Gönderi

464 syf.
·
Puan vermedi
·
10 günde okudu
Hayalin hakikat dağına çıkma gayreti
Kemal Tahir'in 1965 yılında yayımlanan "Bozkırdaki Çekirdek" romanı, Türkiye'nin modernleşme sürecinde önemli bir rol oynayan Köy Enstitülerini konu alan bir başyapıttır. Kastamonu, Çankırı ve Çorum’un kesişim noktasındaki bir bölgeye köy enstitüsü kurmak için giden bir grup eğitimcinin, enstitüye öğrenci olarak alınan çocukların ve yerli halkın/yerel aktörlerin belirli bir zaman diliminde başından geçenleri anlatıyor Bozkırdaki Çekirdek. Bu üç grubun da iç dünyasına ayrı ayrı odaklanmayı başarıyor; anlattığı hikâyeyi çok katmanlı hikâyeler bütününden oluşturuyor aslında. Bu yazıda her gruba ayrı ayrı odaklanacağım, fakat en çok irdeleyeceğim üçüncü grup olacak. Çünkü kitabın arka kapağında Kemal Tahir’in Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan dönemde devletin devrimleri yukarıdan aşağıya uygulamasını gözden geçirdiğini ve eleştirel tutumunu koruduğunu söyleyen İthaki Yayınları’nın aksine ben, Tahir’in devleti ve köy enstitülerini sorguladığını kabul ederken bu kitaptaki en büyük eleştiriyi yerel düzene yaptığını düşünüyorum. Zaten, hem eğitmen hem öğrenci grubunda niyeti iyi ve kötü olan kişileri birlikte bulurken yerel aktörlere baktığınızda tek bir iyiye rastlayamıyorsunuz. Birinci grupta, Ankara’dan bir arabayla Keşişdüzü’ne köy enstitüsü kurmak için yola çıkan bir grup eğitimci bulunuyor: Müdür Halim, Müdür Yardımcısı Nuri, Öğretmen Cemal ve sosyoloji doktorasına saha çalışması olsun diye ekibe katılan Emine… Bu gruba zaman zaman civar köylerde eğitmenlik yapan Murat ve ara ara bölgeye gelen müfettiş Şefik Ertem katılıyor. Halim ve Nuri Bey Cumhuriyet’in idealist öğretmenlerini temsil ediyor. Onlar köyü dönüştürüp – er ya da geç – başka bir Türkiye’de yaşayacaklarına inanıyor. Müfettiş Şefik Ertem ise sorguluyor. Devletin yereli tamamen değiştirmek gibi bir niyetinin olmadığını, köy enstitüsünün de  yüzyıllardır süregelen “-mış gibi” davranma alışkanlığının bir başka örneği olduğunu söylüyor. Köyün sosyal-sınıfsal yapısını, ağalık sistemini değiştiremeden birkaç köylü genci dönüştürsek o gençler burada barınabilir mi, diye soruyor. Barınması için köyün baştan aşağı değiştirilmesi gerektiğini ama devletin yerel aktörleri radikal şekilde değiştirecek cesaretinin olmadığını belirtiyor. Her zaman olduğu gibi bu projenin de bizi kurtaracak mucizelerden bir tanesi olarak ortaya konduğunu söylüyor ve devam ediyor: Seni bilmem ama ben usandım, mucizeler memleketi vatandaşı olarak yaşamaktan… Hem mucizeden mucizeye hopluyoruz hem kıçımızda donumuz yok. Şefik sorgularken, Halim ve Nuri canla başla çalışıyor. Doğru ya da yanlış bu üçü aslında Türkiye’de çok da rastlanmayan tipleri simgeliyor. Fakat grubun içinde bir de “içimizden biri” yaşıyor: Cemal. Cemal, kim ne konuştuysa gün gün not tutup Ankara’ya jurnalliyor. Üstelik Emine ile de zengin bir müteahhidin kızı olduğu için gönül ilişkisi kurup nişanlanıyor. Günün sonunda bu çok parçalı öğretmen grubu iyisi ile kötüsü ile tüm farklılıklarına rağmen enstitüyü kurmak için bir şekilde çaba sarf ediyor. İkinci grup, yani öğrenci grubu da çok parçalı bir yapıdan oluşuyor. Kızlı-erkekli eğitim gören bu çocuk-gençlerin bazısı enstitüye gelebilmek için ailesine karşı geliyor. Kimi zaman saatlerce taş taşıyıp enstitü binasını kurmak için çabalarken kimi zaman da coğrafyayı tanıdıklarından eğitmenlerini selden onlar kurtarıyor. Bazen işin geleceğini sorgulasalar da çoğunlukla saygılı, farklı bir yaşam biçimi öğrenmeye hevesliler. Fakat birkaç tane de olsa enstitünün kendisine bir şey katmadığı, dönüştüremediği, hırsızlık yapan, zararlı madde kullanan, kız arkadaşlarını “dikizleyen” hatta enstitüye sadece yeni bir çift ayakkabı veriyorlar diye gelen de var. Kısacası, bu grupla ilgili de bir genelleme yapılamıyor ama köyde eğitmen/öğretmen olmak isteyenler yahut basitçe iyi niyetliler ağır basıyor. Yazarın üçüncü gruba dair anlatısında ise “temiz” bir şey neredeyse yok. Kemal Tahir, bu grubun yozluğunun eleştirisini ayıplar şekilde ortaya koymaktan ziyade salt betimleyerek yapıyor. Bu grupta resmettiği aktörler esnaf, köy ağası ve neredeyse ulema yerine konan üfürükçüler. Köyün önemli bir aktörü olan esnaf insanları çoğunlukla dolandırıyor. İkinci Dünya Savaşı yıllarına tekabül eden bu dönemde esnaf hem istifçilik hem de karaborsacılık yapıyor. Enstitüyü kurmak için gereken malzemeyi satın almaya çalışan eğitmenleri de kazıklıyor. Çarşıda herkes bir kişi arkasını döndüğü anda onun dedikodusunu yapmaya başlıyor. Diğer kişi de bunu biliyor ama kendisi de sık sık başkası için konuştuğundan olsa gerek bu durum insanlar arasında bir sıkıntıya sebep olmuyor. Yazar, iki yüzlülük denebilecek olay ve duygu geçişlerini aktarmada çok gerçekçi ve başarılı. Köyün ağası Zeynel, uyuşturucu kaçakçılığı yapıyor. Devletten korkar gibi görünüyor ama günün sonunda kendisine bir şey yapılamayacağından neredeyse emin.  Kitap boyunca köyde herkes devlete hâlâ Osmanlı diyor. Zaten Kemal Tahir, zihinlerdeki bu devamlılığa neredeyse her eserinde değiniyor. Zeynel’e göre kendisi köy için Osmanlı’dan yani devletten daha elzem, ki zaten köyde o ne diyorsa gerçekten de o oluyor. Köy enstitüsü onun için büyük tehlike arz ediyor, çünkü altında yaşayan insanlar o enstitüde okursa köyün dinamiklerini değiştirecek ve bu da onun elindeki güce er ya da geç zarar verecektir. Ona göre gençler enstitüye değil hafızlık okuluna gitmelidir. Zaten enstitü “gâvur esdüdü”dür, dinsizdir, imansızdır. Kız ve erkeği bir arada tutmaktadır. Kitap boyunca Zeynel ve adamları halkı enstitüye karşı kışkırtmak için bu birlikte okuyan kız ve erkeklerin orada “kim bilir neler” yaptıklarına dair söylentiler yaymaktan da geri kalmıyor. Köydeki adamlara göre şehirli eğitmen Emine Hanım’ın erkek gibi pantolon giymesi ve mayo ile gölde yüzmesi büyük bir ahlaksızlığı simgeliyor. Fakat, Emine Hanım da doktora tezi için sürekli köye dair notlar tutuyor. O da şaşırıyor, çünkü böylesi küçük ve kapalı bir toplumda köydekiler şehirlilerin ahlak anlayışının aksine sürekli bir biçimde ve ulu orta cinsellikten bahsediyor, hatta bir araya gelince başka bir konu konuşmuyor. Köyün uleması ‘cinci’ hocanın en büyük gelir kaynaklarından bir tanesini cinsel gücü arttırıcı muskalar oluşturuyor. Din ve ahlak duygusunun biraz farklı olduğu köyde “hırsız ermiş” ismiyle bazı hikâyeler anlatılabiliyor. Köy eşrafı, devlet reflekslerine de oldukça hâkim. Devletin ne zaman nasıl davranacağına dair bir öngörüsü var ve birçoğu da onu kullanmayı iyi biliyor. Örneğin köyün dervişi, Emine Hanım’a âşık olunca önce ona büyü yapıyor, tutmayınca da hocayı kaçırıyor. Özellikle tecavüz etmek istiyor, çünkü devletin öğretmenine tecavüz edince hapse gireceğini düşünmüyor: Ona göre olay mahkemeye intikal edecek ve ortada bir namus durumu olduğu için mahkeme hapis yerine nikahı uygun görecektir. Benzer şekilde, köy eşrafı Ankara’ya enstitüde dönen ahlaksızlıklar temalı dilekçeler yazmaya başlıyor. Yazdıkları olayların yalan olduğunu onlar da kabul ediyor ama her hafta dilekçe yazarlarsa devletin “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diyeceğine de neredeyse hepsi emin. Tüm bu anlatı göz önünde tutulduğunda, Tahir’in köy enstitülerini sorgularken aslında daha fazla köydeki sistemi eleştirdiğini söylemek mümkün. Tüm bu grupları kapsayan onlarca olaydan sonra kitabın sonlarına doğru Kemal Tahir en başa, müfettiş Şefik Ertem’in “bozkırda çekirdek olsa bozkır bozkır kalır mıydı” sorusuna geri dönüyor. Şefik Ertem önceki hipotezini biraz değiştiriyor. Belki bizim bozkırda da çekirdek vardır ama mevcudiyeti yeşermemesine bağlıdır, bu sistemde ancak öyle var olabilir, diyor. Bozkırdaki çekirdek, yeşerirse ya kopuyor bozkırdan ya da eziliyor. Böylece, bozkırın bozkır kalmasına çıkıyor sonuç şeklinde tamamlıyor düşüncesini. Ve son sayfasını çevirdiğinizde Bozkırdaki Çekirdek sizi 1967’de sorulup 2023’te geçerliliğini hâlâ koruyan birçok soru ile baş başa bırakıyor. Yaşamak için yeşermemeyi tercih ettiğiniz günlerin hayatınızda hiç olmaması dileğiyle… 
Bozkırdaki Çekirdek
Bozkırdaki ÇekirdekKemal Tahir · Ketebe · 20221,083 okunma
·
452 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.