Gönderi

168 syf.
8/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 4 days
Güney Afrika’nın siyah ve beyazları arasındaki korkunç uçuruma, ülkenin Nobel Edebiyat ödüllü yazarından etkili bir bakış. Her şey tam ters yönde gelişse ne olurdu, bunun cevabını arıyor Gordimer. Siyahların ayaklanıp beyazları katlettiği bir kabus ortamında, on yıllardır hizmetlerini gören zenci uşakları July’ın yanında onun köyüne kaçan varlıklı, beyaz bir ailenin kurgusal hikayesine gizliyor cevaplarını… Maureen, kocası Bam ve üç çocukları, ayaklanmalarla yakılıp yıkılan Johannesburg’dan, July’ın tundralar arasındaki kırsal köyüne kaçıyorlar sarı kamyonetleri ile. Eğitimli ve varlıklı bu aile, July’ın annesinin topraktan yapılma küçük kulübesinin içinde, aynı yerliler gibi, çamur, susuzluk, pislik, açlık, imkansızlıklarla çevrili bir ortamda ayakta kalmaya çalışıyorlar. Tek dayanakları; yıllarca yanlarında çalışan ve kendisine hep iyi davrandıklarına yürekten inandıkları uşakları July. Başlangıçta, yıllardır alışılmış rollerini koruyan ilişkileri, zaman geçtikçe farklı bir yöne evriliyor. Gordimer, karakterlerin değişimini güzel resmediyor. Bu zorunlu misafirlikte sahip ile uşak rolleri zaman geçtikçe tersine dönüyor; geçmişin hakimi beyazlar artık kaderleri July’ın iki dudağının arasında olan zavallılar. Onlar her zaman July’a iyi davranmışlardı; ona öte beri almışlar, kullanmadıkları eşyaları vermişler, kocaman evlerinin yanıbaşında, garajlarına bitişik küçücük bir odada misafir ağırlamasına bile ses çıkarmamışlardı. Şimdi July da yapıyor bunları: Onlara kendisininki ile aynı büyüklükte bir ev veriyor, ne yiyorlarsa onlara da getiriyor, ne alıyorsa onlarla paylaşıyor, üstelik onları saklayarak hayatını tehlikeye atıyor. Karşılığında, kendisine saygı duyulmasını ve hakimiyetinin kabulünü istiyor. Ve bu beyaz aile, bir insanın kaderinin bir başka insana bağlanmasının, o hakim rolündeki insanın bir sözü ile herseyini kaybedecek, hatta ölecek olmanın yarattığı acınası ruh halini, ancak o duruma düşünce anlıyor. Gordimer, ağdalı dili ve o sefalet ve umutsuzluk içindeki tundra hayatının bitmek bilmeyen uzun betimlemeleri ile tam da istediği gibi, sıkıcı ve klostrofobik bir ortam yaratıyor. Gücünü eğitiminden, parasından ve silahından alan beyaz insanın bunların hepsini kaybettiğinde düştüğü o acınası çaresizlik halini, beyaz ve siyahların rollerini değiştirerek iyice vurguluyor. Yaşananın, bu sefer sefalet çekenin beyaz insan olması dışında hiçbir özelliği yok. Ama eğitimli ve görgülü bu insanları o sefil hayata mahkum ederek canımızı yakıyor, bizi rahatsız etmeyi başarıyor Gordimer. İçselleştirdiğimiz, kanıksadığımız ayrımları önümüze seriyor; bir siyahın acı çektiği bir hikayeye üzülüp geçeriz, cahilliğinin sebebini bilir ama bunu yine de zayıflığı olarak görürüz, ama kendimize yakın bulduğumuz bu eğitimli beyazların umutsuz hali resmen canımızı yakıyor. Okuması kolay bir roman değil bu. Açıkçası bir an önce bitmesini dilediğim, ama elimden de bırakamadığım değişik bir okuma deneyimi oldu benim için. Okurken “eh, fena değil” diye düşünüyordum; şimdi incelemeyi yazarken fark ediyorum ki, çok başarılı bulmuşum. Gordimer, ülkesinden hareketle, ayrımı ırk üzerinden vurguluyor. Ancak hikayesi evrensel, mesajı çarpıcı. Bir ayna tutuyor hepimize ve “haydi geçin o kendinizden aşağı gördüğünüz karşı tarafın yerine, bakın bakalım ne hissederdiniz?” diyor. Sahi… Ne hissederiz?
July'ın İnsanları
July'ın İnsanlarıNadine Gordimer · Kırmızı Kedi Yayınevi · 201035 okunma
·
110 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.