Gönderi

616 syf.
·
Not rated
·
Read in 25 days
Çok keskin ve toplumsal hassasiyet noktalarına değinen afektif bir eser. Bu çerçevede kitabı yorumlamak biraz rahatsız edici gelebilir. Kitabı kendi nezdinde doğru değerlendirmek için rasist ve politik değerlerin süzgecinden geçirmek zorundayız, aksi mümkün değil. İki farklı ırkın Milliyetçilik duygu ve değerlerinin kesiştiği ve ayrıştığı noktaları ifade etmeye çalışıyor. Kitabı şöyle yorumlamak önemlidir diye düşünüyorum; Amacı Tesistlik-Ateistlik fikir çatışmasını aktarmak değil, bu mantıkla okunursa yanlış değerlendirilmiş olur. Arsel'in Müslüman olmadığı aşikar ama onun amacı Müslümanlığın doğruluğu veya yanlışlığı değil. Arap Milliliği, dinle bütünleştiği için haliyle İslam'ın Arap ve Türk toplumu üzerindeki etkilerini yorumlamak durumunda. Arap Milliyetçiliğinin, Türk Milliyetçiliğini bastırması, yönetmesi ve Türk Milli yoksunluğuna sebep olmasını ifade ediyor. Okurken İslam inancınızı dışarıda bırakıp okumanız gerekiyor, aksi durumda 10 sayfa dahi ilerleyemezsiniz. Çok propagandavari söylemler olsa da, %30'u olan temel gayeyi kavramanın yeterli olacağını düşünüyorum. Üç semavi din var ve üçünün de inandığı Tanrı aynıdır. Ayrıştığı noktalar dünyayı yaşama biçimlerinden doğar. Kimi şarap içmeyi kutsal bulur, kimi 24 saat oruç tutar, kimi günde 3 kere ibadet eder, haram saydıkları hayvanlar değişir, kimi de günah çıkarır vb. yani ayrım, pratik yaşam eylemlerini kutsal perhiz bilinci ile farklı değerlerde sınırlama veya tefekkür farkından doğar. Allah, bir din yaratıyor ve ardı sıra gelen dünyevi kurallar veriliyor. Allah, bir din yaratıyor. Dili Arapça-cennette de Arapça konuşulacak-, Arap topluluklarına geliyor ve onlara geldiği için dünyevi kuralları da Arap kültür ve geleneklerinden oluşuyor. Daha açacak olursak; Arap dil, kültür, gelenek, adalet, ahlak, giyim, kuşam, kanun, nizam, miras, ticaret, cinsellik, kadın-erkek iletişim biçimlerini "İslam" dini kavramı altında düzene gelmiş bir Tanrı buyruğu. Yani, Müslüman olmak demek, Arap gelenek ve değerlerine uymak demektir. İslam, Araplaşmak demektir. Şeriat hukukunu uygulamak demektir. Bir kişi ben Müslümanım dediği zaman aslında ifade ettiği şey şu "Ben Allah'a inanıyorum ve onun emri olan Arap gibi konuşmayı, giyinmeyi, tefekkürü ve davranmayı kabul ediyorum. Ben Arap gibi davranırsam Cennetle mükafatlandırılacam, Arap gibi düşünüp yaşamazsam Cehenneme gideceğim" Vahid ile ehad olan Allah'a, yani Araba biat etmek demektir. İslamı(yani Araplaşmayı) kabul etmeyenler münafık olarak değerlendirilir ve bunlara karşı cihat yetkisi verilir. Münafıklar İslam'ı kabul etmez ise kılıçtan geçirilir, mallarına el konulur, kadınları cariye, erkekleri de köle olarak alınır. Tüm bu yayılma politikasının temeli İslam'ı(yani Arabın gündelik yaşamı, gelenek ve göreneklerini kapsayan davranış, düşünce biçimleri)kabul ettirmektir. Çok rahatsız edici gelebilir ama vülgarize hali tam olarak bu. Arsel de diyor ki; Kuran esas itibariyle Arap tarihinin kitabıdır. Arap toplumunun ve Arap ırkının kökenini, geçmişini, Muhammed'in ölümüne kadar olan yaşamını, geleneklerini ve zihniyetini, Arap kabileleriyle Yahudiler ve Hıristiyanlar arasındaki ilişkileri hikaye eden bir kitap. Orada Türkün tarihine dair tek sözcük, Türkün gelenek ve yaşantısına değinen hiçbir şey yok. Sadece Türklerin ataları kabul edilen Ye'cuc ve Me'cuc olarak ifade edilip lanetler okunarak geçer. Türk'e ait olmayan Arap geleneklerinin "Din" adı altında kabul edilip, kendi değerlerinden kökten değişime gitmeyi sert bir dille eleştirir. Osmanlı Devleti, idareci ve memur sınıfını El-Ezher Üniversitesini yetiştirirdi. Devlet yönetiminde, merkez ve mahalli teşkilatta bu öğeler kilit noktalara yerleştirilirdi. Toplumun yaşantısı ve kaderi bir bakıma bu sınıfın elindeydi. El-Ezher'de eğitim görenler imparatorluğun her bucağına gönderilir ve özellikle şer'i mahkemelerde yargıçlık görevi yaparlar ve bu nedenle toplumun sosyal hayatında son derece önemli ve etkili rol oynarlardı. Bunlar, başlı başına bir hukuk otoritesi sayılır; onlarla birlikte din adamları, şeriat eğitimi yapan hocalar vb. hepsi birden belli bir dönemin okumuşlar sınıfını meydana getirirler ve her şeyi bu sınıfın(ulemanın) takdir ve değerlendirmesi belirlerdi. El-Ezher'den çıkan ya da El-Ezher ruhu ve eğitim sistemiyle yetiştirilmiş olan bu insanlar pek tabii Türklük bilinci ve benliği ile değil, Araplık bilinci ve Arap formasyonuyla yetiştirilmiş olurlardı. El-Ezher'de onlara Türkün tarihi veya geçmiş dönem uygarlığı, kültürü ve niteliği öğretilmezdi. Arap dili ve tarihi, Arap için indiği kabul edilen(sonradan tüm insanlığa atfedilir) Kur'an ve hadis kaynaklarına göre öğretilen İslam dininin esasları, Tanrı'nın Araplar arasından seçtiği Muhammed'in Arap nitelik ve yaşantısı, Arabın kavm-i necip olarak üstün durumu vb. şeyler öğretilirdi. Yani; Arap Milliyetçiliği öğrencinin zihnine dogmatik bilgiler halinde sokulurdu. Haliyle bu değerler ile zihnini inşa eden öğrenci Araba kutsal bir mana atfedilip, zihinsel ve ruhsal biat biçimini benimser. Bu mantık, günümüz şeriat eğitimini benimseyen kuruluşlar ve tarikatlarda da öyledir. Ama tüm bunlara rağmen Osmanlı yönetiminde olan Arap toplulukları Osmanlıyı her daim dinsizlikle, şeriata ters tutumuyla suçlayıp, zan altında bırakmıştır. Din kardeşliği kılığındaki Arap, Türkün haremine girmiştir der ve Arabın günümüze değin Türk'e yaptığı siyasi ihanetleri aktarır. Arapların geride kalmışlıklarını Türk yönetimi altında olmasına bağlaması durumunu, yine Arapların Türkler hakkındaki galiz düşüncelerini tarihi şahsiyet öncüllerinin ve yazarların sözleri ile anlatır. Şunu da belirtir Arsel; tarih boyunca birçok millet diğer milletler hakkında aşağılayıcı söylemlerde bulunmuşlardır. Mesela İngilizler Fransızlara "Frog" (kurbağa) demiştir, kurbağa ayağı yiyorlar diye. Fransızlar da İngilizlere "Rozbif" diyerek aşağılamaya çalışmıştır, kanlı ya da az pişmiş et yedikleri için. Buradaki husus sadece Araplar Türkler hakkında aşağılayıcı konuşuyor mevzusu değil. Arapların bu söylemlerde bulunmasına, düşünmesine karşı Türklerin Arapları kutsal, üstün ve kardeş görmesidir. Asıl tehlike ve rahatsız edici nokta burasıdır der. Türk'ün Araplılık ruhu içinde yoğrulmasını Türk Milli yoksunluğuna bağlar ve Türk düşünür ve politikacıları pasif tutumları için eleştirir. Arsel, Arap Milliyetçiliğini aktarmak için birçok tarihçi, düşünür, yazar, tarihi kaynak ve şahsiyetlerden referanslar alarak çok geniş yelpazede düşünme alanı açar. O kadar referans aktarımları var ki, doğruluğunu teyit etmeniz çok güç. Haliyle kitap tarafından açık bir şekilde manipüle ediliyorsunuz. Bunlara salt bir şekilde inanmak namümkün. Benim değer yargılarıma göre, genel çerçevede Arsel'in aktardığı çoğu analiz kabul edilebilir düzlemde. Ama, referans olarak aktardığı kaynakları teyit edemeyeceğim için içime sinen bir kavrayış gerçekleştiremedim. Yine de, ben işi olabildiğince mutedil ve akil bir seviyeye çekip, şunları diyebilirim; Arapların Milliyetçilik tutumları, içinde yaşadıkları üstün ırk hülyası, Allah katında kutsal ırk statüsüne çekilip cihat ile yayılmacı politikaları bana mantıksız bir tutum olarak görünmüyor. Çünkü bunlar, sahip oldukları başarılı tarihsel kişiliklerin insanlık akışını ilahi bir güç inancıyla değiştirmelerinin sonuçlarıdır. Arsel, Arapların bu ırksal temsillerini çok fazla kanıksayıp, ötekileştiriyor ama bu kutsal atfiyet Arap değil de Türk topluluklarına gelmiş olsaydı, şu an buna övgü dolu sözcüklerini dinlerdik. Milliyetçilik bir noktada hakiki değer bütünlüğünü göz ardı edip, yaratılan yankı odasına sıkışmaktır. Bu Milli Bilinç için zoraki bir tutumdur. Bir ırkın herhangi bir özelliği, herhangi bir diğer ırktan daha iyi veya başarılı olabilir ama buna rağmen Milli değerler her şeyden daha kutsal ve üstün olarak öncelenmelidir. Araplar bunu din kisvesi altında çok iyi başardılar. Kitaptaki yergi daha çok Araplara olsa da bence Türklerin Milli yoksunluğu eleştiriyi daha fazla hak ediyordu. Ufak bir örnek; Milli Bilincin korunması için en önemli hususlardan biri; dildir. Kültür dil ile ve dil üzerine inşa edilir, eğitim ile desteklenerek çeşitlenir. Tüm bunlara rağmen; Türk'üm diyen insanlar Atatürk'ün Dil Devrimini sırf kavramsal fakirleşmeye sebep oldu diye eleştirirler. Aslında burada mesele Araplaşma değil, İngilizleşmek, Almanlaşmak, Ruslaşmak, Çinleşmek vs vs. hangi ırk, senin ırkını, kendi ırkı içinde yoğurmak istiyorsa buna karşı çıkılmalı zaten. Muhafazakar kesim, batının teknolojik, iktisadi ve bilimsel gelişimini örnek almamızı kafirleşmek, onlarlaşmak anlıyor. Araplaşmaya biat kültürü ile yaklaştıkları için diğer ayrımları da kendi dünyasal metodolojisi içinde görüp yorumluyorlar. Oysa ki Japonya buna çok güzel bir örnektir. Batının teknolojik, iktisadi ve bilimini öncülleyerek refah seviyesi en yüksek ülkelerden biri oldular ve çoğunluğu Ateist. Topraklarında inanç sömürüsü yok, hiçbir inancın kültür temellerine girip onları asimile etmelerine izin vermezler. Japon kültürünü ezemezsiniz, içinde ezilirsiniz. Arap için de şöyle denir "Arap nereye gittiyse, Araplığını da beraber götürmüştür" veya Çin Kültürü binlerce yıldır derinliğini ve zorluğunu korumuştur. Kültürleri hoşumuza gitsin veya gitmesin, her ırkın kendi içinde geliştirdiği yaşama biçimi çok özel ve değerlidir. Bu ırksal çeşniliğin yok olmaması gerekiyor. Bu toprakların da kendine ait bir dokusu var. Derinlerde "Türk Kültürü" diye belli başlı bir yapının olması büyük bir şans ama Atatürk'ün canlandırdığı bu özgün temeli zenginleştirip, yükseltmek yerine atrofiye hale getirmek nazarımca büyük bir zamansal kayıp. Tüm evrenin bir Yaratcısının olması; gezegenleri, doğayı, insanı, canlıları yaratan bir ilah ile Arapların dilini, giyimini, kuşamını, geleneğini, aile kültürünü, miras biçimlerini, kadın-erkek ilişkilerini, eş seçimlerini ve poligamı olmalarını benimsenmesi; ve Arapların bu yaşam ahlakının doğru sergilenirse cennete, sergilenmezse cehenneme gidecek olacağını emreden Yaratıcı arasındaki farkı anlamayıp da "Araplaşmayı" inanç olarak gören Arabi dışındaki biz gibi topluluklar için daha acı verici bir işgal olamaz herhalde. Milletleri üstün ya da geri yapan ulusların kendi gayretleri ya da miskinlikleridir. Üstün olan ırkı üstün gösteren eğitim, kültür ve akılcılıktır. Bu gerçekliği kabul ettiğiniz an keskin sınırlar zihninizde silikleşiyor. Aidiyet duygunuzu çizen sınırlardan ve bunu harlayan öncü şahsiyetlerden kopup daha insani bir evreye çekiliyorsunuz ve bu o kadar da ürkütücü bir şey değil.
Arap Milliyetçiliği ve Türkler
Arap Milliyetçiliği ve Türklerİlhan Arsel · Kaynak Yayınları · 201592 okunma
·
136 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.