Gönderi

Güzel Yabancı Ve Mesafe
“Kendini dünya acısı aracılığıyla tanımlayan, yabancılaşmanın verdiği ıstırabın duygusu olarak gören Romantizm akımın üzerinde Eichendorff’un bu akıma isyan eden “güzel yabancı” ibaresi süzülür. Uzlaşmanın sağladığı ortamda, yabancı olan, felsefenin emperyalizmi aracılığıyla ilhak edilmeyecek, yabancının belli bir yakınlıkla durmakla birlikte mesafesini ve fark oluşunu koruması, ayrışıklığın da temellükün de ötesinde kalması mutluluğu sağlayacaktır. “ Adorno, yabancının güzelliğini mesafe ve yakınlık diyalektiği aracılığıyla düşünmeye sevk ediyor. Parıltı olarak gözümüzün önünde durması gereken cümle “yabancının belli bir yakınlıkla durmakla birlikte mesafesini ve fark oluşunu koruması” asli güzelliğin mülk edinilemeyende ortaya çıkmasıdır. İlişkilerde de bu yabancılığın kalması gerekmektedir lakin buna daha sonra değinecez. Toplumsal hayatta ötekinin öteki olarak kalabilmesi için yakınlık ve mesafe diyalektiğinin olması gerekmektedir. Ötekinin temellük edilmez mesafede durması gerçek mutluluğu ortaya çıkaracaktır. Hedeflememiz gereken şey de bu olmalıdır. Ötekinin yabancı ve güzel olarak kalabilmesinin bir diğer koşulu da dünya acısı tecrübesidir. Bu konu ideal politikanın ve felsefenin hakikat karşısındaki konumuna işaret eder. Güzel yabancı bir mesafede durarak hem idealleştirmenin ışığının sönmesine engel olmak da hem de temellük edilerek kişinin kendisine benzetmesinin önüne geçmektedir. Bu durum aynı zamanda güzel yabancının belirli bir mesafede durarak sömürülmesini engelleyerek politik alanda da nasıl bir tavır takınmamız gerektiğine işaret eder. Başkanın eşitliğini de ancak belirli bir mesafede durarak sağlayabiliriz. Mesafenin olmadığı yerde biri ötekinin tahakkümü altına girer. Mesafe olmadığında bir karışım söz konusu olmaz. Biri ötekine benzer sadece. Hardt ve Negri’den bir anekdotla politik uzama geçelim: “Cangılın hastalığı, hayatın hemen her yerinden fışkırması, her şeyin sınırsız büyümesidir. Bir hijyen uzmanı için ne büyük dehşet! Koloninin yaydığı hastalık hayatın sınırlarının yokluğu, sınırsız bir bulaşma haldiir (…)Avrupa’nın işgal eylemleri ve kolonyalizm sonucu ortaya çıkan korku, sınırsız temas, akış ve mübadele korkusudur; ya da gerçekte bulaşma, ırkların karışması ve sınırsız hayat korkusdur, Hijyen koruyucu duvarlar gerektirir.” Hijyen duvarları yaşam politikası kurulmasının önüne set çeker. Yaşam politikası yalnızca iktidarın bireyin ve nüfusun yaşamıyla ilgili olumlu tasarruflarıyla sınırlandırmaz. Esposito’ya göre yaşamın politikayı zapt ettiği ve onu sürekli olarak sınırlarını aşmaya zorladığı, direnen nüfusların kendilerinde yaşamı tüketmedikleri ve yaşama tek bir normu dayatmadıkları bir politik tahayyül geliştirir. Yaşam politikası yaşamın çoğulluğu, çeşitliliği ve zenginliğini kurmada olumlayıcıyken yaşamın üzerinde politika kurmakta bunun tam tersini gerçekleştirir. Hep bir dışkılama pratikleri aracılığıyla ötekini üretir ve onu daha sonra düşmanlaştırır. Ya ötekini çok yakına çekerek güzelliğini sömürür, sönümlendirip sindirir ya da çok uzağa atarak hastalık yaydığı söylenerek etrafı çitlerle çevrilip çirkinleştirir. Bu durumda yaşam, kendisini kuşatan iktidardan daha kuvvetli olduğu halde direnişinin boyun eğdirilmesine ve kitlesel bir ölüm makinesine dönüşür: “Bir güvenlik kuşağı değil, bir gerilim alanıdır mesafe” Epistemolojik bağlamda ise güzel, kavramsal sınırın dışında durduğundan hakikati neşet eder. Kant’a göre estetik yargılar öznel oldukları için kavramsızdırlar. Kavramsız oldukları için özne, seyretmeye ve değerlendirmeye pasif olarak katılır. Bu seyretme esnasında özne, saf ve özgür bir deneyim olması içi nesnenin varoluşa ilişkin hiçbir ilişki kurmaması gerekir. Özne nesneyle arasındaki ilişkiye üçüncü bir şey katılırsa burada estetik bir yargı olamaz. Güzel bu bakımdan Kant’a göre iyiden ve hoştan ayrılır. Güzel yargısı hoşla aynı kavramsızlık zeminini paylaşır fakat ‘hoş’ nesneden duyulan haz varoluşuna bir ilgiyle bağlıdır. İyiden duyulan haz ise akılsal düzeyde bir ilgiyle bağlıdır. İyiden duyulan hazzı ancak iyinin ne olduğunu bilen veya farkındalığı olan öznede ortaya çıkar. Güzelin olağanüstülüğü imgelemin sınırlarını zorlayarak kendi gücünün en üst noktasına getiren bir şiddeti deneyimler. Okyanustaki dev dalgaları izlerken ortaya çıkan duygu yüceyle karışık güzeldir. Bu durumun yaşanması da belirli bir mesafeye bağlıdır: Dalgalara çok yakın olmak bizde korku uyandıracaktır, çok uzak olmak ise duygulanışa engeldir. Belirli bir mesafeden bakılınca güzelin güzelliği idrak edilmeye başlanır. Güzelliğin idraki de aklın ideleriyle olan ilişkisini anlamamıza yardımcı olur. Lakin bizim şu an idelerle bir işimiz yok. İlişkilerde mülk edinilemeyen sevgi yeni birini yeni olarak bırakacaktır. Yeni her defasında heyecan uyandıracak kapılarını bir başka yeniye açmak zorunda kalmayacaktır. Mülk edinilmemesi için yabancının kol mesafesinden uzakta durması gerekir. Kol uzanır da çepe çevre sararsa sevgiyi işte o zaman yeni birine kaptırma korkusu ortaya çıkar. İşte bu korku da Adorno’nun Minima Moralia’da söylediği gibi “Küçük erkek çocuğun kendinden küçük kardeşine yüz vermemesi ve yatılı okul öğrencisinin “efemine” arkadaşını horlamasıyla başlayıp Ari ırktan olmayan insanların Sosyal Demokrat Avustralya’nın dışında bırakan göç yasalarına ve Faşist yönetemlerin ırksal azınlıkları her türlü sıcaklık ve korunma duygularıyla birlikte ima etmelerine kadar uzanan bir yol” oluşturur. Varolan her şey mülk edinilmeye başlanılınca mübadele edilebilir sevgiler peydah olur. Güzel temellük edilip eşdeğerli mülklerle değişebilecek işleve gelir. Böylesi bir sahiplenme güzeli nesne haline getirdiği için kişinin nesneye olan bağlılığını da yitir ve “benim durumuna dönüştürdüğü kişiyi yarı yolda bırakır”. “Böyle bilgeliklere gönül indirmeyen sevginin sadakatsizlikten korkmasına da gerek kalmaz, çünkü vefasızlığa karşı güvencesi yine kendisidir.”
··3 quotes·
1 plus 1
·
3,344 views
Amar okurunun profil resmi
Yazarken şunu dinledim sıkıcılığı azalır :) youtu.be/mnnau-f9Pus?si=...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.