Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

192 syf.
·
Puan vermedi
·
41 günde okudu
Türkçe - Bizim Dilimiz, sayın yazarın okuduğum üçüncü kitabı. Kitabını bana gönderme nezaketinde bulunmasından ötürü kendisine teşekkür ediyorum. Köylerde, kentlerde, sınıfların tebeşir tozuyla kaplı ortamlarında TÜRKÇE için tam kırk yıl nefes tükettim. Milyonlarca sözcük ve cümleyle dost oldum bu uğraşta." (s.9) Kırk yıllık Türk Edebiyatı öğretmeninin kitabına yorum yazmak büyük cesaret ister doğrusu. Bundan ötürü de yazarın affına sığınıyorum. Zira her türlü yorumun, bir kitabın gelişimine katkıda bulunacağına inanıyorum. Kitap ilk elime aldığımda bana "Bye Bye" Türkçe: Bir Nev-York Rüyası kitabını hatırlattı nedense. İlk bölümde Türkçe'nin tarihinden kısa yazılarla bahsedilmiş. "Türkçenin Dünü" başlıklı yazıda; "Dil devriminin amacı, halkın yüzde doksan dokuzuna yaklaşan bir çoğunluğu yakalamaktır." (s.14) demiş. Sanırım burada "okuma yazma oranında" gibi bir kelime grubunun eklenmesi unutulmuş. İkinci bir detay ise, bu devrimin yapılışı esnasında %99 gibi bir hedeften ziyade mümkün mertebe halkın tamamına okuma yazma öğretme amacı olduğunu düşünmekteyim. İkinci yazı olan "Osmanlıca" başlıklı yazıda yazar Osmanlıca'nın Türkçe'den farklı bir dil olduğu yönünde taraf tutmuş. Bildiğiniz üzere bu eski bir tartışmadır ve hala da bu konu sıcaklığını korumaktadır. "Türkçenin Doğuşu" başlıklı yazıda bazı yazarların soyadlarının tamamen küçük, bazılarının ise tamamen büyük yazılması özel bir amaç için olmasa gerek. Tahminime bu bir baskı dizgi hatasıdır. Kitabın kapağındaki "Parfüm Kokulu" ifadesinin nedenini 22. sayfada anlıyoruz. Burada kast edilen, bugün "Plaza dili" olarak bildiğimiz, deformasyona uğramış bir tür Türkçenin gençler arasında yaygınlaşması. Parfüm kelimesi, bu dili kullanan elit kesimin alametifarikası olarak tercih edilmiş. "Yaşam değiştikçe kelimeler de değişiyor." diyor" (s.23) 27. ve 28. sayfalardaki toplumca ünlü kabul edilen şahısların kurduğu cümlelerdeki Türkçe hataları okurlarda farkındalık kazandırmaya yardımcı olabilir. Zira, "televizyonda gördüysek doğrudur" anlayışı nedeniyle bireyler ünlü kabul ettikleri şahısları hata yapabilirlik ve sorgulanabilirlik kapsamı dışında değerlendiriyorlar. Ayrıca onlar çağdaş rol modelleri aynı zamanda kanaat önderleri. 31. sayfada daha önce bahsettiği etkileşimler "kirlenme" olarak tasvir edilmiş. Dil, bir iletişim enstrümanı olarak değerlendirildiğinde kullanılan sözcüklerin kökenleri uzun vadede pek anlam ifade etmemektedir. Portakal kelimesi nasıl ki, Portus Cale limanının isminden gelmiş bir sözcükse; bugün kullanılan "forward etmek" gibi kelime ve kavramlar da belki 50 yıl sonra dilin dokusundan ayırt edilemez hale gelebilir. Bu, ne yazık ki baskın kültürün diğerini domine etmesinden kaynaklı. Daha önce Fransızcanın baskın olduğu dönemde de benzer etkileşimler Fransızca ile yaşanmıştı. Bu nedenle bunu "kirlenme" olarak tanımlamak elbette bir farkındalık kazandırma adına romantik bir yaklaşım; esasında bu bir etkileşim. Lakin hızlı ve zaman geçtikçe daha da hızlı gerçekleşen bir etkileşim olduğu su götürmez. 35. sayfadan itibaren 56. sayfaya kadar ünlü kabul edilen insanlardan haber metinlerine kadar pek çok örnek özenle derlenmiş. Bu örnekler Türkçenin yanlış kullanımlarıyla alakalı olmakla beraber, aynı zamanda sözkonusu metinlerin "sözde" yazarları tarafından da okunması gereken örnekler. Bunlar haberleri okurken bana da rahatsızlık vermiyor diyemem. Lakin sayın yazar mesleki tecrübesinden ötürü benden daha fazla hassasiyet duyuyordur. Faydacı bir yaklaşımda "ne kast edildiği anlaşılıyor mu? Evet o halde sorun nedir" denebilir. Yazarın bu noktada verdiği mesaj da tam olarak bunun aksi; Kast edilen anlaşılmıyor Yani iletişim bilimi açısından değerlendirirsek, "ileti" "bozuk". Buna kitaptan verebileceğim en güzel örnek; 59. sayfada geçen "Üzeyir Garih'e saldıran bıçak bulunamadı" ifadesi. Bu, yazarın haklı olduğunu, iletinin bozuk olduğunu apaçık göstermiyor mu? Nergiz Televizyonculuğun kısaltması olan NTV'nin "En ti vi" olarak okunduğu, yazarın da dikkatinden kaçmamış! 63. sayfadaki "Biraz da Gülelim" temalı bölümün kitabın ruhuna uygun olmadığını düşündüm ilk bakışta. Zira bu noktaya kadar son derece keyif aldığım ve kendime dersler çıkardığım kısımlar vardı. Bunların teması Türkçenin kötü kullanımıydı. Bu bölüm ise kitap içerisinde bir tür "dinlenme" bölümü olarak değerlendirilmiş diye düşünmüştüm. Sonra geriye dönüp bir daha okudum. Burada aslında mizahi unsurlar da kullanılarak iğneleme yapılmış. Zira yine Türkçe yanlışlarından bahsediliyor burada da. Kitapta yer yer edebi metinlerden alıntılar görsek de, bunların miktar olarak daha fazla olmasını arzu etmedim diyemem. Keşke her dönemden şairlerden alıntılar da olsaydı. Hatta yerel şairlerin yanlış cümleleri de örnekler arasında bulunabilirdi. Bu sayede sözkonusu şairlere yol göstericilik de yapılırdı. Eğitimbilimsel tavsiyeler de var kitapta. 74. sayfadaki bölüm öğrencilerin sıklıkla düştüğü hatalara değiniyor. Aynı mesleği yapan başka öğretmenler buradan tecrübe kazanabilir. Aynı zamanda 76. sayfada "Ne yapılabilir" bölümünde yazar öğretmenlik tecrübesinden kazandığı bilgileri cömertçe paylaşıyor. Bunların Türk Edebiyatı okur ve uzmanları tarafından okunmasında fayda var. 78. ve 81. sayfalar arasında yazarın fikirlerini destekleyen başka kişilerin yazılarını içeren gazete küpürleri var. Bundan sonraki kısımlarda köşe yazıları, çeşitli kısa araştırmalar vesair derlenmiş. Bunların bir kısmı yazarın kendi yazdığı metinler olmadığı için bunlar hakkında yorum yapmıyorum. Yazarın kendi yazdığı yazılarda ise (103. sf örneğin) yazar Türkçe için duyduğu hassasiyeti dile getiriyor. Bu mesleki duyarlılığın dışında düşünülmeli; bir vatandaş, Türkçe konuşan bir birey olarak herkesin görevi aslında. Zira Wittgenstein'in söylediği gibi, dilin sınırları dünyamızın sınırlarıdır. Dil dünyamızı belirler. Bu arşiv çalışmasındaki sebat ve titizliği ayrıca takdir etmek gerek. Bunca gazete, dergi, haber özenle taranmış ve Türkçe hakkındaki yazılar toplanmış. Sonuç olarak, Türkçenin yaşadığı bu etkileşimin yabancı kelime kazanmanın yanı sıra, bazı köşe yazılarında da belirtildiği gibi; kelime kaybetme yönü de var. Daha az kelime kullanımı aklıma George Orwell'in meşhur 1984 kitabını getiriyor. Kitapta da kelime sayısı azaltılarak toplumların idrak yetenekleri yok ediliyordu. Sayın yazarın verdiği mücadelenin son derece haklı ve doğru olduğuna inanıyorum. Bunun için de, yani Türkçenin sözkonusu etkileşimi kendi lehine dönüştürmesi için- edebiyatçılara büyük görev düştüğünü düşünüyorum. Yazılan romanlarda, şiirlerde, tiyatrolarda kullanılan Türkçe, yüz yıl sonrasında nasıl konuşulacağını belirler. Bunun dışında elbette tek tek bireylere de büyük sorumluluklar düşüyor. Yazar zaten bundan bahsetmiş, bundan sonrası artık; bizim görevimiz. 10.12.2016
Türkçe Bizim Dilimiz
Türkçe Bizim DilimizMuzaffer Özen · Ekrem Matbaası · 20161 okunma
89 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.