Gönderi

İstanbul'un uzak bir köşesinde küçük bir camideyim. Gürültüden, özellikle araba seslerinden uzak kalmanın huzurunu yaşıyorum bir parça. Büyük kasnaklı pencereleri var, sessizliğe açılan dört duvar üzerinde. Yekpâre bir sükût kubbe... Öğle güneşinin ikindi güneşi ile buluşmaya hazırlandığı sessizlik bezminde, eski bir saatin sarkacından bir geçmiş zaman ninnisi dinliyorum. Zamanın ritmi saat tiktakları ve caminin kırmızı halısında kıpırdanan gölgelerle kayda geçiyor, ben kayıtdışı bir zamanın izini sürerken. Eski ahşap kapının anahtar deliğinde uyukluyor pencereden giren ışık. Bir beşiğin rahatlığı ile bir mezarın unutulmuşluğu anahtar deliğinin pirinçten çerçevesinde görünüyor. Anahtar deliğinin karanlığında kayıp anahtarın hüznü yaşanıyor. Kendi içime dönüyorum anahtar deliğinin sessizliğini görünce. Kendi içimdeki boşlukta dönen kayıp anahtarın hayalini kuruyorum. Âh sessizlik nasıl da inceltiyorsun insanın ruhunu. Seninle daha net görünüyor renkler. Ve sessizlik seninle nasıl fark ediyor insan eksik yanını. Şimdi bir kedi olup üst kata uzanan ahşap merdivenin herhangi bir basamağında uykuların en tatlısına dalmak istiyorum. Mihrabın sessizliğinde yönümü kaybediyorum. Mermerin sessizliği mi yüzleştiğim yoksa içimdeki mihrabın kayıp yeri mi? Deliliğin sınırlarında bir mikat taşı sessizliğe kulak verişim. Gözlerim hem ışığı ve gölgeyi izlemek istiyor ama... engel olamadığım bir his kapat diye emrediyor gözlerini. Uyusam sessizlikle bir bütün olup. Küçücük varlığımla sessizliğin fark edilmeyen bir parçası olsam. Bir saat tik takının arkasına gizlensem sobelenmeden hiçbir sese. İkindi güneşinde uyuklayan bir mezar taşının yorgunluğunu paylaşsam ağrıyan adımlarımla. Göz kapaklarıma en temiz uykulardan kubbeler yükseltsem... Ama hür ışıklarla mahkum gölgeler arasında bireyselleşiyor varlığım. Işıklar birbirinin içinden geçerken, gölgeler gölgeleri zincirlerken... yarım bırakıyorum yarım kalması gereken bu cümleyi... *** İkindi için tekrar aynı camideyim. Aynı sessizliğin beklentisi ile geçiyorum üzerine gölgeler serilmiş eşikten. Ben gittikten sonra kim bilir kaç çınar yaprağı daha düştü bu caminin bahçesine sessizce. Artmayan ve azalmayan sessizlik! Ama güneş aynı güneş değil. Anlamı değil ama yansıması ve hayali başka bu sessizliğin. Anahtar deliğine vuran güneş şimdi kubbenin sağ tarafındaki pencereden kubbenin sol tarafına vuruyor. Notası değişmiş bu muhayyel nağmenin bir ağıta dönüşmesini dinlemek istemiyorum, camiden çıkarken eşikte bıraktığım son ayak sesim de dahil olsun bu efsûnlu nağmeye. Işığın uyuduğu o anahtar deliğinde göz izim kalsın. İstanbul'un uzak bir köşesinde, kalabalık sokakları ardında bırakmadan ulaşılamayacak bir güzergâh üzerinde küçük bir camii. Yeşilköy Mecidiye Camii. Yazının nihayetine geldiğimde Üsküdar'dayım ve dolunayın parlaklığı bana o anahtar deliğini hatırlattı yine. Acaba büyük pencerelerden sızıp ay ışığı da güneş ışığının uyukladığı gibi uyukluyor mudur ayni anahtar deliğinde? Yoksa o anahtar deliğinde uyuklayan ben miyim? Utandım. O anahtar deliğinden Kudüs'e neden bakmadım?
·
2 plus 1
·
410 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.