Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bir Yudum Kitap
Günaydın. Bazı şeyler vardır, her vaziyette insanı hayata bağlar. Hayaller gibi... Fitzgerald, "Yalnız bir insanın hayalinde biriktirdiklerini hiçbir taze tutku, hiçbir yeni ateş yok edemez." derken bir şeyler anlatmak ister. Hayallerinizde güzellikler biriktirin . Yok olmalarına izin vermeyin Aziz Doğu - Pamirli Laleler Restoranı Masalarının kenarlarındaki vazolarda renkli laleler bulunan kendisi kadar yaşlı, ihtişamıyla büyüleyici bir restoran. Karşısındaki denizden püsküren tuzlu denizin kokusu cam duvarlardan geçip insanı büyülemekle kalmıyor, oradakilere önemli olduklarının hissini veriyordu. Duvarları buğday tenli kadınların sesiyle süslenmiş… Cılız ama sıcak ışıklı aplikler bu sesle titriyor gibi. Masada parlayan kadehler, bıçaklar, tabaklar hilâl kadar inceydi. Bu yaşlı restoranda her şey göz alıcıydı. Dolunayın olduğu gecelerde yemeğinizi yedikten sonra berrak, lacivert gökyüzü size şarkılar söyletir, dudaklarınızı mor bir peçeteyle silmeye başlardınız. Mithat Bey buraya gelince kendisini yuvasına geri dönen kuşlara benzetirdi. Zaten burası kısa sürede ayakkabısından, paltosundan farksızlaşmıştı. Buradan uzak kalmak, bir daha buraya gelememek onun için ölümdü. Bir defasında restorandın sahibiyle gevezelik ettikten sonra “İnsan da güzel ölebilir. İnanın bana bu elimizde olan bir şey Semih Bey. Elbette günü ve saati bilmek şartıyla. Sizi bilmem, fakat benim için ölümlerin en güzeli akşam yemeğimi burada yedikten sonra ağzıma tek lokma koymadan yine burada ölmek!” demişti. şıktı ve gidecek hiçbir yeri olmadığından sevgisine karşı son derece vefalı davranıyordu. Buranın adı Pamirli Laleler Restoranıydı. Şarap rengindeki örtülerle süslenmiş, ahşap masaların birinde oturuyordu. Yalnızdı. Masadaki her şeyin özenle dizilmiş olması insanı buraya uyum sağlamaya mecbur bırakıyordu. Bıçağı, çatalı, peçeteyi ve kadehi titizlikle kullanıyor, kendisini gayet iyi hissediyordu. O da buradakiler gibiydi. Restoranın en önemli özelliği de şuydu: O gün kendinizi nasıl hissediyorsanız bu ruh haline uygun bir masa seçebiliyordunuz. Bunu sağlayan ise her masanın üzerinde duran farklı renkteki lalelerdi. Bu seçimi sunan sadece Pamirli Laleler’di. Hem eğer, geldiğinizde yalnızca bir tane boş masa kalmışsa ve masadaki lale istediğiniz lale değilse rica edip istediğiniz renkteki laleyi temin edebilirdiniz. Buradaki her şey ihtiyaca uygun hale getirilmişti çünkü. Mithat Bey şimdi, restoranın üst katında, pencerenin dibindeki masada oturuyor, menüden yemeğini seçtiği için gülümseyerek, şefin gelmesini bekliyordu. Gri, çizgili pantolonun kemerini gevşetirken şef gelmiş ve Mithat Bey başını kaldırıp bir kâse sıcak çorba, salata ve Kobe bifteği, ardından üzerine kuru Hindistan Cevizi serpiştirilen Hatay Künefesi söylemişti. Bu akşam masasında, çini işlemeli vazoda, beyaz laleler vardı. Mithat Bey hayatın çekilmez yanlarının farkına bile varmadı. Ona göre arzu edilen şey olmuşsa olmuştur, olmamışsa olmamıştır. Onun için kaderin taşlarından birine el uzatmak imkânsızdı. Çünkü taşların yerinden asla oynatılamayacağını düşünür, fenomenlerin bozuk paralar gibi cepten cebe dolaşıp değişmediklerini savunurdu. İnsan ruhuyla madde nasıl bağlanırdı! Yine de bütün bunları unutmak en güzeli… Fakat bizler böyle adamları seviyoruz. Toplumun şefkati Mithat Bey gibilerin yanaklarını ve cüzdanları gülümsetmekle meşgul. Kıymeti bilinen birkaç deha elbette vardır. Onlar da dolgun dudakların arasından dökülen bayağı, kof ve adi kelimelerden çok, hiç konuşmadan kendilerini anlayanlardan hoşlanırlar. Sessiz olanlar mutlaka bir şeylerin peşindedir. Sırların ardındakileri keşfetmeye yakın olduklardan soru sormak bile zaman kaybıdır. Aklınızla tutabilirsiniz bunu: Güzeli bulmak için titiz, çalışkanlığından ödün vermeyen biri olmak şarttır. Halbuki buruşmuş yüzüne rağmen kendisini canlı tutan keskin, mavi gözlerinin dışında, başında fötr şapkası, haftada bir kez boyadığı kahverengi ayakkabısı, gri çizgili pantolonu ve paltosuyla tam bir beyefendiye benziyordu. Bu güzel görünüşün kendisiyle konuşmadan tamamlanacağını düşünen yaşlı budala! Hiç evlenmedi. Bir budalayla kim evlenir ki demeyin. Etrafta karşılaştığınız yüzlerin hepsi Mithat Bey ve bunların birçoğu evli. Tabii ki, her âdemoğlunun kafesleyip birlikte olmak için can attığı dehalar yalnız oldukları için onları bulmak zordur. Onlar, kendilerinden geçmelerini sağlayacak şarabı yapmak için düşüncelerini ezip sanatı yoğurmakla meşguldürler. Sanatın hiçbir şeyden yaratıldığını bilmeyen böylelerine hiçbir şeyi hatırlatan birileri olmalı. Titizlikle yemeğini yedikten sonra bir beyefendi gibi künefesini de yemeğe başladı. Üst katta yalnızca kendisi ve ileride, iki masa ötede, uzun mavi elbiseli, siyah saçları çıplak sırtına düşen esmer bir kadın ve onun karşısında, sağ kaşının üstünde on kuruşluk büyüklüğünde bir et beni taşıyan kırmızı peruklu, lacivert takım elbiseli bir adam vardı. Kadının saçlarının düştüğü çilli, çıplak sırtı Mithat Bey’e dönüktü. Mithat Bey emekliliğinden sonra iyice aylaklık etmeye başlamıştı. İstediği gibi yaşıyordu. Biriktirdiği para yüz binlerin üstündeydi zaten. Tutkuları varmış, -ona sorarsanız bunlar sınırsızdı- onların peşinden gidecekmiş… Tutku ahlaka aykırı olduğu için toplum tutkuyu başkalarında görmeyi severmiş. Yalnızca bir kişi, kişi bile değil; bir düşünce bütün bir millete bedel olabilirmiş. Çünkü toplum kahramanların yüceliğine erişmekten çok onların ayaklarına dolanarak peşlerinde gezmekten hoşlanır bu da kahramanı yükseltirmiş. İşte o zaman her şey yoluna girmeye başlarmış. Mithat Bey’in tutku dediği şey, hiç sektirmeden gittiği restoranda düzgünce konuştuğu kibirli saatlerdi. O akşam hava güzel olduğu için cam duvarlar açılmıştı. Rüzgâr karşıdaki denizde toplanıyor, içine doldurduğu kokuyla birlikte serin serin esiyordu. Künefesini yedikten sonra ağzını peçeteyle silip tekrar şefi çağırdı ve acı bir kahve rica etti. Şef masayı toplayıp giderken karşı masada oturanlar restoranttan çıkmak için hazırlanıyordu. Mithat Bey onları görünce gençliği kaybetmediğini düşünen yaşlı budalalar gibi kendisine çeki düzen verip vazodan laleyi çıkardı, buruşuk ellerinde gezdirdi ve gözlerini ayırmadan incelemeye başladı. Kadın çantasını toparlamış, adamın peruğunu düzeltmesini bekliyordu. Kadın, küçük siyah çantasını koltuğunun arasına sıkıştırıp küçük adımlarla yürümeye başladı. Peruklu adam da hemen arkasındaydı, Mithat Bey’e yaklaşıyorlardı. Birkaç adım attıktan sonra kadının gözlerinde bir şeyler parçalanır gibi oldu. Küçük adımlarını hesaplayamadı, yalpaladı. Çantasını iki elinin arasına alıp sıktı. Önce buruşuk ellerinde gezdirdiği, ince bir kadının kaba ellerde hırpalanmasını anımsatan laleyle, daha sonra gülen gözleriyle karşılaştı Mithat Bey’in. Buruşuk ellerindeki beyaz laleyi romantik bir adam gibi burnuna kadar götürüp iyice koklamış ve gözlerini kapatıp derin bir nefes çekmişti. Hemen arkasından da gözlerini açıp kadına hiç takılmadan ve hiç acele etmeden laleyi yolmaya başlamıştı. Lalenin elinde kalan parçalarının her birini masanın üzerinde dağıtıp etrafa saçıyordu. Tam da o sırada, kafasını kaldırıp kadına bakmış ve yüzüne masum bir tebessüm yerleştirmeyi unutmamıştı. En sonundaysa yolunmuş lalenin sapını tekrar vazoya koyuverdi. Kadın dehşet içinde olduğu yerde durdu, arkasındaki adama baktı ve kendisini toparlayıp hızlı adımlarla Mithat Bey’in masasına geldi. Dudaklarını ısırıyordu. Elleri arasında sıkıştırdığı çantasını masanın üzerine atıp lalenin yolunmuş yapraklarından birini eline aldı ve yüzünde yapmacık bir gülümsemeyle, “İnsanları kışkırtmak için böyle şeyler yapmamalısınız, beyefendi” dedi ve elindeki yaprağı masaya fırlattı. Peruklu adam kadına yetişmiş, sağında duruyordu. Sessizdi, bu olaya karışmak istemiyordu. Kadın sinirden titremeye başlamıştı. “Eğer bugün kötüyseniz lalelerin bir suçu yok. Kendinizi ve laleleri paralamak da faydasız. Etrafınızda bunca başka renk lale varken görüyorum ki, beyaz laleli olan masayı seçmişsiniz. Bir de laleleri yoluyorsunuz! Madem kendinizi kötü hissediyorsunuz, başka bir masaya geçebilirdiniz. O zaman sizi belki anlayabilirdim! Üstelik sırıtıyorsunuz!” Mithat Bey, yüzündeki ifadeyi bozmadan vazodaki lalenin sapını çıkarıp masaya koydu ve yolunmuş parçalarını topladı. Daha sonra lale parçalarını avuçlarının içinde tuttu. “Böyle şeyler söylememelisiniz hanımefendi. Ben kendimi iyi hissettiğim için bu masadayım, hatta siz bana çıkışana kadar etrafımdaki sarı, kırmızı, mor, pembe… Bütün laleler bembeyazdı sanki… Üstelik konumuzun laleler olduğunu sanmıyorum. Yanınızdaki adama, bana ve hatta kendinize bile ne kadar yürekli biri olduğunuzu ispatlamak için böyle bir işe kalkıştınız! Evinizde şıpıdık terliklerle gezerken yaşlı adama haddini bildirdim diyebilmek için. Sizin gibi yürekli kadınlar vicdanınız kafanızın içindeyken uyuyamazsınız.” Kadın afallamıştı. Gerçi duyduğu sözlerin hepsini anlayamamıştı fakat iğnelendiğinin de farkındaydı. Konuşmak lazımdı. Böyle bir rezilliği hiçbir şey olmamış gibi bırakmak içine sinmiyordu. Hakarete uğramak da cabası. Hem kimin içine sinebilirdi? Hiç unutulmazdı böyle şeyler. Elbette o da insandı. Elbette duyguların insanın aklını çeldiğini düşünebilirdi. Elbette günahın ve rezilliğin ayrı şeyler olduğunun da farkındaydı. Geceleri yorgun olunca uykuya dalar, mışıl mışıl uyursun, evet ama böyle bir ahmaklığın peşine düşmek elzemdi. Ve bunu yaparken kendisini bozmamalıydı. Sonunda onun gibi biri olup çıkabilirdi. Mithat Bey, kadına bakıyor, ellerini kapatarak avucundaki laleleri parçalamaya devam ediyordu. Lale sapını da tekrar vazoya yerleştirmişti hemen öncesinde. Keyfi iyice yerine gelmişti ve bugün yağmur yağmasa bile kendini kötü hissetmezdi. Kadının çıkışından çok hoşlanmıştı. Kadın öfkesinden kuduruyor, bağırıp çağırmak istiyordu! Burnundan soluyordu. Yanındaki adam da ellerini göğsünde birleştirmiş, susuyordu. Daha sonra bu patlayan sessizlik içerisinde acı kahvesini getiren şefin yumuşak adımları işitildi. Yüzünün rengi değişti Mithat Bey’in ve arkasına baktı, garson en azından beş adım ötedeydi. Hınçla ve korkuyla avucundaki beyaz laleleri paltosunun cebine attı ve yaklaşan şefe sakin sakin “Hanımefendi ve Beyefendi bana katılacaklar, onlara da birer acı kahve getirir misiniz?” dedi. Şef kahveyi masaya bırakırken Mithat Bey zarif bir hareketle ayağa kalktı ve eliyle misafirlerine oturmalarını işaret etti.
·
55 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.