Gönderi

Tamamen gerçek bir öyküdür. Bizzat yaşanmışlık içerir. Öykü sevenlere ve okumak isteyenlere tavsiye edilir. Keyifli okumalar... "Arabadan yavaşça indik. Titreyen adımlarla yürümeye çalışıyordu Lütfiye Hanım. İlerleyen yaşına göre hala çevik sayılabilirdi. Yine de koluna girip gideceğimiz yere kadar eşlik etmem gerekiyordu. Mezarlığın yıkık ve küçük kapısından içeri girdik. Lütfiye Hanım elindeki çantayı bana vermemekle ısrar ediyordu. Oldukça ağır olduğu her halinden beli olan çantanın içinde ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Durum öyle belirsizdi ki, aradığımız mezarın bile nerede olduğunu bilmiyorduk. Aslında ortada bir mezar olmadığını da fazla zaman kaybetmeden öğrendik. Bütün mezarlığı tek tek dolaştık. Aradığımız mezarı bulamayacağımızı çok iyi biliyorduk. Lütfiye Hanım, mezarlığın içinde küçük ve yorgun adımlarla ilerlerken anlatmaya başladı. “Bin dokuz yüzlü yıllardı. Daha on yedi yaşında bir genç kızdım. Mustafa köyün en yakışıklı erkeğiydi. Birbirimizi çok seviyorduk. Ama öyle senin bildiğin şimdiki sevgilerden değildi bu. Neyse kısaca anlatmaya devam edeyim evladım.” Dedi gülümseyerek. Dikkatle dinliyordum. Hikayenin sonunu tahmin ediyordum. Gözümde o zaman ki yaşamı ve böyle bir sevdayı canlandırıyordum. Lütfiye Hanım hayalimi desteklercesine devam etti: “Fakir düğünüydü bizimkisi. Ne onun ailesi ne de benim ailem zengindi. Zaten o zamanlar zenginlik mi vardı ki evladım. Neyse... Düğünden hemen sonra askere gitti. Çok zor günler geçirdim ama onu hep bekledim. Aylar bir şekilde hasretle geçti. Geleceği gün geldi çattı ama ne gelen oldu ne giden. Hiçbir haber alamadık bir süre.” dedi ve durakladı Lütfiye Hanım. Biraz zorladı kendini ve devam etti: “Aradan biraz zaman geçti ve kötü haberi aldık. Dünya bir anda başıma yıkılmıştı. Olduğum yerde öylece kalakaldım ve saatlerce ağladım. Günlerce hep ağladım. Bağrıma taş bastım. Sonunda adet yerini bulmalıydı. Gelenek görenekler vardı o zamanlar ve bunun adı da töreydi. Mustafa’nın küçük kardeşi Ömer’le evlendirdiler beni. Başta istemedim. Çünkü benden üç yaş küçüktü. O zamanlar bu yaş farkı çok büyük geliyordu benim için. Daha on dördünde küçük bir çocuktu Ömer. Ama töreler böyle söylüyordu ve evlenmem gerekiyordu. Kısa süre sonra da evlendirdiler. Uzun bir süre çocuk büyüttüm aslında. Zaman ilerledikçe de alıştım her şeye. Onu da sevmeye çalıştım. Belki de hiçbir zaman Mustafa gibi sevmedim onu ama mecbur kaldım. Ömer’den beş tane çocuğum oldu. Hepsini beraber büyüttük besledik. Yıllar böyle geçti gitti. Sonrasını bilirsin zaten.” Bu hikayenin özetini daha önce bir kez duymuştum. Ama gerçeği ilk kez, hikayenin yaşlı kahramanından dinliyordum. Bu mezarlığa, Lütfiye Hanım’ın Mustafa’sı için gelmiştik kilometrelerce yolu. Bulamayacağımızı çok iyi biliyorduk. Çünkü o zamanlar fakir bir ailenin çocuğu olan Mustafa’yı burada bir yere rastgele gömmüşlerdi ve mezarını belli eden hiçbir yazı yada işaret koymamışlardı. Mezarlıkta ki eski mezarları tek tek dolaştık. Arapça bilmediğimizden mi yoksa aradan yetmiş yıla yakın bir zaman geçmesinden mi bilmiyorum, aradığımız mezarı bulamadık. Lütfiye Hanım, elinde sıkı sıkıya tuttuğu ve benim taşımamı istemediği çantayı, içlerinden en eski olabilecek bir mezarın etrafında yere koydu. “Dur evladım” dedi ve durduk. Çantayı yavaşça açtı. Büyük bir merak ve dikkatle onu izliyordum. Benden hiçbir yardım istememişti. Çantanın içinden bir şişe ve poşet çıkardı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ki poşetin içindeki şeyi gördüğümde çok duygulandım. Şişenin içindeki su, poşetin içindeki ise topraktı. Kilometrelerce uzaktan memleketinin, köyünün suyunu ve toprağını getirmişti Mustafa’sına. Toprağı avuçlarına alarak etrafa saçtı. Gözleri dolmuştu ve bir şeyler söyleyerek ağlıyordu. Birkaç dakika böyle ağlayarak toprağı ve suyu her yere saçtı. Onu bu halde görmek beni çok şaşırtmış ve etkilemişti. Yüreğindeki o gençlik aşkını gözlerinde görebiliyordum. Elleri de titriyordu. Yaşlı bir kadını ilk kez ağlarken görüyordum. İçim acımıştı. Arkasına baka baka mezarlıktan çıktı Lütfiye Hanım. Elli yıldan fazla bir süredir görmemişti Mustafa’sını. Yıllarca büyük bir aşkla sevdiğini bekleyen, kaderin en acımasız tavrını yaşayan Lütfiye Hanım; aslında benim Anneannemdir." Okan Kuzu
·
4 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.