olunur. Gaye, vatan ve milletin kurtuluşudur _Damat ferite mektup: Sadrazam hazretleri, kahraman milletimiz varlığını hiçbir zaman sizin gibi cellat hükümetlere kurban etmeyecektir. Arz edeyim ki milletin iradesinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet yoktur. _Ali rıza hülümetinden, halkı silahlandırarak birbirini kırdırtmaya kalkışan, orduyu içten yıkıp memleketi savunmasız bırakan, ordunun sırlarını açığa vuran İngiliz dostu paşaların derhal tutuklanmasını ve mahkemeye çıkarılmalarını istemekteyiz. _Kemal Paşa’dan, Ali Rızaya: Devletin, içine düştüğü felâket uçurumunun derinlik ve dehşetini görmekten âciz olan zavallılar, elbette ciddî ve gerçek çareyi görmemek için gözlerini yumarlar. Çünkü, o ciddî ve gerçek çare kendilerini daha çok dehşete düşürür. Akıl ve kavrayışlarındaki kısırlık, tabiat ve ahlâklarındaki zayıflık ve soysuzlaşma gereği böyledirler. _Efendiler, Rıza Paşa Kabinesi, aziz vatanımızı işgal eden, süngülerini milletin canevine saplayan düşmanları misafir kabul ediyor ve onlara karşı konukseverce davranıyor. Bu nasıl bir kafadır _İşgalcilerin kölesi olan padişah ve halifenin emriyle oluşturulan hükümet de köle olacaktır ve tarafımızca tanınmayacaktır. _Kemal Paşa’dan, Damat Ferite: Ahmakları aldatabileceği kısa aklıyla bizi gafil sanıyor galiba. _Karabekir, Kemal Paşa’ya bir telgraf gönderip kibarca: Paşam, hükümete kendi adınızla gönderdiğiniz tebligatlar sizi sevenler tarafından bile eleştriliyor. Bunun yerine kongre kararlarının heyeti temsiliye imzasıyla gönderilmesini rica ederim. Kemal Paşa cevap veriyor: Saygıdeğer Kardeşim, Derin bir samimiyete dayandığına asla şüphe etmediğim görüşlerinizi açık ve kardeşçe bir dille bildirmiş olmanız, kardeşlik bağlarımızın sağlamlaşmasına ve yürekten bir sevinç duygusunun doğmasına vesile olmuştur. Zihninizde beliren sakıncaları çok iyi anlıyorum. 10 Eylül tarihinde hükümete kendi adımla gönderilmiş bir tebliğim yoktur. Yalnız, telgrafhanede bulunduğum bir sırada, tesadüfen Dahiliye Nazırı Adil Bey' le makine başında karşı karşıya geliverdik. Onur Sivas Valisi Reşit Paşa 'ya verdiği anlamsız cevaplara karşı, bendeniz sırf şahsi olmak üzere, onun şahsına karşı bildiğiniz biraz sertçe uyarılarda bulundum. Bazı yerlere gönderdiğimiz tebligatlarda sadece temsil heyeti mührü şahısları gizliyor ve ortada bir sorumlu kalmıyordu buna bianen imzamızı da attık. _Rafet beyin mektubunda Sivas insanlarının kansızlığı ve padişahçılığı bunun da kongreye zarar verebilecği vurgulanmış. _Kemal paşa, şifreli bir telgrafla rauf orbayın da onlara katılacağını haber alıyor. Adını saklamak suretiyle beni üzmenin ne anlamı vardı. _Konya valisi cemal bey mahkumları silahlandırıp kendine bir birlik yapıp kuvai milliyeyi tanımıyor ama saygıdeğer Konya halkı buna karşı ayaklanmış ve cemal bey istanbula kaçmıştır. _Halifelik, ilmin ve tekniğin ışığı karşısında gülünçlükten başka bir şey değildir _1919’da yunanlar İzmir 56. tümenini esir alıp bursaya götürdüler. Manisa ve aydın işgal edilmiş katliamlar başlamış ama halk henüz uyanamamış halkı uyandırmak için mitingler dernekler kurulmalı. _Ben gösterişli ve birçok kişinin hayali olabilecek ordu müfettişliğini bırakıp millet için yola çıktım. Önce kendimi tehlikeye attım birçok arkadaşta bunu göremiyorum. Herkes önce kendisini düşünüyor. _Tarih göstermiştir ki büyük davaların başarıya ulaşması için kudretli bir önderin varlığı zaruridir. _Amerikan general Harbord heyeti gelip bizimle konuştu. Bu mücadeleyi başaramazsanız ne olacak demişlerdi. Millet fedakarca mücadele ettikten sonra başarısızlık diye bir şey olamaz. Başarı kesindir. Başaramazsanız demek milleti ölü olarak görmek demektir _İttihat ve terakkinin elindeki sadrazamlar ülkeye çok büyük zararlar vermişlerdir. Bunlar güçlerini milli iradeye değil güçlü bir yapıya dayandırmışlardır. _İstanbul hükümeti diyor ki: Büyük devletler adaletlidir. Onların kurallarına uyarsak ülkemiz bütün halinde padişahın kontrolünde varlığını sürdürür. Atatürk ise: Eğer bu adamlar, gerçeği biliyorlar ve kendilerini aldatmıyorlarsa, milleti kandırarak bir koyun sürüsü halinde düşmanın pençesine teslim etmek için canla başla çalışmalarına ne anlam verilebilir? _Atatürk rahip fewe mektup: Sait Molla ile hazırlanıp uygulamasına başladığınız, güvenilir kaynaklardan haber alınan plânın başarı şansının olmadığı Adapazarı ayaklanmalarında görülmüştür. Kürt halkını kışkırtmaya çalıştığınız ve başarısızlıkla sonuçlanan olaylar medeni dünya için utançtır. Samimiyetle söylerim ki siz bir din adamı olarak siyasi olaylara bulaşmamalıydınız sizi şerefli adaletli sanmıştım ama gelişen olaylar bunun tam tesi olduğunu bize ispatladı. Bunları bildirmekten şeref duyarım. _Yüksek şeref ve onurlarına yakıştıramıyorlar mıydı? _Yalancı peygamber, Hart olayı: Bayburt hart köyü, devlete isyan eden ve askerle çatışan şehit eden kendini peygamber olduğunu Allahın emirlerini söylediğin söyleyen şeyh, oğullarıyla birlikte öldürülmüş. _Millet asırlardan beri kökleşmiş bağlılıklarından dolayı kendilerinden önce padişahı düşünüyor bunun tersini idda edenler kafir dinsiz olarak hakarete uğruyor. 3 çare var: Amerikan, İngiliz mandası ya da bağımsızlık. Osmanlı çökmüş elde tek ata toprağı kalmış. _Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan hain Vahdettin soysuzlaşmış. Şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini alçakça tedbirler araştırmakta. Ordunun elinden silahları alınmış. Zararlı cemiyetlere ve işgallere karşı kurulan cemiyetlerden Trakya cemiyeti, İngiliz mandasına girerek trakyada bağımsız Trakya devleti kurmayı düşünüyor. İngiliz muhipleri üyeleri: Vahdettin, damat Ferit ve şeyh sait… Şeyh sait, tüm belediyelere İngiliz himayesinin tek kurtuluş olduğunu bildiren tebligat göndermiş. Beni istanbuldan sürmek için müfettişlik görevini uygun buldular ve samsundaki karışıklıkları önlemem için çok büyük yetki vermekle sakınca görmediler. 3. ordu müfettişi olarak samsuna çıktım. ......................
·
1.897 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.