Gönderi

Eugenios Boülgares (1716-1806), Korfu’da doğmuş, Batı kültürü almış, Leibniz yanlısı olmuş, Voltaire’i sevmiş, Laiklik Üstüne Düşünceler isimli ve ileri görüşlü olan bir risale de yazmış, Aynaros’ta, İstanbul’da, Çarina Katerina’nın yanında çalışmış bir din adamıydı. Virgilius’tan Homeros’a birçok çevirisi, pek çok mektubu ve felsefi yazılan vardır. Yunan ulusunun kurtuluşu için çalışmış önemli aydınlardan biridir. Boülgares ulusun ismi için şöyle demişti: “Atalarımız Hellen ismini ama Grek adını da kullanmışlardı... Avrupa ülkeleri ulusumuzu bu isimle, Grek olarak tanırlar. Biz ‘Hellen’ ismini putperestliği anımsattığından, ‘Rum’ ismini ise Romalı olmadı­ğımızdan kullanmamalıyız” (Demaras 1975,349). 18. yüzyılın sonlarında özellikle Batı ile ilişki içinde olan çevrelerde “Grek” sözcüğünü kullanma eğilimini görüyoruz.Demetrios Katartzes (1730-1807) Eflâk’ta unvanlar edinmiş Fenerli bir aydındır. Aydınlanma hareketinin ve Fransız Ansiklopedistler’in etkisinde kalmıştı. Katartzes, çağdaş Yunanca’nın, Solömos ve Psikhares’in öncüsü sayılabilir. 1783 yılında şunları yazmıştı: “İsa’dan esaret yıllarına dek, yüzyıllarca putperest anlamına gelen sözcüğün anlamını ncısıî olur da kimi okumuşlar görmezlikten gelip değiştiriyor ve kendilerine‘Hellen’ diyebiliyor? Nasıl Hristiyan ve Rum iken bunu yapabiliyorlar?.. Hellenler atalarımızdır ama isimlerini alamayız” (Demaras 1975, 349).Ama ulusçuluk güçlendikçe Antik Yunan da her yanıyla güçlenmeye, anımsanmaya, benimsenmeye, ileriye sürülmeye, sözü edilmeye, yeniden yaratılmaya başlanır. Antik tarih, antik insanlarla yakınlık, Antik Yunarida ün kazanmış isimler keşfedilir, o eski uygarlıkla yakınlıklar, benzerlikler, akra­balıklar gözlenir, yakıştırılır yada icat edilir.32 Antik yöre isimleri kullanılır, çok eskilere uzanan gelenekler canlan­dırılmaya çalışılır. Koraes ile Katartzes arasındaki tutum farkı da ulusal bilinç alanındaki bu hızlı gelişmenin, bir kanıtı gibidir. Koraes, aşağıda da daha ayrıntılı bir biçimde göre­ceğimiz gibi, “Rum” değil “Grek” ismini ulusa daha yakışık bulmaktadır: “Sen Romalı değilsin, bu isim köleliğin damgası gibi durur alnımızda... bu ismi kullandığımızda bu kölelikten sevinç duyuyormuş gibi görünebiliriz”.Regas da “Hellen” sözcüğünü kullanacaktır, ama orida bu sözcüğün bugünkü anlamda kesin etnik bir içeriği yoktu: “Hellen halkı, yani din ve dil farkı gözetilmeden bu devlette yaşayanlar” diye “herkesi” “Hellen” saymıştı (Anayasa, madde A.I. 2). 1805’de yayımlanan Rusingilizfransız isimli anonim şiirde de göreceğimiz gibi, “Hellen” ve “Grek” sözcüklerinin her ikisi de karışık kullanılır. Ama 1806’da yayımlanan Hellen Nomarşisi’nde “Hellen” sözcüğü egemendir. Sonunda za­manımızda da kullanılan “Hellen” sözcüğü yarışı kazanacaktır. Ulusçu bir yola koyulan bir halk, artık ismini de seçecek­tir. Bu sözcükle birlikte başka sözcükler de anlam değiştirecek ve ulusçu dünya anlayışına uygun anlamlar kazanacaklardır. Örnek olarak “filozof” ve “felsefe” gösterilebilir. Bu sözcüğe önceleri Batı/Doğu, Aydınlanma/ Tutuculuk, Demokrasi İstibdat mücadelesi içinde “dinsizlik” gibi bir anlam verilmek istenmiş ama sonunda olumlu bir anlam kazanmıştı. Koraes şöyle yazacaktı: “Evet aziz ve kutsal Farisiler, (kilisenin ileri gelenlerine sesleniyor, H.M.) halktan insanlar felsefe yap­maktadır; ama felsefe sizin vermek istediğiniz anlamı taşımıyor, felsefe halkın mutluluğu yolunda gerçek çıkarlarını göster­mektedir” (Demaras 1975, 348).Fransız Devrimi yıllarında Hellence konuşan Ortodokslar’ın arasında en çok tartışılan konulardan biri “köken” sorunuydu. Batıcı, liberal, “özgürlükçü”, kısaca “demokrasi” ve özellikle Fransız Devrimi yandaşlarına göre“ulusun” kökenleri ve “atalar” Antik Yunan’dan kaynaklanıyordu; Bizans ve Kilise ise (yani Patrikhaneye bağlı güçler) köhnemiş, istibdatçı ve “yabancı” bir düzenin temsilcisi sayılıyordu. Bu dönemde görülen bu atalara bağlılık “progonoplexia” (atalar tutkusu) yada “arhaiolatreia” (antik dünyaya tapma) olarak değer­lendirilmiştir (Clogg 1988).Ulusçuluğun yaygınlaşmaya başladığı 18. yüzyıl boyunca ama özellikle ikinci yansında Yunanlılar arasında Antik Hellen dünyası canlandırılır. Yunanlılar ve özellikle aydınlar arasında Antik Yunan isimleri görülmeye başlanır. Eski metinler çevrilir, “ataların” üstünlükleri vurgulanır. Bu sürede Bizans dışlanır. Kötü ne varsa, Antik Dünya’nm karşıtı sayılan “tutucu”, “geri” ve dinsel ağırlıklı Bizans’tan ve uzantısı Osmanlı düzeninden bilinir. Batı’da “demokratlar” nasıl feodal aristokrasiye ve kilise kuramlarına karşı çıkmışlarsa, aynı yaklaşımın Yunanlı de­mokratlarca tekrarlandığı gözlenir.Patrikhaneye bağlı güçler (Fenerli Rum aydınlarının bir kesimi, Kilise’nin yöneticileri, Babıâli ile işbirliği içinde olanlar ve deniz ticareti yapan ve çiftlik sahibi bir kısım Hellenler) ise Bizans’ın ve Hristiyan geleneğin savunuculuğunu üst­lenmişlerdi. Mücadelenin ve Yunan devletinin kuruluşunun sonucunda Yunan devleti ile Patrikhane’nin arası bütünüyle bozulacak ve otuza yakın yıl her türlü ilişki kesilecekti.Ancak Yunan devletinin kuruluşundan otuz yıl kadar sonra yeni bir yaklaşım ve tarih yorumu geliştirilecektir. Özellikle Falmerayer’in “bugünkü Yunanlılar Antik dünyanın torunları değillerdir” tezi ortaya atıldıktan sonra ve kilise ile eski çıkar kavgaları durulduktan ve kilise ile çağdaş devlet arasında uyum, işbirliği ve ortak çıkarlar temeli sağlandıktan sonra “dinsel Bizans” keşfedilmiştir. Anderson’u izleyerek, Bizans’ın icat edildiğini söylemek daha doğru olacaktır. Bu yeni tarih yazıcılığı önce Sp. Zampelios (1815-1881) ile ve sonra da resmi tarih görüşünün büyük ve ünlü ismi K. Papparigopoulos tarafından yazılacak olan “Yunan Ulusunun Tarihi” (1860-1874) adlı klasik yapıtı ile doruğuna varacaktır.Bu anlayışa göre Yunanlılar üç bin yıldır tarih sahnesinde bulunan bir “ulus”tur. Bugün Yunanlılar atalarının “temel” kültürel özelliklerini taşımaktadırlar.
·
82 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.