Gönderi

Ressentiment: Değerlerin Kökenindeki İçsel Savaş
Ahlaki yargıların ve değerlerin kaynağına ilişkin geçmişte yapılmış en ender keşifler arasında en önemlisi Friedrich Nietzsche’nin ressentiment(hınç) kavramının tüm değer yargılarının kaynağı olabileceğine ilişkin keşfidir. Nietzsche bu kavramı, felsefenin gündemine soktuğu yıllarda, Ahlakın Soykütüğü adlı kitabında bir teknik terime dönüştürmüş ve kelimeyi Fransızca olarak bırakmayı tercih etmiştir. Kelimenin Almanca hali olan groll(hınç) ve Hämischkeit(küçümseyici garaz) gibi yakın anlamlıları bulunsa da, Nietzsche, Fransızca sözcüğün içeriğini tam karşılayamadığını düşünerek orijinal halini, ressentiment’ı kullanır. Ben de bu yazı boyunca bu kullanımda hemfikir olarak ilerleyeceğim. Ressentiment’ı, en temel haliyle, kendi değersizlik hissiyle başa çıkmaya çalışan bir insanın içsel savaşının bir yansıması olarak ele almak mümkündür: Ressentiment olgusunun kökeninde, kişinin başka insanlara (ve onlardan yansıyarak da kurumlara, düşüncelere, pratiklere, yapıtlara, hatta genel olarak değerlere, değer yüklenmiş nesnelere) karşı duyduğu kızgınlık, garaz, intikam isteği ve haset gibi olumsuz duygular yatıyordur. Ama bunların hiçbiri kendi başına ressentiment’a dönüşmek zorunda değildir. Ressentiment’ın gerekli koşulu, bu duygu ve tavırların ifade bulmasını engelleyen bir iktidarsızlık ve tıkanma halidir. Scheler, bu olumsuz tavırlar arasında intikamcılık, haset ve kötüleme -ya da değersizleştirme- dürtüsünü özellikle vurgular. (Koçak, 2004, 10–11) Scheler, kavramı fenomenolojik olarak tanımlamanın yanında bu görüngüyü doğrudan şöyle ele alır: Ressentiment, zihnin kendi kendini zehirlemesidir; bunun gayet belirgin nedenleri ve sonuçları vardır. Ressentiment, genelde insan doğasının normal bir bileşeni olan belli duygu durumları ve etkilenimlerin sistematik olarak bastırılması sonucu ortaya çıkan süreğen bir zihinsel durumdur. (Hınç, 2004, 7) İnsan bu türden duygulanımları bastırdığında, çeşitli varyasyonlarda değer yanılsamalarına ve bir tür ‘’sanrı halinde yaşama’’ durumuna yönelir. Bu bastırma gerçekleştiği andan itibaren kişi, intikam isteği, kötü niyetlilik, nefret ve değersizleştirici kin gibi gibi duygulara sahip olur. Bu noktadan itibaren yeni deneyimler üzerinde, hep bir öncekinin değer yanılsamaları devam eder. İntikam isteği veya intikama susamışlık ise ressentiment’ın kaynağı olarak ele alınır. İntikam isteğinden farklı olarak ressentiment doğrudan tepkilerle ilgilidir ve kendinden olmayan kişinin zihinsel durumuyla ilgili bir ‘’ön varsayım’’ barındırır. Benzer bir duygu gibi görünen öfke duygusu ise ortaya çıkışı bakımından intikamcılıktan ayrılır. İntikam duygusunun veya arzusunun öncesinde bir saldırı ya da incinme duygusu yer alırken öfke, kızgınlık ile ortaya çıkarak, ‘’karşılık verme’’ ve ‘’kendini savunma’’ yönündeki dürtüsel tepkilerden ayrılır. Scheler, şöyle bir örnek verir: Eğer bir hayvan kendisine saldıranı ısırırsa, buna ‘’intikam’’ denemez. Burna yenen bir yumruğa hemen karşılık vermek de öyle. İntikamcılık iki ana özelliğiyle ayrılır: Birincisi öfke ve kızgınlık duygularıyla birlikte gelen ani tepki gelip geçidir ya da en azından hemen kontrol altına alınıp dizginlenir ve sonunda verilecek karşılık iyi bir fırsat bulmak üzere ertelenir(‘’sen görürsün gününü’’). (Hınç, 2004, 7–8) Bu engellemenin nedeni, anında gösterilecek bir tepkinin yenilgiyle sonuçlanacağı düşüncesi ve bunun verdiği ‘’acizlik’’ ve ‘’iktidarsızlık’’ hissidir. Dolayısıyla, bir iktidarsızlık deneyimi üzerine temellenmiş olması açısından, intikamın alınması bile aslen bir açıdan ‘’zayıf’’ olana ilişkin bir meseledir. Ayrıca intikamın özü her zaman ‘’kısasa kısas’’ bilinci içermesidir; bu yüzden intikam asla bir duygusal tepkiden ibaret değildir. (Hınç, 2004, 8) Bu bakımdan intikamı, ressentiment’ın oluşum kaynağı olarak gösterebilmemiz için elimizde iki nitelik vardır. Dilin ince ayrımları bunu açık şekilde göstermektedir. İntikamdan başlayıp, haset, ve kinden geçerek en sonunda ressentiment’a varan bir yol izler. İntikamın genellikle kendisine özgü bir nesnesi veya nesneleri vardır ve bu yönde gerçekleşirler. İntikam alındığı zaman veya ilgili kişi cezalandırıldığında ya da kendi kendini cezalandırdığında intikam isteği yok olur. Ancak kötüleme ve küçümseme türünden dürtüler, belli başlı nesnelere bağlı değildir ve bu duygular belli bir nedenden dolayı ortaya çıkmaz. Bu duygu, kendisini tatmin edecek nesneleri, insanların ve şeylerin özelliklerini arar. Küçümsemeyi, dayanakları yıkmayı, mükemmel insanları ve şeylerin olumsuz özellikleri üzerinde durmayı sever; bu tür, hataların en olumlu niteliklerle karşı karşıya getirildiğinde daha çok göze batmasından büyük mutluluk duyar. Böylelikle ortaya en farklı içerikleri barındırabilecek sabit bir deneyim kalıbı çıkar. (Hınç, 2004, 8) Küçümseme ve değersizleştirerek kin duyma dürtüsünün artık derinleşmiş hale geldiği görülür. Ancak bu türden dürtüler yine de ressentiment değildir. Ressentiment’ın ortaya çıkmasına doğru giden aşamalardan biridir sadece. Bu türden dürtüler çeşitli koşullar altında (gerçekçi bir bağışlama türünden) dizginlenebilir olarak görünür. Eğer bu duygular çok güçlü ve özellikle baş edilemeyecek şekilde, bir tür zayıflık ve korku dolayısıyla(içsel veya dışsal) bastırılırsa ressentiment ortaya çıkar. Ortaya çıkan bu tepkisel ve sürekli hale gelen olgu ise döngüsel bir devamlılık içinde sanrılar yaratmaya, hem bireyi hem de toplumu, öldüresiye hasta edecek zihinsel bir duruma düşürür. Bu tür duygular, özellikle pozitif olanı kollar ve ilk fırsatını bulduğu anda ‘’hıncını çıkarır’’. Ne var ki pozitif olanla etrafı çevrilidir ve asla da kaçamayacaktır. Olumlu olaylar ve durumlar karşısında yalnızca hasetle beslenir, kin ile kendini zehirler, sonunda da ancak ve ancak kendini öldürür. ‘’Ressentiment insanı, arzuyla iktidarsızlık arasındaki azap verici çatışmadan bir türlü kaçamaz.’’ — MAX SCHELER Yazılarım için beni Medium üzerinden takip edebilirsin: busecerendemir.medium.com
·
77 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.