Gönderi

HAYSİYETSİZ MÜSLÜMANLARIN ŞEREFLİ PEYGAMBERİ 3 (Oku ve UTAN)
BENİ KURAYZA GAZASI (Kutsal Katliam) Hicret’in 5. Senesi, Zilkade Ayı (Milâdî 627) Benî Kurayza Yahudilerinin Peygamber Efendimiz (sav) le olan anlaşmalarına gö¬re, Hendek Muharebesi’nde düşman tarafından sarılan Medine’yi Müslü¬manlarla el ele vererek müdafaa etmeleri gerekiyordu.(1) Fakat bunu yapmadı¬lar. Üstelik anlaşma hükümlerini hiçe sayarak, harbin en nazik safhasında müşriklerle iş birliğine giriştiler; Peygamber Efendimizin tahkik ve sulh için gönderdiği heyete hakarette bulundular ve “Re¬sû¬lul¬lah da kim oluyormuş? Mu¬hammed’le aramızda ne ahit vardır, ne de akd!” dediler. Hatta daha da ileri giderek, Efendimiz (sav) için küstahça ağır sözler bile sarfettiler.(2) Bu¬nunla da yetinmediler: Medine üzerine baskınlar düzenleyerek, Müslüman aile ve çocukları kılıçtan geçirme teşebbüsüne kalkıştılar. Bu hareketleriyle, Müs¬lümanları, harp endişesinden daha büyük bir telâş ve endişeye düşürdüler. Bu, Efendimiz (sav)’in kendilerine lütufkâr davranmasına karşı açık bir nan¬körlük ve hıyanetti. Hendek Muharebesi’nde on bini bulan düşman ordusu, büyük bir hezimete uğrayarak geri çekilmişti. Harpte müş¬rikler yanında yer alan Kurayzaoğullarıda, hayal kırıklığı içinde, Medine’ye iki saatlik mesafede bulunan sağlam ka¬lelerine çekilmişlerdi. Giriştikleri haince hareketin farkında idiler. Bu sebeple, Resul-i Ekrem’in her an üzerlerine yürümesinden endişe duyup korkuyorlardı. Hz. Cebrail’in Getirdiği Emir Nitekim Müslümanlar, Medine’ye henüz yeni dönmüşlerdi ki Cebrail (as), Resul-i Ekrem’e şu emri getirdi: “Ya Muhammed! Yüce Allah, sana, Benî Kurayza üzerine yürümeni emredi¬yor!”(3) Efendimiz (sav), silahını yeni çıkarmış, temizliğini henüz bitir¬mişti. Derhal Hz. Bilâl’i çağırtarak, bütün Müslümanlara şunu nidâ etmesini em¬retti: “İşiten ve Allah’ın emrine itaat edenler, ikindi namazını Benî Kurayza yur¬dunda kılsın!”(4) Bu daveti duyan Müslümanlar bir anda toplandılar. Efendimiz (sav), sancağı Hz. Ali’ye teslim ederek ordudan önce onu yola çıkardı. Abdullah b. Ümmü Mek¬tum’u ise, Medine’¬de yerine imam bı¬raktı.(5) İslam ordusu üç bin kişiden ibaretti. İçlerinde otuz altı süvari vardı. Ordu, Re¬sû¬lul¬lah’la olan anlaşmasını en nazik bir zamanda bozan, vatana hıyanet eden, düşmanla iş birliğine girişen Benî Kurayza Yahudilerine hak ettikleri ce¬za¬yı vermek üzere yola çıkıyordu. Hz. Ali’nin Benî Kurayza Yurduna Varması Ordudan önce yola çıkarılmış olan Hz. Ali, Kurayzaoğulları kalelerine yak¬la¬şarak, sancağı kalenin dibine bıraktı. Bu esnada Yahudilerden bazı nahoş söz¬ler duydu. Kurayzaoğulları, Efendimiz (sav) hakkında ağır lâflar edi¬yorlar, ileri geri küstahça konuşuyorlardı. Bu dav¬ranışlarıyla, giriştikleri hain¬likten pişmanlık duy¬ma¬dık¬larını açık açık belli ediyorlardı. Hz. Ali, sancağı bir başka sahabeye teslim ederek geri döndü. Yolda Efendimiz (sav)’i karşıladı. Onun bu sözleri işitip de üzülmesini istemi¬yor¬du: “Ya Re¬sû¬lal¬lah!” dedi. “Şu şirret adamların yakınına kadar varma¬san olmaz mı?” Resul-i Ekrem, “Neden?” diye sordu. Hz. Ali, Yahudilerden işittiği nahoş sözleri tekrarlamak¬tan utanıp sustu. Efendimiz (sav), “Herhalde, sen onlardan, beni üzecek birtakım söz¬ler işitmişsindir” deyince, Hz. Ali, “Evet ya Re¬sû¬lal¬lah...” diye karşılık verdi. O zaman Efendimiz (sav), şöyle buyurdu: “Musa Peygamber, bundan daha ağırıyla karşılaşmış, daha çok üzülmüştü! Git! O Allah düşmanları, beni görecek olurlarsa, söylemiş oldukları çirkin söz¬lerden hiçbirini söyleyemeyeceklerdir!”(6) Pey¬gam¬be¬ri¬mizin, Benî Kurayza Yahudileriyle Konuşması Resul-i Ekrem Efendimiz (sav), mücahitlerle Benî Kurayza Yahudilerinin kaleleri¬nin dibine kadar vardı. Oradan Yahudi ileri gelenlerinin isimlerini birer birer zikrederek onlara, “Ey Allah’ın gazabına uğrayarak maymuna çevrilmiş olan¬ların kardeşleri! Allah sizi hor, hakir kıldı mı ve belâsını, cezasını üzerinize in¬dirdi mi? Demek ki siz, bana kötü söz söylediniz! Öyle mi?” diye seslendi. Yahudi ileri gelenleri, süt dökmüş kediye dönmüşlerdi. “Yâ Eba’l-Kasım! Sen, sözünü bilmezlerden değildin! Musa’ya indirilmiş olan Tevrat’a yemin ederiz ki biz sana hiçbir kötü lâf sarfetmedik” diyerek söy¬lediklerini inkâr ettiler.(7) Benî Kurayzanın Muhasaraya Alınması Benî Kurayza Yahudileri, cürüm üzerine cürüm işlediler. Efen¬di¬miz (sav) ve mücahitleri iyi bir şekilde karşılamak yerine, onlar hakkında ileri geri konuştular, söylenmeyecek lâflar ettiler. Bu, onların teslim olmayıp muka¬ve¬met edeceklerinin ifadesiydi. Bunun üzerine Efendimiz (sav), önce mücahit¬lere onları oka tutmala¬rını emretti. Mücahitler, onlara ok yağdırmaya başladılar. Kurayzaoğulları da kalelerinden Müslümanların üzerine en şiddetli bir şekilde ok yağdırıyorlardı. Böylece, Kurayzaoğulları muhasara altına alınmış oluyorlardı. Münafıkların, Benî Kurayzaya Cesaret Vermesi Görünüşte Hz. Re¬su¬lul¬lah’ın ve Müslümanların yanında bulunan, hakikatte ise daima İslam düşmanlarıyla gizliden gizliye iş birliği yapan münafıklar, muhasara esnasında Kurayzaoğullarınada gizlice şu haberi gönderdiler: “Sizler teslim olmayınız! ‘Medine’den çıkıp gidin’ deseler de çıkıp gitmeyi¬niz! Onların istediklerini kabul etmeyip çarpışmayı sürdürürseniz, biz size hem canımız, hem silahlarımızla yardıma söz veriyoruz.” Haliyle, gizlice gelen bu haber, Kurayzaoğullarına bir cesaret ver¬di. Karşı koymaya devam ettiler. Muhasaradan Sıkılıp Barış İstemeleri Efendimiz (sav), her şeye rağmen muhasarayı kaldır¬mı¬yordu; Müs¬lümanları da cihada ve sıkıntılara katlanmaya teşvik edi¬ci konuşmalar yapı¬yordu. Benî Kurayzalılar, muhasaranın uzadığını görünce, sıkılmaya başladılar. Mü¬na¬fıklardan da herhangi bir yardım gelmeyince, bütün maneviyatları sar¬sıldı. Büyük bir korkuya kapıldılar. Bunun üzerine, görüşme isteğinde bu¬lun¬dular. Efendimiz (sav) isteklerini kabul etti. Efendimiz (sav) ile görüşmek ve konuşmak üzere içlerinden Nebbaş b. Kays’ı gönderdiler. Nebbaş, “Yâ Muhammed!” dedi. “Beni Nadır Yahudilerinin teslim olduk¬la¬rı gibi kanımızı dökme; mal ve silahlar senin olsun! Kadınlarımız ve çocukla¬rı¬mı¬zı alıp memleketinden çıkıp gidelim. Her cins silah hâriç olmak üzere, her aile için bir devenin taşıyabileceği gerekli eşyayı götürmemize müsaade et!” Efendimiz (sav), “Hayır! Bu teklifi kabul edemem!” buyurdu. Bunun üzerine Nebbaş, ikinci teklifi yaptı: “Öyle ise, kanımızı bize bağışla. Sa¬dece kadınlarımızı ve çocuklarımızı alıp gidelim. Malları olduğu gibi bıra¬ka¬lım!” Efendimiz (sav), “Hayır!” dedi. “Kayıtsız şartsız, benim hük¬müme itaat edip teslim olmaktan başka hiçbir çareniz yoktur!” Nebbaş, me’yus ve perişan bir halde, kavminin yanına döndü. Olup biten¬leri olduğu gibi anlattı. Ka’b b. Esed’in Teklifleri Ka’b b. Esed, onların reislerinden biri idi. Bütün bu olup bitenler¬den sonra durumu açık seçik anlamıştı: “Ey Yahudi topluluğu!” dedi. “Görüyorsunuz ki bir felâketle kar¬şı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Size, üç ayrı teklifim olacak. Onlardan istediğinizi kabul edebilirsiniz.” Benî Kurayzalılar, merakla, “Nedir o tekliflerin?” diye sor¬dular. Ka’b tekliflerini sıralamaya başladı: “Birinci teklifim: Şu adama tâbi olalım ve onun peygamberliğini kabul ede¬lim. Vallahi, onun Allah tarafından gönderilmiş kitabımızda sıfatlarını yazılı bulduğumuz peygamber olduğu sizce de malum olmuştur! Ona iman edecek olursanız, kanlarınız, mallarınız, çoluk çocuğunuz kurtulmuş olur. Ona tâbi olmayışımızın tek sebebi, Araplara karşı duy¬du¬ğumuz kıskançlık ve onun İsrailoğullarından gelen bir peygamber olmayı¬şıdır! Hâlbuki bu, Al¬lah’ın bileceği bir iştir! İbni Hıraş’ın yanınıza geldiği zaman size söylediği şeyleri hatırlamıyor musunuz? O, ‘Ben, Şam gibi her türlü yiyeceği, içeceği bol olan bir yeri terk edip su kırbası, hurma ve arpadan başka bir şeyi bulunmayan bir yere geldim’ de¬mişti. ‘Bununla neyi kastetmek istiyorsun?’ diye sorulunca da, o, ‘Mek¬ke’den bir peygamber çıka¬caktır. O zaman sağ olursam ona tâbi olur ve ona yar¬dım ederim. Eğer benden sonra gelirse, ona karşı hile ve aldatma yo¬luna baş¬vurmaktan sakınınız! Ona tâbi olup dostları ve yardımcıları olu¬nuz’ deme¬miş miydi?” Benî Kurayza Yahudileri, “Hayır...” dediler. “Biz, bizden başkasına tâbi olma¬yız! Biz, kitap sahibi bir cemaatiz!” Ka’b, bu teklife kimsenin yanaşmadığını görünce, ikinci teklifini yaptı: “O halde, size ikinci teklifim şudur: Geliniz, çocuklarımızı ve kadınlarımızı öldürelim! Ta ki arkamızda herhangi bir ağırlık kalmış olmasın. Sonra da kı¬lıçlarımızı sıyırıp Muhammed’le ashabının üzerine yürüyelim! Allah, onunla aramızda kesin hükmünü verinceye kadar çarpışmaya devam edelim. Ölürsek, zaten arkamızda bıraktığımız bir nesil yok. Şayet galip gelirsek, yeniden evle¬nir, evlatlar yetiştiririz!” Kurayzaoğulları, bu teklifi de uygun görmediler. O zaman Ka’b, üçüncü teklifini arz etti. “Size üçüncü teklifim şudur: Bu gece Sebt (Cumartesi) gecesidir. Bu gece, Muhammed ve ashabı, bizim kendilerine karşı herhangi bir harekette bulun¬mayacağımızdan emin ve gafil bulunabilirler. O halde hemen kalelerimizden aşağı inelim. Onları ansızın vurabiliriz!” Kurayzaoğulları, bu teklife de şu cevabı verdiler: “Biz, Sebt günü çalışma yasağını nasıl bozabiliriz? Bizden önce, Sebt (Cu¬martesi) gününe hürmetsizliklerinden dolayı maymun ve domuzlara çevrilen belli kimselerden başka, hiç kimsenin ihdas etmediği bir şeyi biz nasıl ihdas edebiliriz?” Ka’b’ın bütün bunlardan sonra son sözleri şunlar oldu: “İçinizden hiç kimse, doğduğundan şu âna kadar, bir gece bile tedbirli ve doğru görüşlü olarak gününü geçirme¬miş¬tir!”(8) Aralarında bundan sonra bir kargaşalık başladı: Birbirlerine ileri geri lâflar sarfettiler. Bir taraftan da kadınlar ve çocuklar ağlaşıp duruyorlardı. Buna da¬yanamadılar. Yaptıklarından son derece piş¬man oldular. Sayeoğulları Esid’le Salebe’nin Müslüman Olmaları Bu sırada iki kardeş olan Salebe ile Esid b. Saye, ortaya çıkıp, Kurayza¬oğul¬larına nasihatte bulundular. “Ey Ku¬ray¬zaoğulları! Val-lahi, siz ga¬yet iyi bi¬li¬yor¬sunuz ki Mu¬ham¬med, Allah’ın Resulüdür. Onun vasıflarını bize hem ken¬di âlimlerimiz, hem de Beni Nadır âlimleri söylemişler¬dir. Onlardan biri, he¬pimi¬zin çok sevdiği İbni Hey¬yi¬bandı. O, öleceği sırada, bu peygambe¬rin sıfat¬larını bize ha¬ber vermişti” dediler. Benî Kurayza Yahudileri, “Hayır! Bu, o gelecek peygamber değildir!” diye¬rek hakkı bile bile inkâr ettiler. Fakat Sa’yeoğulları, söylediklerinden vazgeçmediler. Bu i¬nanç¬la¬rını perva¬sızca tekrarladılar. “Vallahi” dediler. “Bu gelecek olan o peygamberin sıfatındandır. Allah’tan korkunuz da, ona iman ediniz!”(9) Kurayzaoğulları, kıskançlıklarının esiri olmuşlardı. Efendimiz (sav)’in nübüvvetini tasdik etmeye niyetli görün¬müyorlardı. Bunun üzerine, iki delikanlı olan Salebe ve Esid’le amca¬larının oğlu olan Esed b. Ubeyd, kaleden inip, Müslüman oldular.(10) İbni Heyyiban, Şamlı bir Yahudi idi. Âlimdi. İslam’ın gelişinden iki yıl önce Beni Nadir Yahudilerine gelip misafir olmuştu. Ara-larında bir müddet ya¬şa¬dıktan sonra ölüm döşeğine düşmüştü. Vefat edeceğini anlayınca, “Ey Ya¬hudi cemaati! Ben, buraya ne için geldim, bilir misiniz?” diye sor¬muştu. Yahudiler, “Sen, daha iyi bilirsin!” demişlerdi. Bunun üzerine İbni Heyyiban, geliş maksadını şöyle an¬latmıştı: “Ben, bu memlekete, sadece gelme zamanı çok yak¬la¬şmış bulunan ve buraya hicret edecek olan o peygamberi gör¬meye geldim! Umarım ki o çok yakında gelecek ve ben de ona tâbi olacağım. Ey Yahudi cemaati! Ona tâbi olmakta herkesten önce davranmalısınız.”(11) Ölüm döşeğinde Efendimiz (sav)’in geleceğini müj¬deleyen İbni Hey¬yiban, umduğuna erme imkânı bula¬ma¬dan orada hayata gözlerini yum¬muş¬tu.(12) Hakem Tayin Edilmesi Benî Kurayza Yahudileri, yirmi beş gece süren muhasaradan sonra, başka çare kalmadığını anlayarak, teslim olmayı kabul ettiler. Haklarında hüküm vermek üzere de Efendimizden bir hakem tayin edilmesini istedi¬ler. Resul-i Ekrem, “Ashabımdan istediğinizi hakem seçiniz!” buyurdu. Kurayzaoğulları, “Biz, Sa’d b. Muaz’ın vereceği hükme göre teslim oluruz” dediler. Efendimiz (sav), “Pekâlâ! Sa’d b. Muaz’ın hükmüne göre teslim olu¬nuz” buyurdu.(13) Hendek Muharebesi’nde yaralanan Hz. Sa’d b. Muaz, o sırada tedavisine bakılması için, Mescid-i Nebevide kurulan bir çadırda bulunuyordu. Evsli Müslümanlar, onu alıp Hz. Re¬sû¬lul¬lah’ın huzuruna getirdiler. Efendimiz, “Ey Sa’d! Bunlar, senin hükmüne göre teslim olmayı kabul etti¬ler. Haydi, onlar hakkındaki hükmünü bana açıkla!” buyurdu. Hz. Sa’d, “Yâ Re¬sû¬lal¬lah!” dedi. “Ben iyi biliyorum ki Allah, sana, onlara yapacağın muamele hakkında bir emir ver¬miştir. Sen, Allah’ın sana emrettiğini yap!” Efendimiz (sav), “Evet, öyledir! Fakat sen de onlar hakkındaki hük¬münü bana açıkla!” dedi. Hz. Sa’d, “Yâ Re¬sû¬lal¬lah! Onlar hakkında, Allah’ın hükmü¬ne uygun hüküm veremem, diye korkuyorum!” diye ce¬vap verdi. Efendimiz (sav) ısrar etti: “Sen, onlar hakkında hükmünü ver!”(14) Benî Kurayza Yahudileri, eskiden beri Evslilerin müttefikleri idiler. Bu se¬beple, Hz. Sa’d, onlardan söz almak istedi. “Kurayzaoğulları hakkında vereceğim hükmü kabul edeceğinize dair bana Allah’ın ahd ve misakı ile söz veriyor musunuz?” diye sordu. Evsliler, “Evet, söz veriyoruz!” dediler. Hz. Sad’ın, hakem olması hasebiyle, Efendimiz (sav) den de bu hu¬susu sorması gerekiyordu. O sırada Efendimiz (sav), bazı sahabelerle bir tarafta oturuyordu. Hz. Sa’d, Efendimiz (sav)’e olan derin hürmetinden dolayı, biz¬zat ismini zikredip sormaktan hayâ duydu. Yüzünü başka tarafa çevirerek, “Şurada bulunan zât da bu yolda vereceğim hükmü kabul buyuracağına dair bana, Allah’ın ahd ve misakı ile sizin gibi söz veriyor mu?” diye gaib sigasıyla sordu. Resul-i Ekrem Efendimiz, “Evet...” diye cevap verdi. Bundan sonra Hz. Sad’ın emri üzerine, Kurayzaoğulları kalelerinden indi¬ler, silahlarını bırakıp teslim oldular. Hüküm Hz. Sa’d b. Muaz, bütün bunlardan sonra hükmünü şöy¬le açıkladı: “Ben, onlar hakkında buluğ çağına eren erkeklerin boyunlarının vurulma¬sına, malların Müslümanlar arasında taksim edilmesine, çocuklarla kadınların ise esir alınmasına hükmettim!” Efendimiz (sav), Hz. Sad’ı bu hükmünden dolayı tebrik ve takdir ederek, “Sen, onlar hakkında, Allah Teâ¬lâ’¬nın yedi kat gök¬ler üzerinde verdiği hükmüne uygun hüküm verdin!” buyurdu.(15) Hakikaten de, Hz. Sa’d b. Muaz’ın Kurayzaoğulları Yahudileri hakkında verdiği hüküm, Hz. Musa’nın şeriatındaki hükme uygundu. Tevrat’ta bu hü¬küm şöyle açıklanmıştır: “Bir şehre harp için yaklaştığında, onu sulha davet edesin. Ve eğer sana sulh cevabını verip kapılarını açarsa, içinde bulunan kav¬min hepsi sana haraç verip, hizmet etsinler. Lâkin eğer, seninle mu¬salaha etmeyip harp ederse, onu muhasara edesin. Ve Allah’ın (Rab), onu senin eline teslim ettik de erkeklerin hepsini kılıçtan geçi¬resin! Ama kadınlar ile çocukları ve hayvanları ve bütün ganimeti, yani o şehirde bulunanların hepsini yağma edip Allah’ın (Rab¬bin) sana verdiği düşmanlarının ganimetlerini yiyesin.”(16) Benî Kurayza Yahudileri, Tevrat’ın bu hükmüne uygun olarak kendilerine ve¬rilen cezaya bil mecburiye rıza gösterdiler. Efendimiz (sav)’in emriyle, buluğ çağına ermiş erkeklerin elleri bağ¬landı. Bütün eşyaları bir araya toplandı. Eli bağlı erkekler, mallar ve davarlar Medine’ye getirildi. Ganimetler bir eve kondu. Davarlar ise, etrafa yayıl¬maya bırakıldı. Daha sonra ganimetlerin beşte biri Beytülmale, yani devlet hazi¬nesine tahsis olundu. Kalanı mücahitler arasında pay edildi. Verilen hüküm gereği erkeklerin boyunları vuruldu. Muhasara sırasında ka¬leden aşağı taş bırakarak bir sahabe¬nin şehit olmasına sebep olan Nübate adın¬daki bir ka¬dı¬na da kısas uygulandı. Bu arada birkaç kişi de affa uğradı. Bunlar, daha önce Müslüman-lara bazı iyiliklerde bulunmuşlardı. İyilik gören sahabe¬ler, onların affını isteyince, Re¬sul-i Ekrem de onları affetti. Böylece, Medine’nin etrafı, muzır unsurlardan temizlenmiş oluyordu. Hz. Re¬sû¬lul¬lah ve Müslümanlar, bu hadiseden sonra uzun müddet huzur ve sükûn içinde yaşadılar ve harpsiz bir devir geçirdiler. Kaynak: 1. İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 147-148. 2. İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 233; İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 74; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1389. 3. İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 244. 4. İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 244-245; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 74. 5. İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 74. 6. İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 245; İbn Kesir, Sîre, c. 3, s. 228; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 77. 7. İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 245. 8. İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 246-247. 9. İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 228; İbn Hacer, el-İsabe, c. 1, s. 33. 10. İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 227-228. 11. İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 228. 12. İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 228. 13. İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 351; İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 422. 14. İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 424-425. 15. İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 251; İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 426; Taberî, Tarih, c. 3, s. 56. 16. Tevrat, Tesniye, Bab 20x10-15.
·
548 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.