Gönderi

Atatürk savaşı adım adım takip etmiştir. Askerliğe bir bilim olarak ilgisi vardır. Bu muharebeyi nasıl kazandık, onlar neden kaybetti vs. birçok sorunun cevabını arar. Yunanlıların yaptıkları hatalara bakar. Mesela, taarruz sürerken bir telgraf gelir, bizimkiler telgraf karşı tarafın eline ulaşmadan kesip alır. Telgrafta Trikopis’in başkomutan olduğunu bildirilir, ama haber Trikopis’e ulaşmaz. Trikopis ancak Dumlupınar’da esir düşünce bundan haberdar olur. Trikopis kendisiyle yapılan bir mülakatta olayı şöyle aktarır: Türk ordusunun bu beklenmedik kuvveti karşısında birliklerimiz perişan olmuştu. Yan birliklerle de irtibatı kaybetmiştik. Cephanemiz tükenmek üzereydi. Neşrettiğim bir günlük emirle sonuna kadar muharebeye devam edilmesini askere tebliğ etmiştim. Vaziyetimiz gittikçe müşkülleşiyordu. Asker yorgundu. Kimsede muharebeye devam arzusu kalmamıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan beri durmadan çarpışan Yunan Ordusu’nun maneviyatı hayli sarsılmıştı. Halk artık savaştan bıkmıştı. Askeri zorla, inanmadığı bir gaye uğrunda muharebeye sürüklemekteki güçlük, harbin en çetin meselelerinden birini teşkil eder. Ordunun adım adım hezimete yaklaştığını hissediyorduk. Her tarafımız Türklerle çevrilmişti. Esir olacağımızı anlıyorduk. Bizde kılıcı düşmana teslim etmek küçüklük sayılır. Vaziyetin kötüye gittiğini gören yaverim bir ara yanıma gelerek: “Generalim, kılıçlarımızı imha edelim,” diye teklifte bulundu. Kılıcımı kendisine verdim. Aldı ve parçaladı. Firar fayda etmedi, ordu perişan olmuştu. Bu esnada atım da vurulmuştu. Başka bir ata binerek kaçmaya ve çemberi yarmaya teşebbüs ettim. Fayda etmedi. Türklerin içine düştüm. Esir oldum. Beni yakalayanlar hüviyetimi almakta güçlük çekmediler. Üzerimde bir revolver vardı. Derhal bunu aldılar. Bizde süvarilerin kılıcı atların eğerine bağlıdır. Benim bindiğim atta da böyle bir kılıç bulunuyordu. Askerler bunu da benim kılıcım zannıyla müsadere ettiler. Bu esnada ordu perişan olmuştu. Sağ kalan birlikler dağınık bir halde İzmir’e kaçmaya çalışıyorlardı. Bu bizim için büyük bir mağlûbiyet olmuştu. Beni evvelâ Garp Cephesi Kumandanı İsmet İnönü’ye götürdüler. Kendisi ile fazla bir şey konuşmadık. İnönü, beni yanına alarak Mustafa Kemal’in huzuruna çıkardı. Yunan Orduları Başkumandanlığına tayin edildiğimi de bu sırada öğrendim. Atatürk beni mert bir askere yaraşır bir şekilde kabul etti. Teessür ve heyecan içindeydim. İnönü beni kendisine takdim etti. Gazi’nin bu esnadaki sözlerini hiç unutmayacağım: “Üzülmeyin General,” dedi. “Siz vazifenizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlûp olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştu. Size karşı büyük bir hürmet hissi besliyoruz. Burada kendinizi esir addetmemenizi rica ediyorum. Misafirimizsiniz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat edin.’’ Atatürk’ün bu ince ve nazik muamelesi karşısında ben de bu büyük kumandana karşı içimde bir hayranlık duymaya başlamıştım. Bundan sonra bizi Kayseri’nin Talas bölgesinde kurulan bir esir kampına sevk ettiler. Yüksek rütbeli subaylardan başka yanımda dört general daha vardı. Artık bizim için savaş bitmişti. Neticeyi beklemeye başladık. Bundan sonraki vaziyeti biliyorsunuz. Ordumuzun bakiyeleri birkaç gün içinde Anadolu’yu terk ettiler. Fakat barış muahedesinin imzalanması kolay olmadı. Kayseri kampında bir seneye yakın bir müddet yaşadık. Daimî bir tarassut ve nezaret altında bulunuyorduk. Bir gün kamp kumandanına: “Beni bıraksanız bile bir yere kaçamam,” dedim. Bundan sonra nereye gidebilirim? Haydi kamptan kaçtım, Yunanistan nerede, Kayseri nerede. Nihayet Türkiye ile Yunanistan arasında esirlerin karşılıklı mübadeleleri konusundaki anlaşma imzalandı. Biz de memleketimize döndük. İşte Anadolu seferimizin hazin hikâyesi. Burada Trikopis’in anlatmadığı bir şey daha var. Mustafa Kemal, Trikopis ile konuştuktan sonra Fevzi ve İsmet Paşalara dönerek, kumandana söyleyecek bir şeyleri olup olmadığını sorar. İsmet Paşa, “Ben bir şeyi çok merak ettim” der, “Biz sabahın erken saatlerinde topçu atışına başladık. 04.30’da tanzim atışı yaptık, 5.50’de imha atışına geçtik, siz de karşılık verdiniz ama 07.00’de sizin topçu sustu” diye devam eder, “Buna anlam veremedik.” Trikopis de, “Evet efendim, biz topçuların gözcülerini çok öne çıkarmıştık. Sizin topçu ateşiniz o kadar başarılıydı ki, o kadar isabetli atışlar yapıldı ki, gözcülerin hepsi isabet aldı, dolayısıyla toplar kör oldu, ateşi kesmek zorunda kaldık” şeklinde cevap verir. Yunan Ordusu silah, asker ve teçhizat üstünlüğüne rağmen Türk Ordusu ve Mustafa Kemal gibi bir dehayla baş edememiştir. Bizim tarafta bir dâhi, karşı tarafta ise birbirlerini yiyen bir sürü vasat asker vardı. Savaşın neticesi de bunu gösteriyor zaten. Şimdi Mustafa Kemal cephede muzaffer olurken, bir yandan da başka şeylerin planlarını yapar. Kurtuluş Savaşı İzmir’de kazanıldı, ardından Bursa’ya geçti ve burada öğretmenlere hitaben bir konuşma yaptı: “Ordularımızın başarısının sebebini biliyor musunuz? Bizim başarılarımızın sebebi, ordularımızın sevk ve idaresinde fen me totlarını ittihaz etmektir.” Şu mesajı veriyordu: “Ben buraya kadar çok rasyonel yönettim bu işi, bundan sonra da her şey böyle yönetilecek.”
·
45 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.