Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ocak 1960'ın başında Genelkurmay İstihbarat Birimi Başkanı Tümgeneral Haim Herzog, o dönem askeri istihbarata bağlı Birim 188'in başkanı aynı zamanda Arap ülkelerine gönde­rilen "savaşçıları" teşkilata kazandıran Albay Yosef (Yoske) Yariv ile görüştü. Toplantının konusu, Şubat 1958'de Mısır ile birleşe­rek Birleşik Arap Cumhuriyeti kurulması nedeniyle Suriye ile artan gerilimdi. Tümgeneral Herzog, askeri istihbaratın Suri­ye'deki iç gelişmelerle ilgili elinde çok az bilgi olduğunu, Mısır'ın Suriye'deki güç merkezlerini ele geçirdiğini ve Ürdün'de de ben­zer şeyleri hedeflediğini söyledi. Başbakan ve Savunma Bakanı David Ben Gurion ve Savunma Bakan Yardımcısı Şimon Peres Suriye'nin Ürdün nehrinin akışını değiştirme planı başta olmak üzere Suriye'de sahada neler olduğuna dair daha çok bilgi istiyor­lardı. Türkiye ve ABD'den gelen diplomatik raporlar, Suriye'deki iç tansiyonun yüksek ve büyük gelişmelere gebe olduğunu doğ­ruluyordu. Yariv "Atzoni" adlı ajanın sağladığı bilgi tatmin edici değildi. Gerçek adı Mesud Botun olan "Atzoni", Kudüs'ün yerlisi olup birkaç yıl önce Suriye ve Lübnan' a göreve gönderilmişti. Mi­zansene göre takma ismiyle Mustafa Talib, Beyrut'ta iş yapmak isteyen Cezayirli dindar bir Müslümandı. Talib, camiye gidiyor, Ramazanda oruç tutuyor, geleneklere uyuyor ve Kuran okumala­rına önem veriyordu. Müslüman gibi davranmasına rağmen ta­limatlara uymayarak Roma'da tanıştığı Katolik Maria adında bir kadını Beyrut'a yanına getirdi. İkili daha sonra İslam kurallarına göre Beyrut'ta evlendi. İlerleyen dönemde Botun, eşi ve çocuklarını Kudüs'e gönderdi. "Savaşçı" olarak görev yaptığı sırada Talib, istihbarat toplamak için zaman zaman Şam'a giderdi. Ancak top­layabildiği bilgiler yetersizdi ve neler olup bittiğine dair net bir resim vermiyordu. Yariv, Herzog'a "Atzoni"nin Beyrut'taki görevi­nin yakında biteceğini ve İsrail'e döneceğini söyledi. Ancak Her­zog, "dönüşünü beklemeden yeni bir 'savaşçı'yı Şam' a göndermek zorundayız" diyecekti. Nitekim 1960'ların ilk aylarında tansiyon sadece Suri­ye'nin içinde değil aynı zamanda İsrail-Suriye arasında da arttı. Ayrıca Mısır, Ürdün'de Kral Hüseyin'in egemenliğine karşı da mücadeleye girişti. Mısır ve Suriye, İsrail'i "Arap milletleri ara­sında bir virüs" olarak görüyorlardı ve Arap liderleri kendi ara­larında açıkça bu Yahudi devletini yıkmaktan bahsediyorlardı. Cumhurbaşkanı Cemal Abdulnasır, İsrail'i Arapları yurtlarından etmekle ve Filistin sorununda güç kullanmakla suçluyordu. Nasır, İsrail ile mücadeleye girişmek için bazı nedenler ve gündemler oluşturuyordu: Arap Birliği'nin kurulması, etkili bir ordu yaratma ve Arap dünyasındaki emperyalist üslerin kapatıl­ması için girişimde bulunma. Mısır ve Suriye'nin birleşmesi ve Ekim 1956'da Sina Operasyonundaki yenilginin ardından Sov­yetlerin yardımıyla ordunun güçlendirilmesinden sonra Nasır, İsrail ile girişeceği müstakbel savaş için gerekli nedenler inşa et­meye başladı. Nasır, Gazze Şeridinde kurulan Filistin ordusuna personel devşirme işlemlerini yoğunlaştırmak ve bağımsız bir Filistin' in kurulum aşaması bağlamında Gazze Şeridinde "kuru­cu meclis" oluşturmuştu. Irak bir adım öteye geçmişti: Bir Filistin devletinin kurulması için çağrı yaptı, kendisi "Filistin ordusunu" kurdu ve hatta "Dönüşümüz Filistin'e" sloganlı madalyalar dahi bastırdı. Nasır, girişimlerin sadece söylemde kalmasından hoş­lanmıyor, eyleme geçmek istiyordu. Ancak Sina Operasyonundan beri BM Acil Kuvvetler Sina'da konuşlanmıştı ve Mısır'ın bölge­deki eylemlerini sınırlıyordu. Bu yüzden Nasır, İsrail'i Suriye ci­hetinden rahatsız etme arzusundaydı. İsrail ile Arap ülkeleri arasında yapılan ateşkes anlaşması uyarınca İsrail-Suriye sınırında üç ayrı silahsızlandırılmış bölge vardı. Suriye'nin bu bölgelerden birine ateş açması üzerine 1 Şubat 1960 tarihinde İsrail kuvvetle­ri Tevfik köyüne saldırdılar. Bu Sina Operasyonundan sonra ge­rilimin yükseldiği ilk olaydı. Golan Tugayındaki askerler Suriye mevzilerini ve top bataryalarını imha etmişti. Onlarca Suriyeli asker ölmüş, yaklaşık 50 yapı yıkılmış, sızma yapılarak büyük oranda Sovyet yapımı silah ele geçirilmişti. Ancak Suriye Genel­kurmay Başkanı Cemal Faysal, Nasır'a "İsrail kuvvetlerinin saldı­rısını önlediklerini ve her an İsrail' in misillemesiyle karşılaşabile­ceklerini" söylemişti. Suriyeli yetkilinin bu yanlış yönlendirmesi temelinde, Nasır askeri yığınaklarının bir kısmını harekete geçir­me kararı aldı ve 18 Şubat'ta zırhlı birliklerini Sina'ya soktu. Tüm bölge geceyi büyük bir felaketin eşiğinde geçirdi. Bu arada Nasır, Suriyelileri kontrol etmek için askerlerini Sina'ya göndermeden önce, 14 Şubat'ta Şam'a gitmişti. 9 Mart'a kadar orada kaldı. Si­na'ya soktuğu Mısırlı askerler sayesinde Kahire'ye, Sina yarıma­dasını boydan boya geçerek Süveyş kanalı üzerinden dönmüştü. Ürdün Kralı Hüseyin, Nasır'ın faaliyetlerinden rahatsız­dı. Şubat 1960'daki Arap Dışişleri Bakanları toplantısında Kral Hüseyin, Nasır'ın "Filistin devleti" kurma fikriyle Arapların li­derliğine soyunma girişimini kısmen engellemeyi başardı. Nasır; Ürdün ve Suudi Arabistan'ın kendi fikrini engellemekle suçladı ve Kral Hüseyin rejimini zayıflatmaya karar verdi. Mart ve Tem­muz l 960'da Ürdün Başbakanı Hazza Bereket Mecali'ye yönelik iki suikast girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak 29 Ağustos 1960 tarihinde Suriyeli ajanlar onun çalışma ofisine bomba yer­leştirmeyi başarmışlardı. Bombanın kabine toplantısı sırasında infilak ettirilmesiyle Mecali ve 1 O bakan ölmüş, diğer bakanlar ise yaralanmıştı. Kral Hüseyin, Suriye'den intikam almaya kararlıydı. İs­rail-Ürdün Çatışmasızlık Komisyonu'nun irtibat görevlisi vası­tasıyla Kral Hüseyin, İsrail Başbakanı Ben Gurion ile acilen görüşme talebinde bulundu. Görüşmenin hem İsrail hem Ürdün liderleriyle yakın ilişkilere sahip İran Şah'ının sarayında yapıl­masına karar verildi ve hemen hazırlıklar tamamlandı. Tahran'a gitmeden önce Ben Gurion, görüşmenin sebeplerini netleştirmek istiyordu. Bu yüzden General Herzog'u Kudüs'te Mandelbaum caddesinde bulunan Ürdün Krallığının Özel Ofisi Başkanıyla gö­rüşmeye gönderdi. Görüşme sonrası General Herzog şaşırmıştı. Kral Hüseyin, Suriye'ye girmek istiyordu ve Batı'nın tepkisine karşı korumak için Yahudi diyasporasının desteği ile Suriye ile çatışma halindeyken Batı Şeria'ya girmemesi sözü almayı hedef­liyordu. İsrail istihbaratı, Ürdün ordusunun Suriye kuvvetlerini yenebilecek kapasiteye sahip olmadığını biliyordu. Bundan do­layı İsrail, derhal ABD ve İngiltere'ye bilgi vererek Ürdün'ün ma­ceracı adımlar atmasının engellenmesi yönünde girişim başlattı. O günlerde Nasır, İsrail ve Ürdün ile uğraşırken Mısır-Su­riye birlikteliği de zorluklarla karşılaşıyordu. Şam'ın siyasi atmos­feri, Kahire'ye göre her zaman daha hareketliydi. Şam ve Halep' in iktisadi hayatı Nasır rejiminin "sosyalizmine" muhalifti. Suriye ordusunda da Nasır'ın Suriyeli birlikleri yönetmesi için Mısır subaylarını atama eğilimi ve Suriyeli subayları Kahire'ye getirme isteği üzerinde artan bir hoşnutsuzluk vardı. Nasır kendi hükü­meti açısından Suriye'yi zayıf halka olarak görüyordu. Arap dün­yasındaki muhalifleri, rejimini yıkmak için Şam'da Nasır karşıtı eylemlere girişebilirdi. Siyasi ve askeri gelişmelerin yoğunlaşması, gelişmeleri takip etmek üzere İsrail makamlarını istihbarat araçlarını geliş­tirmeyi zorluyordu. Gizli ajanlar yetiştirerek ülke içine sızdıran, gerektiğinde yıllarca "uykuya" yatıran ve kendi misyon yerlerini tesis edebilen büyük devletlerden farklı olarak İsrail'in en erken şekilde Şam'da gözlere ve kulaklara ihtiyacı vardı. Eli Cohen'in istihbarat örgütüne alındığı ve Suriye kö­kenli Beyrut doğumlu, Arjantin pasaportu hamili "Kamil Emin Sabit" olarak Şam'a gönderildiğinde bölgede yaşanan gelişmeler bu şekildeydi. Birim 188'in (önceki ismi Kayserya) komutanı ve Eli Cohen'i istihbarata alan Yoske Yariv; Hayfa'da doğmuş ve Şaron'daki Moşav Ganei Am'da gençliğini geçirmişti. Palmah'ın ilk gönüllüleri arasındaydı. İngiliz Manda döneminde İngiliz ordusunun Karmel Dağındaki radar istasyonunun patlatıldığı operasyonu yönetmişti. Orduda Yitzhak Rabin'in yardımcılığını da yapmıştı. Palmah'ın Avrupa temsilciliğini yönettiği dönemde yurtdışından yasadışı silah ve ekipman temin işlemlerini de yü­rüten isimdi. 1948 Savaşı sırasında 8. Tugayın komutanlığını yap­mış ve diğer Palmah üyelerinden farklı olarak ülkenin güneyinde savaşmıştı. Savaştan sonra İsrail Savunma Kuvvetlerinde çalış­maya devam etmiş, daha sonra istihbarata dahil edilmişti. 1957 yılının sonunda Birim 188'in başına getirilir getirilmez, birimde devrim niteliğinde değişiklikler yaparak birimi operasyonel hale dönüştürdü. Birim 188, istihbarat teşkilatları arasında en gizli bi-rimdi. Birçok İsrailli istihbarat görevlisinden bazıları böylesi bir // birimin varlığından, bazıları eylemlerinden ve üyelerinden bile � haberdar değildi. Hatta birim içinde memurlar da takma isimle-rini kullanırdı. Yoske Yariv'in takma ismi "Dan" idi. Dan ile çalı-şanlar onu kel ve yerinde duramayan bir komutan olarak tasvir etmektedirler. Operasyonlarında çok yaratıcıydı. Saçları dökül-müş olmasına ve yaşına rağmen birçok tehlikeli operasyonda en ön safta yer almıştı. Onun, altında çalışanlarına yaklaşımı örnek gösterilecek nitelikteydi ve birimdekiler onu "baba" gibi görü­yorlardı. 1948 Savaşından önce ve sonra birçok asker ve ajan ye-tiştiren Yariv, Birimde kıdemli istihbarat memuru olarak görev yapan yardımcıları Gedalia Halef ve Şimon Someh'e (takma ismi "Samaan'') "üç adayımız arasından Eli Cohen, Şam görevi için en uygun aday olarak geldi bana" demişti. Eli'nin bu göreve seçilme-si tesadüfi değildi. Herzog'un Yariv'le görüşmesinden birkaç ay önce Cohen, istihbarat teşkilatında çalışma isteğini beyan etmişti ve istihbaratın takibindeydi. 28 Kasım 1959 tarihinde Eli, istihbaratta çalışma isteğini yinelemişti. Şam radyosunda da yayınlanan duruşma, Cohen'in, istih­barata Samaan (davada da takma ismini söylemiştir) tarafından nasıl dahil edildiğiyle ilgiliydi: Mahkeme başkanı El-Dali: Samaan kim? Cohen: İstihbarattaki eğitmenlerimden biri. El Dali: O mu ilk senin yanına geldi? Cohen: Hamaşbir'in (kitapçı) merkezine geldi. "Beni ön­ceden gördün mü?" diye sordu. ''Arapça yazılı basını çevirdiğim Tel Aviv'deki askeri tesisteki ofiste" diye yanıtladım. Eğer teş­kilatta çalışırsam Avrupa ve Arap ülkelerine gideceğimi, hatta orada yaşayacağımı söyledi ve bunu yapabilir misin diye sordu. Yeni evlendiğimi ve yurtdışına seyahat etmekle ilgilenmediğimi söyledim. Yurtdışına gitme zorunluluğu olmadığını, teşkilatın ""· . İsrail' deki merkezlerinden birinde de çalışabileceğimi söyledi. 82) Ona şuan bir işim olduğunu ve onu değiştirmek istemediğimi söyledim. Dükkandan çıktı ve gitti. Bir süre sonra işten kovul­dum. Eşim o sıra hamileydi ve yeni bir iş bulmak zorundaydım. O günlerde Samaan tekrar göründü. Ona işten atıldığımı söyle­dim. "O zaman gel, bizimle çalış" dedi. "Önce aylık maaşı 350 lira olan geçici memur olarak çalışacaksın. İşi sevmezsen ayrılırsın. Sonuçta Katolik evliliği değil bu" dedi. Yaklaşımını beğenmiştim. Sonra kendi kendime düşündüm. Burada evde sabahtan akşama kadar oturuyordum, işsizdim. Eşim hamile haliyle çalışıyor, sa­bah erkenden evden ayrılıyor akşam yorgun olarak dönüyordu. Hamile olmasına rağmen eve geldiğinde yemek yapıyor ve evi topluyordu. Bunları düşününce Samaan'a "Tamam sizinle çalışa­cağım" dedim. Esasında Eli Cohen işten kovulmamıştı. Kitapçının sahibi ondan çok memnundu ve Cohen de böyle bir pozisyonda çalış­tığından dolayı şanslıydı. Sadece kendi kapasitesini yansıtamadı­ğından dolayı tatmin olamıyordu. Hatta Samaan, eve geldiğinde ve onunla konuşmak istediğinde mutlu olmuştu. Bat Yam'daki evlerine yakın bir sokakta yürümeye başladıklarında Samaan iki soru sordu: "istihbarat teşkilatına katılmayı ve düşman bir ülkede çalışmayı istiyor musun? Evlisin ve yakında baba olacaksın, bu senin için engel olur mu?" Eli her iki soruya da istihbarat teşkila­tında çalışma isteğini beyan edecek şekilde yanıt verdi. Birkaç gün sonra Yariv, yani Dan ile görüşmeye çağrıldı. Cohen'e birim içinde gizlilikten dolayı onu bundan sonra "Me­naşe" olarak çağırılacağını söylediler. Dan ve Samaan, Cohen'in Mısır'daki geçmişi üzerine kontrollerini yapıyorlardı. Cohen'e Dr. Moşe Marzuk ve Sami Azar'in dahil olduğu İsrail istihbarat şe­bekesine yönelik Temmuz 1954'te yapılan soruşturma ve Eli'nin o gün kısa gözaltısı hakkında sorular yönelttiler. Mısır polisinin parmak izi ve fotoğrafını alıp almadığını sordular. Eli "böyle bir şey olmadı" dedi. Karakolda gazeteciler tarafından bir fotoğrafla­ma olup olmadığını sorduklarında da Eli yine hayır yanıtını ver­di. Görüşmenin sonunda Dan, onun görevlendirileceği işe uygun olup olmadığına dair bir dizi testlere tutulacağını söyledi. Testler sırasında Cohen veya teşkilat işten cayabilirdi. Daha da önemlisi görüşmeyi ve teşkilatta göreve başlama ihtimalini kimseye söyle­memeliydi, eşine bile. Cohen net bir şekilde "anladım" diye yanıt verdi. İlk test poligraf makinesiyle idi. Testin idaresinde düşman ülkelere gönderilen "savaşçı"ların testlerinde görev alan aynı zamanda Şin Bet'in soruşturma bölümü başkanı Victor Cohen vardı. Victor Cohen, Şam'da dünyaya gelmiş, Şam Üniversitesi ve Beyrut'ta (sadece gayrimüslimleri kabul eden) St. Joseph Üniver­sitesinde hukuk eğitimi almış ve bölgeyi gayet iyi bilen biriydi. Yariv onun keskin ve berrak zekasına ve hislerine güveniyordu. Menaşe'ye (Eli Cohen'in takma ismi) sadece poligraf uygulamak­tan ziyade şahsi sohbetler yaparak onun mizacını anlamaya ça­lışmasını da rica etmişti. Poligraf testinde Menaşe, sorulara gayet akıcı cevaplamıştı. Victor, Menaşe ile daha fazla sohbet etmek için onu Şin Bet'in Tel Aviv'deki binalarından birine davet etti. Victor, Menaşe'den çok etkilenmişti ve muhataplarına onda hiç­bir olağandışılık görmediğini söyledi. Şüphe uyandırmadan sos­yalleşebilen "normal bir tip", nazik ve keyifli, mantıklı ve kolay anlaşılır bir kişiliği vardı. Kendine güveni ile nezaket arasında il­ginç bir karışımı vardı. Ciddi, biraz içe dönük ama başarıyı arzu­layan biriydi. Görünüşe göre "savaşçı" olmak istemesinin ardında macera duygusu, maddi endişeler veya ailesiyle yaşadığı sorunlar yoktu. Yalnız psikolojik testlerin neticesinde birkaç soru ortaya çıkıyordu. Önceki psikolojik testte Eli Cohen'in "yaklaşan tehdidi fark etme yeteneği olmadığı" anlaşılmıştı. Hatta ilk test peşisıra tekrarlanmıştı. Yani Eli iki farklı psikolog tarafından incelen­mişti: Psikologlardan biri Strazburg doğumlu, Fransa'da yetişmiş bir psikologdu ve Eli'yle mülakatı Fransızca yapmıştı. Diğer psi­kolog Filistin'de doğmuş ve mülakatı Arapça yapmıştı. Her ikisi de adayın yüksek analiz yeteneği ve mükemmel hafızaya sahip olduğunda hemfikirdi. Gerekli olanla önemli olanı ayırt edebili­yordu. Sosyal uyum ve pozitif ahlak anlayışı, ketumiyet ve cesaret Eli'de olan özelliklerdi. Bununla birlikte bir psikolog, tevazu sa­hibi olmasına rağmen adayın "kendi değerini abarttığını", diğer psikolog"dış sessizliğine rağmen Eli Cohen'in iç gerginliğe" sahip olduğunu belirtti. Kendisi, ortadaki tehlikeyi yeterince tartamı­yor ve bazen gerekenden fazla risk alma eğilimine sahipti. Ancak test sonuçlarına göre toplama bakıldığında Eli Cohen düşünülen görev için uygundu. Savaşçı yalnız kurttur. Tutuklanan bir ajan aşırı derece­de acımasız işkenceye maruz kalacağı düşünülürse, merkezde önünden geçecek bilgi mümkün olduğunca az olmalıdır ki ko­nuştuğunda pek önemli bilgiler vermesin. Bu nedenle göreve başladığı andan itibaren onunla arkadaşları arasında bir duvar inşa edilmişti. Hedef ülkede topluma entegre olmalı, bağlantılar geliştirmeli ve yeni arkadaşlıklar kurmalıydı. Özel eğitmenlerinin gözetiminde ayrı olarak eğitiliyor, diğer "savaşçıları" tanımıyor ve elbette hangi ülkelerde faaliyet gösterdiklerini bilmiyordu. İhtiyaç duyduğu zaman bile birimdeki görüşmeler sırasında uzman­larla konuşurken Eli genelde kalın bir camın arkasında tutulur­du. "Savaşçı" meslektaşlarını tanımıyor, meslektaşları "savaşçıyı" bilmiyorlardı. İsrail ajanlarının lan Fleming'in karakteri (James Bond) gibi zannedilmesi büyük bir hata olacaktı. lan Fleming'in yarattığı karakterler "gösterişli kişilerdi". İsrail ajanları, bu tiplerin aksine gösterişli kişiler değildi. Birimde eğitimler Samaan tarafından geliştirilmişti. İsrail devletine verdiği hizmet ve fedakarlıklarla borcunu ödeyen bu kişi "savaşçı"yı da eğitiyordu ve ona tecrübelerini aktarıyordu. Onun temel ilkelerinden biri "mütevazı olmak ve öne çıkmamak" idi. Samaan bunun önemini İkinci Dünya Savaşı sırasında Pal­mah üyelerinin Mısır'da bir grubu eğitmek için komanda gön­dermesi sırasında öğrenmişti. Kurs katılımcıları, Ortadoğu'daki Nazi güçlerine yönelik sabotaj eylemi gerçekleştirmek isteyen farklı ülkelerin vatandaşlarıydı. Mısır'daki zorlu eğitime rağmen / Samaan günün sonunda kışlasındaki odasına döner ve kitap (ss okurdu. Bir akşam birimdeki komutanlardan biri yanına gelerek �, "Yahudisin değil mi?" diye sordu. İngiliz olan bu komutan, şa-kayla karışık cevabı da kendisi vermişti: "Arkadaşları eğlenirken sadece Yahudi biri gider kitap okur. Kendinizi belli etmek istemi­yorsanız kitabı kapatın ve arkadaşlarınıza katılın. Bu arada bu bir talimat değil, bir ipucu. Ve sarhoş olmayın". İngiliz albayın bu tav-siyesi Samaan'ın o sırada Palmah'ın komutanı olan Yigal Allon'un daha önce duyduğu şeyle tutarlıydı. Kurs için belirlenen Palmah subayıyla bir görüşme yapan Allon konuşmasında, "Şimdi nazik bir konuya dokunmak istiyorum: kadınlar. Hepiniz yetişkinsiniz ve size güveniyorum. Ben sizi yasaklayamam ancak dürtüleri-mizden vazgeçmemiz gerektiğini söylüyorum. Şüpheli kadınların tuzaklarına düşmenizden ve böylece tehlikeyi maruz kalmanız-dan endişe duyuyorum:' Bu kuralları Samaan, Eli Cohen dahil öğrencilerine hep aktarırdı. Kendisi de tecrübe ettiği için rahat-lıkla bunları öğrencilerinden beklediğini belirtirdi. Herkes onun tavsiyelerine uyma konusunda azami dikkat gösterirdi.
·
459 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.