Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Aşk nedir?
Aşk kelimesi, dilbilimsel olarak sarmaşık kökünden geliyor. Hakkında pek çok kitapta ve değişik ekollerde türlü görüşler var. Ben de bildiğimce bu konuyu irdeleyim genşler faydalansın dedim :)) Öncelikle aşk ile alakalı bilinen ilk yazımlardan olan
Güvercin Gerdanlığı
Güvercin Gerdanlığı
'dan başlamak istiyorum. Yazar İbn Hazm'a göre aşk ilahi bir şeydir. Endülüsün meşhur mutasavvıflarından olan Hazm ve halefleri (ibn Arabi v.b.) Aşk'ın hayatın özü olduğunu savunurlar. "Benim düşünceme göre aşk, ruhların çeşitli yaratıklar arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesidir" der. Peki bu ifadede varlıklarda dağılan aşk ne olabilir? Tabi ki yaratıcı!
Muhyiddin İbn Arabi
Muhyiddin İbn Arabi
'nin açık beyanıyla: "Biz aşktan sudur ettik Aşk üzerine yaratıldık Aşka doğru yöneldik Aşka verdik gönlümüzü" Bu sebeple Endülüs Sufileri Aşk'a ilahi bir anlam vermişlerdir. Bu ekolün takipçileri ayrıca aşkı, günümüzde olduğu gibi ilahi ve beşeri olarak ayırt etmemişlerdir. Aşkla alakalı bu görüşlerinden bir diğer sonuç da çıkartmışlardır ki o da; gerçek aşkın ölümsüz olduğudur. İnsan, ancak bir sefer aşık olabilir, bu aşk onu kuşatır ve bu sonsuza kadar devam eder. Bu ekol, ruhların önceki alemde tanıştıklarını ve bu dünyada karşılaştıklarında bir ilahi yakınlık duyacaklarını iddia ederler. Yani, aşıklar bu dünyada birbirlerini ararlar. Bu aşıkların birbirlerini aramaları görüşünün bir benzeri de Helen Felsefesinde görülebilir. Mit'e göre; insanlar eski zamanlarda dört kollu, dört ayaklı, iki kafalı ve tek gövdeli varlıklardır, böyle mutlu mesut olmalarından ötürü Tanrı Zeus'a şükretmeyi unutmuşlar, o da insanları ikiye bölerek yer yüzüne atmış, bu tarihten sonra da her yarı, diğer yarısını aramayı amaç edinmiştir. İlgilisi
Şölen
Şölen
de ilgili kısma bakabilir. #177842479 Ruh eşi denilen kavram tam olarak buna dayanmaktadır. Bu dünyada ruh eşimi arıyorum diyenler aslında eski Yunan Felsefesinden doğan bir efsaneye inanmış oluyorlar. Yani hayallerin, mitlerin peşinde boşuna koşmayın uyandırayım dedim :)
Platon (Eflatun)
Platon (Eflatun)
demişken bir de karşılıksız sevgi, tek taraflı sevgi manasında ki platonik aşk kavramı var biliyorsunuz ve evet Platon'dan gelmektedir. Yalnız Platon'un isminden gelen ve dilimize de girmiş bu karşılıksız sevgisi genç bir hemcinsinedir. Sonra Aşk'ın tanımının arşa çıkarıldığını örnekler görürüz. Leyla ile Mecnun'u sanırım anlatmaya gerek yoktur. Hayatın tüm amacı sevgiliyle buluşmaya ve aşk'a adanmıştır. Batılı dünyasında ise romantizm akımının da etkisiyle başarılı yazarlar çıkmıştır:
Johann Wolfgang Von Goethe
Johann Wolfgang Von Goethe
ve
Friedrich Hölderlin
Friedrich Hölderlin
aşkın ve sevgilinin aşırı yüceltilmesinin en bilinir örneklerini vermişlerdir: "Aşkla neşedir yalnız insana kanat olan"(Goethe) Bu tayfaya göre, aşk insanın ruhunu kuşatan ve yaşama amacı edinilmesi gereken yegane şeydir. Tabi aşk'a bu derece önem verilince, beraberinde aşk acısı denilen kavram da baya bir ön plana çıkmış oluyor. Bakın Goethe mektubunda ne diyor: "Yeryü­zünde en acı şey, bir sevginin öldüğüne tanık olmaktır" Türk Edebiyatında ise aşk'ın ve sevgilinin yüceltilmesinin en bilinir örneği ise bana göre
Ahmed Arif
Ahmed Arif
'dir. Özellikle
Leylim Leylim
Leylim Leylim
isimli eserinde aşk'ı ve o dönem evli olan Leyla Erbil'e yazdığı mektuplar gerçekten inanılmazdır. Buraya kadar gelip "iç şarabı sev güzeli" diyen
Ömer Hayyam
Ömer Hayyam
'a da kısaca değinmesem olmaz. Madem bu dünyaya geldim, bu kadar dertle dertlendim; o şarabı da içerim, o sevgiliyle de meşk ederim diyen beyzademiz, aşkta keyif almanın da ızdırabında elem duymanın da kitabını yazmıştır. Hayyam'a göre, dünyanın bu ızdırap veren hallerine, ancak insana keyif veren, gönlünü neşelendiren böyle güzel şeylerle katlanılabilir: "Bir yürek ki yanmaz, yürek denir mi ona? Sevmek haram, yüreğinde ateş olmayana." Hayyam'ın aşk ile alakalı beyitleri ne kadar mertse,
Marquis de Sade
Marquis de Sade
'ninkiler de o kadar aşağılıktır. Sade, aşkın değil de hazzın peşinde bir hedonisttir. O'nun için aşk, asıl hedef olan hazza ulaşmak için bir araçtır. Kitaplarında, yazdığı karakterlere mevcut, bilinen, tüm cinsel suçları istisnasız teker teker işlettiği için pek kale almıyorum. Böyle sanatın içine... afedersin. Bir de aşkı en büyük lanet olarak tanımlayanlar vardır. İlk örneklerine doğu mistisizminde rastlanabilir. #32038902 Aynı Hinduizm'de olduğu gibi Budizm'de de aşk abartılı bir tutku olarak anlatılmış ve uzak durulması tembihlenmiştir. Budizm'in en başarılı ifadesi olarak gördüğüm İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış... Ve İlkbahar (2003) filminde güzel bir bölüm vardır. Filmde -spoi vermeden- genç bir çocuk bir kadına aşık olmuş, bu durumu gören Budist Üstadı, gencin bu durumunun sahiplenme duygusunu geliştireceğini ve bu duygunun onda öldürme tutkusu yaratacağını ifade eder. Devamında hakikaten de öyle olur. Doğu mistisizmi, tüm abartılı duygular gibi aşka da şiddetle karşı çıkar ve mensuplarını aşkın tehlikeli oyunlarından! uzak durmaya teşvik ederler. Batı dünyasında en bilindik aşk düşmanları
Arthur Schopenhauer
Arthur Schopenhauer
ve
Friedrich Nietzsche
Friedrich Nietzsche
'dir. Her ikisini de sevimsiz, mutsuz abazalar olarak yorumlayabiliriz :) Schopenhauer oldukça huysuz ve aksi bir adam olarak hayatında ilgi ve sevgi eksikliğini kadın düşmanlığıyla da birleştirerek sitemkar cümleler yazsa da daha sonra ilerleyen yaşlarında evlenince baya bir R yapmıştır. Schopenhauer'dan oldukça etkilenmiş olan Nietzsche de aynı derecede aşk ve kadın düşmanıdır. Nietzsche'nin bir dönem yoğun efor sarf etmesine rağmen hayatı boyunca kimseyle aşk yaşayamadığını da belirtmem gerekir. Sonra bu duygu durumunu öfke yolu ile yansıtmış ve oldukça sert şeyler de yazmıştır. Nietzsche'nin bu sevgisizlikten kaynaklanan öfkesinin felsefe olduğunu düşünen insanlar günümüzde de mevcuttur. Nietzsche, aşkın bir zayıflık olduğunu düşündüğü için böyle şeyler yazdığını söyleyenler olsa da kendisinin yazdığı mektuplarda ilgi ve sevgiye çok ihtiyacı olduğu -resmen sevgi dilenmiştir- ve kompleksli bir ergen gibi trip attığı görülebilir :)) Tabi bu romantik aşk söylenceleri, adanmışlık serüvenleri her ne kadar insanların hayatlarını kasıp kavursa da ortaya adı *psikanalizm* denilen insafsızın birinin çıkıp gerçekleri haykırması pek çok insanı hayal kırıklığına uğratmıştır. Bunca yıldır değişik tanımları yapılan aşkın ne olduğunu Freud
Sigmund Freud
Sigmund Freud
açık şekilde şöyle açıklamıştır: Karşı cinse *libido* duyulduğu durumlarda, eğer istenen kişiye ulaşma imkanı yok ise, libidonun devamı için, zihin insanı o kişiye aşık eder. Haydaa. Mecnunlar, Ferhatlar, Romeo'lar bu tanıma göre gümbürtüye gitmiştir. Aşk da amaç her zaman libidodur der Freud ve bu sebeple aşkın zirvesinde şehvet de had safhadadır. Çünkü aşkın sebebi cinselliktir. Ve açıkçası baya baya doğru da söylemektedir. Psikanalizm'in babalarından çok sevgili
Carl Gustav Jung
Carl Gustav Jung
ise Freud'a göre daha ılımlıdır. Aşk probleminin gerçek olduğunu belirterek, insanların bu sebeple acı çekmelerine şefkatle yaklaşmıştır. Jung, o kadar şefkatli bir aşıktır ki, eşini başka kadınlarla aldatmaktan da geri durmamıştır :) Jung'a göre, aşk insan zihninde ki *anima* ve *animus* kavramları ile bağıntılıdır. Kitaplarında uzun okumalar sonucu çıkan sonuç şöyledir: Her insanın zihninde yarattığı ebedi bir kadın ve erkek imajı vardır. Bu imaj aynı zamanda sizin kişiliğinizin bir parçasıdır. Arketipinizdir. Bir kadın, psişesinde aynı zamanda erkek bir ruh taşır ve o ruha benzeyen birisini gördüğü zaman ona aşık olmaktadır. Bana göre insanın en büyük aşkı kişinin kendisi olduğu için, gayet mantıklı bulduğumu da belirtmeliyim. Ardıl Psikanalistlerden
Erich Fromm
Erich Fromm
ise konuyu biraz zemine oturtmuştur diyebiliriz. Fromm, aşkın bencil ve tutkulu bir aşırılık olduğunu, sevginin ise daha sağlıklı ve daha doğru bir şey olduğunu, asıl peşinde koşulması gerekenin sevgi olduğunu söylemiştir. Fromm'un aşkperestlikle alakalı yaptığı bencillik tanımı baya doğrudur. Zira bir insanın kendisine sevgisi ne denli büyük ise, aşkı da o oranda tutku doludur. Konuyla alakalı
Jacques Lacan
Jacques Lacan
'ın da baya geçerli önermeleri olsa da özellikle Platonik aşka yaptığı bir tanım oldukça etkileyicidir. Her konuya -vardır!, -yoktur! şeklinde keskin önermeler sunan Lacan; "Platonik aşk yoktur!" diyerek bu sefer de aşka haddini bildirmiştir! Buradan sapıklara gün doğmasını istemiyorum ama sevgi Lacan'a göre her zaman çift taraflıdır. Bir insan başkasını seviyor ise, kendi görüşüne göre mutlaka karşı tarafta da bir ilgi vardır. İşin ilginç tarafı ise bir Tasavvuf şairi ve düşünürü olan
Mevlana Celaleddin-i Rumi
Mevlana Celaleddin-i Rumi
de aynı görüştedir. Ona göre ise aşk'ın kaynağı şöyle bir şeydir: "Bir insan bir insana aşık olmuşsa Bu aşk, aşık olanda değildir. Aşık olunandadır. Aşık olunan, aşık olunmayı istemediği sürece ve bu ateşi içinde yakmadığı sürece hiç kimse ona aşık olamaz. Eğer ki birini sevdiysen fakat o seni senin onu sevdiğin gibi sevmemişse, bil ki asıl olan düşündüğünün tam tersidir, sevilmeyi isteyen o sevilmeyi istemeyen sen." Tam günümüz umutsuz aşıklarına göre bir pasaj olduğu için Mevlananın bu sözünü sağda solda paylaşmazsınız diye ümit ediyorum :) Aşk ile alakalı daha konuşacak çok yazım, görüş, fikir var. Beni bu kadarı bile yordu. Pek çok yazardan da bahsedemedim. Genel hatları ile izah etmeye çalıştım. Okuyanlara teşekkürler.
··
3 artı 1'leme
·
3.000 görüntüleme
Meltem Zariç okurunun profil resmi
Ben bunların içinde en çok Yunan mitini ve Fromm’un aşka dair görüşlerini seviyorum😊 Özellikle “sevme sanatı” konuyla ilgili okunmaya değer bir kitap. #56125206 . Kaleminize sağlık..
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.