Sabahtan önceki o belirsiz vakitte
Bitmek bilmez gecenin sonuna yakın
Bitmeyenin o nükseden bitiminde
Alaz alaz diliyle o zifiri güvercin
Yuvasına doğru dalıp gittikten sonra ufukta
Solmuş yapraklar hışır hışır öterken
Başkaca çıt çıkmayan asfaltın üzerinde
Dumanların yükseldiği üç mahalle arasında
Birine rastladım yürüyen, dura kalka telaşla
Sürükleniyordu sanki bana doğru, şehrin şafak
Rüzgarının önüne kattığı metal yapraklar misali.
Dikip de gözlerimi yere dönük yüzüne
Soruşturan o bakış uçlarıyla süzüşünce
Tan ağartısında karşılaşılan ilk yabancının
Yakalayıverdim birden her birini tanıdığım,
Unuttuğum, yarım yamalak hatırlanan o göçmüş
Kimi üstatların ifadesini; kavruk çehresinde
Bir aşina hayalet alaşımının gözleri
Hem canciğer hem tanınmaz.
Böylece çifte role bürünüp bağırdım
Ve duydum başkasının bağırışını: "Nasıl yani! Sen, burda?"
Yoktuk oysa. Gerçi ben aynıydım hâlâ,
Kendimin fa rkında ama bir başkası olarak
-O ise bir çehre henüz şekillenen; gene de kafiydi kelimeler Bilmeden önce gelen tanımayı sağlamaya.
Ve sonra, müşterek havayla uyumlu,
Yanlış anlaşılmayacak kadar birbirine yabancı,
Bu öncesiz sonrasız, hiçbir yerde buluşmanın
Kesişim vaktiyle ahenk içinde,
Arşınladık kaldırımı ölgün bir devriye halinde.
Dedim: "Zahmetsiz şey merak duymak,
Ama merakın sebebi de bu rahatlık. O yüzden söyle:
Ben kavrayamıyor, hatırlayamıyorum belki de."
O da dedi: "Pek de hevesli değilim
Unuttuğun fi kirlerimi, tahminlerimi sayıp dökmeye.
İşlevini yerine getirdi onlar: Bırak öyle kalsınlar.
(...)
Geçen yılın diline yakışır çünkü geçen yılın sözleri
Ve sözleri gelecek yılın bekler başka bir sesi.
Ama madem artık engel teşkil etmiyor sefer
Birbirine gitgide daha çok benzeyen iki dünya arasındaki
O yatışmaz ve göçebe ruha,
Söylemeyi asla düşünmediğim sözler bulurum o halde
Yeniden uğrayacağımı hiç sanmadığım sokaklarda
Gövdemi uzak bir kıyıda terk ettiğim sıra.
Değil mi ki konuşmaydı meselemiz, ve konuşma mecbur ediyordu bizi
Kabilenin lehçesini arındırmaya
Zihni içgörüyle öngörüye sürüklemeye,
İfşa edeyim o zaman kemale erenlere mahsus o marifeti
Bir ömürlük çabanı taçlandırsın diye.
Önce, yiten hislerin o soğuk,
Nahoş sürtünmesi, karangu meyvenin
Kekremsi tadından başka bir şey vaat etmeyen,
Ruhla beden parça parça ayrılırken.
Ardından, hiddetin bile bile aciz kalışı
İnsanın budalalığı karşısında, ve yaralaması
Kahkahanın, artık hiç de güldürmeyen şeylerde.
Ve nihayet, yaptığın ve olduğun her şeyi yeniden sahnelemenin
O yürek parçalayan acısı; sonradan
Açığa çıkmış güdülerin utancı ve berbat edilmiş,
Başkalarına zarar vermiş şeylerin farkındalığı
Hani bir zamanlar fazilet alıştırması saydığın.
Derken batmaya başlar ahmakların onayı, onur lekelenir.
Hatadan hataya ilerler zıvanadan çıkmış ruh,
Onarılmadıkça, bir dansçının ölçülü adımlarıyla
Hareket etmen gereken şu arındıran ateşle."
Şafak söküyordu. Eciş bücüş sokakta
Uzaklaşıverdi benden bir veda selamıyla,
Ve yitip gitti çalarken alarm sirenleri.