Kefr Kasım katliamının gerçekleştiği gün bir anma günü olmadığı gibi, nisyanın her şeyin üstünün kapatılabileceği yeni bir merhale de değildir.
Kefr Kasım bir nefretin tarihidir. Herzel’in, Tevrat’ın içinden doğunun yüzüne karşı kılıç çektiğinden bu yana süregelen bir tarihtir.
Herkes tarafından unutulmuş, yerle bir edilen köyün sakinleri, kimsenin öfkesini uyandıracak bir harekette bulunmamıştı. En dişli düşmanı bile kışkırtacak bir şey yapmamışlardı. Sadece acımasız tabiatın zor şartlarına ve sefalete karşı koyarlardı. Neden öldürdüler peki? Bizim için öldükleri söylenemez. Felaketleri bizim için şu şekil de yorumlanabilir: Zulme ve gaspa karşı nefretimiz daha da derin olsun diye öldüler diyebiliriz. Veya toprağa karşı duyduğumuz derin bağ daha derinleşsin diye öldüler de diyebiliriz. Ne var ki bu kadar vahşi bir kanıta ihtiyacımız yoktur. Hem sevgimizi hem nefretimizi bu nafile ölümler olmaksızın da derinleştirebilirdik. Peki, niye öldüler?
Bizim için olmadığı kesin. Öldürülmüş olmak için can verdiler; bu kadar. Siyonist, — Bu hayatımda hep kurban olmuşum, kurban kesmek de varmış kısmetimde, diyebilsin diye.
Siyonist bu sebepten dolayı öldürmekten zevk duyar:
“Ya katil ya maktul olurum.” Kendine bıraktığı seçim olanakları bu kadar kısıtlıdır çünkü.
Maskaralık mahkemelerinde görev alan avukatlar, katliamı işleyen İsrailli askerlere şu soruları sordu:
— Geçmişte bu ülkedeki hayatınız boyunca Arapların düşmanlarınız olduğu duygusunu yaşadığınız doğru mu?
— Evet.
— Aynı duyguyu İsrail’de ve İsrail’in dışında yaşayan Araplara karşı da beslediğiniz doğru mu?
— Evet, hiç fark etmeksizin aynı duyguyu taşıyorum hepsine karşı.
— Kefr Kasım’da akşamdan sonra dışarıda bulunan her Arabı öldürme emrini yerine getirmediğiniz takdirde, silahlı kuvvetlerin ruhuna ve sınırları koruma görevine ihanet etmiş olduğunuzu hissetmiş olur muydunuz?
— Evet.
— Savaş gününde, mesela Yafa’nın herhangi bir sokağında bir Arap görmüş olsaydınız, ona ateş açar mıydınız?
— Bilmiyorum.
— Diyelim ki Kefr Kasım’dasınız ve şu olaylar cereyan ediyor: Saat beşte bir kadın size sesleniyor. Tehlikeli olmadığından eminsiniz, güvenliği tehdit edecek hiçbir durum söz konusu değil. Sadece size seslenmekte ve size bir şey sormak veya evine gitmek için izin isteyecek diyelim. Farz edelim ki bütün bunlar saat beşi yirmi geçe oluyor ve kadın evine on metrelik bir uzaklıkta. Senden evine geçmek için izin istiyor. Ne yaparsınız?
— İzin vermem.
— Ne yaparsınız?
— Sokaktaysa eğer ateş ederim.
— Ama bir tehlikenin olmadığı ortada. Olan bir tek şey var o da bu: Bir insan yanlışlıkla veya sokağa çıkma yasağından habersiz olarak dışarıda bulunuyor ve sizden evine gitmek için izin istiyor. Soru şu: Siz bütün bunlara rağmen bunun gibi durumlarda herkesi öldürür müydünüz, yoksa duruma göre karar verip bazen öldürmekten vazgeçer miydiniz?
— Vazgeçmezdim.
— Yani her gelip geçeni öldürürdünüz?
— Evet.
— Bu kişi bir kadın veya bir çocuk olsaydı da mı?
— Evet.
— Gördüğünüz herkesi öldürürdünüz?
Olan şeyler bundan ibaretti zaten. Farz etmeye ne hacet?
Sayfa 73 - Mahmud Derviş, Gazze İçin Sessizlik: Alışılagelmiş Hüznün Günlüğü, Özgür Yayınları, 1. Baskı, Mayıs 2009, s: 73-75(Yazılış Tarihi: 1973)Kitabı okudu