Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

184 syf.
·
Puan vermedi
Bir kitap yazıldıktan sonra artık okuyucunun himayesindedir düşüncesinden yola çıkarak duygu ve düşüncelerimi de içeren bir inceleme kaleme almak istiyorum. İncelemede görüleceği üzere kitaptan aldığım alıntıları tırnak içinde gösterdim. Yazarı öncelikle Virane Harita isimli kitabıyla tanımıştım. Uzun süredir ismini sıkça duyduğum Kumların Kadını'nı ise yeni bitirdim. Şifa gibi mi işkence gibi mi bir bitiş olduğu konusunda mütereddidim. Zira içinde bulunduğumuz hayattaki çırpınışlarımızın, arzularımızın, korkularımızın, hırslarımızın bu kitapta üzerimize kum gibi boca edildiğini hissettim. Kahramanımız (Cumpei Niki) kumluk yerlerde yaşayan böcekleri toplamak için yola çıkan ama bir daha geri dönemeyen bir öğretmendir. Kimsenin bu kayboluş hakkında bir bilgisi yoktur ve kayboluşunun üzerinden yedi yıl geçen adam Medeni Kanun'un 30. maddesi uyarınca resmen ölü olarak ilan edilir. Bu kayboluşun merakımı hemen celbettiğini söyleyebilirim. Fakat kayboluşa yüklenen "manayı" keşfetmek en önemli mesele oldu benim için. Akıp giden zaman içinde bir kum gibi akmaya başlayan insan, kendi içindeki dünyanın çetrefilli yollarında ilerlerken, dahil olmadığı dünyaların kıvılcımlarıyla tutuşmaya başlar bazen. Bunun neticesinde kendi doğuşunun titrek alevleri koca bir yangın haline dönüşür. Cumpei Niki, kıskıvrak yakalandığı ve âdeta hapsolduğu çukurda, kendi benliğiyle hesaplaşmaya başlayacak ve macera diye çıktığı yolun bahtsız kahramanı olacaktır. Kendi çıkarları dışında hiçbir şey düşünmeyen ve hayat mücadelesinden de vazgeçmeyen halk, kahramanımızı hapsetmiş ve ona köydeki yaşayışın devam edebilmesi için kum kazma görevi vermiştir. Bir çukurda otuz yaşlarındaki bir dul kadınla baş başa kalan Cumpei, buradan kurtulmak için her şeyi yapmış, canhıraş bir şekilde mücade etmiş ancak ne yazık ki tam da kaçmayı başardığını düşündüğü bir anda kıskıvrak yakalanıp tekrar çukura kapatılmıştır. Bu çukurda -romandaki ifadeyle bir gözün için hapsolmuş, tekdüze bir yaşamda- yaşamak zorunda bırakılmış kahramanımızın durumu sıra dışı koşullara rağmen bize çok da yabancı gelmiyor aslında. Yaşamak için suya, yemeğe ihtiyaç duyan ve cinsel isteklerini de bir şekilde gidermiş olan insanın bu hayattaki gayesi, zevki vs ne doğrultadır? Bunu idrâk edebilmemiz için bir çukura atılmamız gerekmiyorsa da başımızı içinde bulunduğumuz kafesten yukarılara kaldırmamız gerekiyordur belki de. Milyarlarca insanın dünyaya ufacık bir iz bırakmak için verdiği mücadelenin karşısında, "İnsanları kara tahtadaki tebeşir izi gibi silip atabileceğine inanan bir dünya" var. Duyulmak, hissedilmek, başka hayatları tecrübe edebilmek için elimizden gelen her şeyi yaptığımız halde bütün zorlukların, etrafımızdaki kuru kalabalıkların kum gibi ağzımızdan, gözümüzden geçip her zerremize dolduğuna şahit oluyoruz. İçimizdeki dünya bizi boğmuyormuş gibi bir de dışımızdaki dünyanın tekinsizliği ile uğraşıyoruz. Ve buna da yaşamak diyoruz. İşte burada devreye kabulleniş geliyor. Kahramanımız onu kurtuluşa erdirecek son ana geldiğinde her şeyden vaz mı geçti yoksa mücadelesini sonraya mı erteledi burası muamma. Fakat kesin olan bir şey varsa o da, günlük hayatın anlamsız zannettiğimiz her bir anı bizim pusulamız olabiliyor. Çünkü bizi biz yapan şeyin, başkalarının ne yaptığına ve ne söylediğine bakmadan yaşamak olduğuna inanıyorum. Kendileri dışındaki hiçbir renge tahammülü olmayan insanlar da kendi griliklerinde boğulup gidiversinler. Ne kaybederiz? Yenilginin son olmadığını bilen insan için hayat, daimi bir ümit kaynağıdır. Bu ümidi içimizde saklayıp karşılaştığımız zorluklarda pes etmemek zor olsa da attığımız her adımın, tırmandığımız kum tepelerinin, içimize dolan gerçeklik felaketinin her zerresine muhtaç olduğumuzu da unutmamak gerekir. Çünkü insan kendi hikâyesini "ıslak bir kağıda dönüşen bilinci" ile inşa eder ve yolun sonuna geldiğinde karşılacağı yine kendi yüzüdür. Aynalar, kendi hikâyesini yazabilen insanlar için ne kadar önemli bir şeydir değil mi? Ya başkasının yazdığı hayatlarda kırış kırış olmuş yüzümüze bakmak zorunda kalsaydık? Her gün, hiç ara vermeden... Japon edebiyatına ilgi duymamı sağlayan yazarın diğer eserlerini de kısa süre içinde okumak istiyorum. Unutmadan ekleyeyim, Kumların Kadını 1964 yılında beyaz perdeye aktarılmış. Şimdiden iyi okumalar.
Kumların Kadını
Kumların KadınıKobo Abe · Monokl Yayınları · 20172,076 okunma
·
46 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.