Gönderi

·
Not rated
Beni benden alan bölüm
Semyon, Mihail’e yaklaştı: — Neyin var Mihail? –diye sordu. Mihail işini bırakıp ayağa kalktı, önlüğünü çıkardı ev sahiplerini selamlayarak şunları söyledi: — Affedin beni. Tanrı beni affetti, siz de affedin. Ev sahipleri Mihail’den etrafa ışıklar yayıldığını gördüler.Semyon da Mihail’i selamlayarak şöyle karşılık verdi: — Mihail, senin bildiğimiz sıradan insanlardan olmadığını görüyorum, sana engel olamam, sorguya da çekemem. Yalnız bir tek şeyi söyle bana: Seni bulup eve getirdiğimde üzgündün, ama karım sana yemek verince ona gülümsedin, yüzün ışıldadı. Sonra o bey çizme ısmarlarken yine gülümsedin, bu kez yüzün daha da aydınlandı. Şimdi de kızlarıyla gelen kadını görünce üçüncü kez gülümsedin ve ışık saçıyorsun artık. Söyle bana Mihail, neden etrafa ışık saçıyorsun ve neden üç kere gülümsedin? Mihail cevap verdi: — Tanrı beni cezalandırmıştı, şimdi affetti; bu yüzden ışık saçıyorum. Üç kere gülümseyişimin sebebiyse Tanrı’nın üç kelamını öğrenmemdir. Tanrı’nın üç kelamını öğrenmem gerekiyordu, artık öğrendim. İlk kelamı karının bana acıdığı anda öğrendim, o yüzden ilk kez o zaman gülümsedim. İkinci kelamı o zengin adam çizme ısmarlarken öğrendim ve ikinci kez... gülümsedim; kızları görünce de üçüncü ve son kelamı öğrendim ve üçüncü kez gülümsedim. Semyon tekrar sordu: — Söyle bana Mihail, Tanrı seni neden cezalandırdı; Tanrı’nın üç kelamı nedir söyle, ben de bileyim. Mihail şöyle cevap verdi: Tanrı onu dinlemediğim için beni cezalandırdı.Ben cennette bir melektim. Bir gün ona karşı geldim. Tanrı beni bir kadının ruhunu almaya yollamıştı.Yeryüzüne indim; bir de baktım ki yeni doğum yapmış, hasta bir kadın uzanmış yatıyor, ikiz doğurmuş, iki kız. Kızlar annelerinin yanında debelenip duruyordu, kadıncağız da onlara memesini uzatamıyordu. Beni görür görmez ruhunu almak için Tanrı’nın gönderdiğini anladı; ağlayıp yalvarmaya başladı: “Tanrı’nın meleği! Kocamı yeni gömdüler, ağaç altında kaldı. Ne öksüzlerimi büyütecek kardeşim, ne teyzem, ne de anam var. Alma canımı, izin ver çocuklarımı besleyip büyüteyim, kendi ayakları üstünde durduklarını göreyim! Çocuklar ana-babasız yaşayamaz.” Ben de kadının sözünü dinledim, çocuklardan birisini tutup göğsüne yanaştırdım, ötekini eline verdim.Sonra da göğe yükseldim. Tanrı’nın huzuruna çıkıp şöyle dedim: “Lohusanın ruhunu alamadım. Babayı bir ağaç ezmiş, anne ikiz doğurmuş; ruhunu teslim etmemek için yalvarıp yakarıyor, ‘izin ver çocuklarımı besleyip büyüteyim, kendi ayakları üstünde durduklarını göreyim! Çocuklar ana-babasız yaşayamaz,’ diyor. Ben bu kadının ruhunu alamadım.” Tanrı da bana şöyle dedi: “Git kadının ruhunu al, sonra da şu üç kelamımı öğren: İnsanda ne var? İnsana ne verilmemiştir? İnsan neyle yaşar? Bunları öğrenince yine göğe döneceksin.” Ben de yeryüzüne indim, lohusa kadının ruhunu aldım.Kadının çocukları göğsünden ayrıldılar. Cansız vücudu yatağa düştü kızlardan birinin ayağını ezdi.Köyün üzerinde yükseldim, kadının ruhunu Tanrı’ya ulaştıracaktım ama bir rüzgâra yakalandım, kanatlarım tutulup koptu; ruh tek başına Tanrı’ya yükseldi, bense yeryüzüne, yolun kenarına düştüm. Semyon’la Matryona kimi giydirip doyurduklarını, kimle birlikte yaşadıklarını anlamış, korku ve sevinçten ağlamaya başlamışlardı. Melek şöyle devam etti: Tarlanın ortasında bir başıma, çırılçıplak kalakalmıştım.Evvelce insanca ihtiyaçları hiç bilmez, soğuğu, açlığı hiç tanımazken bir anda insan olmuştum. Açtım, soğuktan donuyor, ne yapacağımı da bilmiyordum. Bir küçük kilise gördüm, Tanrı’nın kilisesine sığınmak istedim.Kilise kapalıydı, içeri giremiyordum. Rüzgârdan korunmak için kilisenin arka duvarına yaslandım. Karanlık çökmüştü, çok acıkmış ve üşümüştüm, her yanım ağrıyordu.Birden yolda elinde bir çift çizmeyle yürüyen ve kendi kendine konuşan bir adam gördüm. İnsan olduktan sonra ilk kez bir ölümlüye rastlıyordum; yüzü bana korkunç geldi, hemen başımı çevirdim. Adam kendi kendine konuşuyor, kara kışın soğuğunda ne giyeceğini, karısını çocuklarını nasıl doyuracağını düşünüyordu. O anda aklımdan şunlar geçti: “Ben soğuktan ve açlıktan ölmek üzereyken bu adam sadece kendini ve karısını bir gocukla nasıl soğuktan koruyacağını, çocuklarının karnını nasıl doyuracağını düşünüyor. Bana yardım edecek hâlde değil.” Adam beni görür görmez suratı asıldı, daha da korkunçlaştı, yanımdan yürüyüp geçti. Artık ümidimi kesmiştim. Sonra öbür yandan bir adamın geldiğini duydum. Ona baktım ama deminki adamı bir türlü tanıyamadım: Deminkinin yüzünde ölüm vardı, oysa şimdiki capcanlıydı ve Tanrı seçilebiliyordu bu yüzde. Yanıma yaklaştı, beni giydirip evine götürdü. Eve vardığımızda bizi karşılamaya bir kadın çıktı ve konuşmaya başladı. Kadın adamdan daha korkunçtu, ağzından ölüm havası esiyordu ve bu koku nefesimi kesiyordu. Beni kovmak, soğuğa atmak istiyordu; bense kovulursam öleceğimi biliyordum. Sonra kocası ona Tanrı’yı hatırlattı ve kadın da birden değişiverdi. Yemek verirken bana baktı, ben de ona; artık ölüm yoktu kadında, capcanlı görünüyordu ve ben de onda Tanrı’yı tanıdım. O anda Tanrı’nın ilk kelamını hatırladım: “İnsanda ne var öğren?” İnsanda sevgi olduğunu anlamıştım. Tanrı’nın bana söylediklerini keşfetmeye başlamama pek sevindiğimden ilk kez gülümsedim. Fakat henüz hepsini öğrenememiştim. İnsana neyin verilmediğini ve insanın neyle yaşadığını anlayamamıştım hâlâ. Sizinle yaşamaya başladım ve bir yıl geçti. Bir gün adamın biri gelip, bir yıl boyunca çatlayıp yırtılmadan giyebileceği bir çift çizme istedi. Ona bakınca arkasında bir arkadaşımı, ölüm meleğini gördüm. Benden başka hiç kimse bu meleği görmüyordu; bense hemen onu tanıdım ve zengin adamın gün batmadan öleceğini anladım. Aklımdan şunlar geçti o anda: “Adam bir yılın hesabını yapıyor, oysa akşama kalmadan öleceğini bilmiyor.” Ardından Tanrı’nın diğer kelamını hatırladım: “İnsana ne verilmemiştir öğren.” İnsanda ne olduğunu öğrenmiştim .Artık insana ne verilmediğini de biliyordum. İnsana neye ihtiyacı olduğunu bilme yetisi verilmemişti. Sonra ikinci kez gülümsedim. Melek arkadaşımı gördüğüme ve Tanrı’nın bana ikinci kelamını da öğretmesine çok sevinmiştim çünkü. Yine de henüz hepsini öğrenememiştim. İnsanın neyle yaşadığını henüz bilmiyordum.Tanrı’nın bu üçüncü kelamını da günün birinde bana öğretmesini bekleyerek yaşamıma devam ettim. Böylece altı yıl geçtikten sonra deminki kadınla ikizleri geldi .Kızları hemen tanımıştım; nasıl hayatta kaldıklarını da öğrendim. Öğrenince de şunları düşündüm: “Çocukların yaşaması için anneleri bana yalvarmış, beni de ikna etmişti. Ana-babaları olmadan yaşayamayacaklarını sanmıştım. Oysa başka bir kadın, çocukları besleyip büyütmüş.” Kadının başkasının çocuklarına acıyıp ağlamasını görünce, içinde yaşayan Tanrı’yı gördüm ve insan neyle yaşar anladım. Tanrı’nın son kelamını da öğretip beni artık affettiğini de anlamıştım; bu yüzden üçüncü kez gülümsedim.
İnsan Neyle Yaşar?
İnsan Neyle Yaşar?Lev Tolstoy · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2019192.2k okunma
·
413 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.