Dükkanları yağmalamaya gerek yok, birazcık sakinleşelim. Şu elindeki taşı yere bırak "sensin dünyayı gül kokusuna tevcih edecek". Ateşin gücünü görmek için dumanın fezaya ulaşmasına da gerek yok, kibritle parmağını yakman yetecek ve dikkat edelim kolayı halıya dökmeyelim...
Çağımızın ham maddesi göz ve bu göz neticesinde gözleniyor, nazara geliyor(!) ve gözden düşüyoruz. Her şeyin bu kadar aşikâre büründüğü başka zaman olmadı. Siyah ve beyaz ayyuka çıkmış durumda. Böyle bir zamanda yapılması gereken siyah ve beyaz ortasında mevlevi âyini yapmak değil. Tarafını güçlendirmektir.
Osho, bir eserinde isyanı ve devrimi nitelendirip kıyaslarken şunlardan bahseder, "Devrimler, karşı çıktıkları şeylerle aynı zemindedir. Onlarla savaşmak için aynı zeminde olmak zorundadırlar. İsyankâr kimseyle savaşmaz. İsyankâr, kendi kaderinde büyüyebilmek için kendini özgürleştirir." yani bir şeyi devirmenin adı devrim konmuştur fakat yerine dikilen farklı bir benzeridir. Osho, bize burada yeniliği devirmeden nasıl yıkacağımızı yani pasif direnişi apaçık anlatıyor.
Aslında yakın tarihte de nasıl isyan edileceğinin örneğini bariz bir şekilde, Hindistan ve İngiltere arasında geçen, iktibas edeceğim şu hikayede görebiliriz...
"Hindistan uzun yıllar İngiliz sömürgesiydi. İngilizler, Hindistan'a ilk girdikleri yıllarda büyük zulüm yaptılar. Hindistan halkını köleleştirip, milyonlarcasını ya İngiliz ordusuna ya da Afrika'ya maden ocaklarına gönderdiler. İşte o dönemde İngiltere'de eğitilen ve bir İngiliz ajanı olarak yetiştirilen Gandhi, Afrika'ya göreve gönderildi. Orada kendi vatandaşlarına yapılan zulmü görünce "Ben neye hizmet ediyorum" diyerek taraf değiştirir ve ülkesine dönerek bağımsızlık mücadelesi vermeye başlar.
Gandhi, yanında bir keçi ile bir mağarada 6 ay kalır, daha sonra keçi ile birlikte meydana çıkar ve halkına seslenmek için kürsüye gelir. Der ki "ey halkım siz özgürlük istiyorsunuz değil mi?"
Halk gür bir sesle "evet" diye haykırır. Gandi "öyleyse beni, iyi dinleyin" der. Konuşmasını şöyle sürdürür, "Şu gördüğünüz keçi ile altı ay mağarada kaldım. Su ve keçinin sütünden başka bir şey mideme girmedi. Üzerimde gördüğünüz giysi de keçinin yününden yapılmıştır. Yani özgürlüğümüzün bedeli bizi sömüren İngiliz mallarını almamak, gerekirse herkes bir keçi ile hayatını devam ettirmesidir."
O günden sonra Hindistan halkı İngiliz mallarını boykot eder. İngiliz ekonomisi sarsılır konu bakanlar kuruluna ve kraliçeye intikal eder.
Yönetim Hindistan valisini çağırır ve sorar:
-Neler oluyor bölgenizde'
Vali "efendim özgürlüklerini istiyorlar"
-İngiliz mallarını almak kaydı ile verin özgürlüklerini diyorlar ve böylece Hindistan özgür oluyor!"
Hikayede burada biter ve bundan sonra Hindistan'ın hikayesi başlar. Tüm bu anlatıdan sonra sorulması gereken bir şey varsa o da şu ki, "Bizim hikayemiz ne zaman başlayacak?"