Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İbrahim'e mektuplar 3
21.10.2023 Cumartesi Hatırşinas'tayım. Radyoyu açmayı ihmal etmedim; yine türkü açtım, ama haberlere denk geldim. İsrail, Filistin, öfke- yeni bir şey yok. Ölmek var. Yorgunum. Bitmeyen bir yorgunlukla geçiriyorum günlerimi. Pembe renkli B12 haplarımı her gün misafir ediyorum. Bir farkı var, elbette; okulda bana iyi geliyor- hele de nöbetçi olduğum günler... Diğer günlerse moralim bozulmasın diye bir çeşit destek gibi. Kullanmamak olmaz. Yaşlanma egzersizlerime dikkat ediyorum senin anlayacağın: B12 hapları, B13 ilaçları (Fikret esprileri!), bahçede mazi hatırlamaları, senin özlediğin Kartal sesleri... Çok fazla zamanım yok; Bulak kucağıma çıktı-rahat vermiyor. Herkesin alacaklı olduğu bir şey var. O da sevgi istiyor. Bir türdaşı da aynı anda masanın kenarından miyavlıyor (ona da Sarı Oğlum adını verdim). Ne kadar daha beraberiz? Her akşam uyurken bir sonraki sabaha acaba? duygusuyla yatıyorum; çünkü sevdiklerimi nice kereler gördüm yollarda, kan revan içinde, paramparça... bahçemize gömdüm hepsini. Dün memlekette bir akrabamız vefat etti. Onu son göreli belki yirmi beş sene olmuştur, zira aklımda genç haliyle kalmış (genç, yani 50'li yaşlarda). Facebook sayfasında son halini paylaştılar. Gözlükleri, buruşmuş yüzü, artık pes etmiş, bütün o öte dünya halleri her bir yanına yansımış. Oğlu sabahleyin tek başına yaşadığı evinde ölüsünü bulmuş. Annen neden tek başına yaşıyordu, neden yapayalnızdı annen? üzülmeden edemedim_kendi babama ne yaptığımı da hatırlamadan edemedim. Hastane odasında son dokunuş- paran var mı oğlum? Anneme bakıp da sonra___ Maziyi hatırlatan bir ölü, bütün ölüler için bir hatırlama çağrısı anlamına geliyor. Sabah namazı ve ders arasında okuduğum fatiha ve üç ihlâsı isim isim, tek tek bütün ölülerimize yolluyorum. Yüzlerini hatırlıyorum birer birer, bende kaldığı kadarıyla hikâyelerini.... Çay getir Samet... Masaya koy onu. Hava kararmadan yazıyı bitirmeliyim. Sedat geçti az önce, yanında aşırı süslü bir kadın ya da kadın şakası, eve doğru geçtiler. Yoksa o da mı? MK, Arif'in mekânın önünde oturuyordu demin, bunları gördü ya yanıma gelir, kötü bir kaç kelime etmeden duramaz. Yoksa abartıyor muyum? İçimde fena bir gıybet arzusu. Bulak kucağımda ısındı. Çay hâlâ gelmedi. Sedat'ın yanındaki o garip kadın... Okulda sıkıcı meseleler çoğalıyor. Ömer'le müdürün arası pek iyi değil. Kadının ters tavırları art niyet taşımasa bile çoğu kez bir küntlük içeriyor... Sanat müziği açtım. Bulak şükür ki yan sandalyeye geçti. Melek'i, Şengül'ü özlüyorum bugün. Şengül öleli 30 seneyi geçti. Öldüğü sene memlekete giderken babamın beni nasıl avuttuğunu hatırlıyorum. O, ben, annem..." Onu iyi hatırlayacaksın" demişti. Hatıralar ne de güzeller. Şengül'ün annesi bana sarılarak "senden ümidim vardı" diyordu. Melek'e Şengül'ün ölümünü ise Dil Tarih'in dışındaki bir cafede vermiştik Serkan'la. O gece Mavi Tren'e bilet almıştık. Cenazeye katılmak için eve dönüyorduk. Koca vagonda sadece Melek ve ben, başka tek bir Allahın kulu yok. Babam Ankara'da evlerinde kaldığım akrabalarımı telefonla aramış ve Hürriyet gazetesinde çıkan haberi görmemem için o haberi makasla kestirmişti, haberi görmemiştim. Gazetede "dişi terörist öldürüldü" diye çıkmıştı haber. Haberi yazan, liseden sınıf arkadaşımızdı. Çayım geldi. Teşekkür ederim İsmet. Gözleri Bulak'a bakıyor çayı koyarken. Hmm. Samet gitmeseydi farklı olurdu, İsmet kediyi burada istemiyor. Sanat müziği dinleyip geçmişi hatırlarken yanıbaşımda üçüncü oğlum diyebileceğim bir kedinin olmasından daha doğal ne olabilir ? Tabii ki aynı anda başka bir kedinin de diğer tarafta uzanıyor oluşu. Kedi ailemle beraber yaş alıyoruz-geçip gidiyor zaman. Telefon geldi. Ufuk. Açık uçlu sınav tantanası zamanımızı alıyor. Bir telaş var. emeklilik hayallerime rağmen-uzakta görünüyor- özlenecek nesi var, bir yandan da içimde bu his... Ömer'e mesaj attım, iyi misin dedim, bir cevap yok henüz. Artık dışarıda bile oturamıyoruz fazla. Instagram'ı kontrol ettim. Ömer cevap vermiş, " oraya gelmek istiyorum ama vakit olmuyor bu hafta sonu". Boncuk gözler kıpır kıpır. Senin özlediğin Kartal-hâlâ özlüyor musun- yanı başımdan geçip gidiyor: yabancı kediler, yabancı insanlar, kendi melodileriyle koşuşan arabalar ve her yanı toz içinde kalmış Hatırşinas çamları...yapraklar ve dallar arasından La Marine görünüyor. Bugün 101 oynayanlar Hatırşinas'ın alt katındalar. Taş sesleri geliyor merdiven kısmından. Yazarken parmaklarım; kenarları ısırılmış, etleri koparılmış, tırnaklarım; sana bakıyorum- (uzatıp elimi "ısırsana!"). Bulak arada sıkılıp masaya çıkıyor. Çayıma dokunmasın diye "dur" diyorum ona. İsmet tost tabağını alıyor. Şengül öleli otuz seneden fazla oldu. Melek öleli yirmi bir sene bitti. Dodi öleli altı sene...babam öleli yirmi üç.. amcam öleli on sekiz. "Oğlum" öleli on üç. Mustafa öleli yirmi altı sene oldu. O kadar sayabilirim ki. Sefer'im yedi, Selçuk dokuz, Nurten ablam daha bir sene. Hacı efendim öleli ise henüz iki hafta oluyor. Haftada bir kaç kez gidiyorum mezarına. Çamurlu toprağa dikilmiş çeşit çeşit, güzel çiçekler görüyorum orada. Kötü bir el yazısıyla mezartaşına adını yazmışlar.. Bazen eski yol arkadaşlarına denk geliyorum. Herkesin saçı bembeyaz. Herkes yaşlı. Herkes artık yorgun. Az önce oğlu Mustafa aradı beni- alışamıyorum, diyor. elli iki yaşında ama hayatında ilk kez çok yakınını kaybediyor. Cenazede Yaşar nasıl da ağlıyordu, teskin edemedi hiç kimse. Kendi babası da intihar etmişti onun. Hacı efendim yaşlarında hem de...ama şu da var ki...geçiyor hepsi, ve alışıyorsun onlar olmadan yaşamaya. Yaşayabiliyorsun. Bunu, hakikaten yapabiliyorsun. içim bu sayılarla, bu ölçülerle, bu hatırlamalarla dolu- bir hafta öncesinin bir hâli- meselâ sana yazıyorken o gün ışığı, o sıcak ışık, elime vuran küçük, güneşli pırıltılar ve kalemimin akışı... hikâye etmeyi seven zihnim ve yaşlanmayı kabul eden bedenim-beraber kendi nihayetimize yürürken İbrahimim, bir kedi diyarına gidip orada sevdiklerini görerek yaşayacak bir cennet sakini hayâl ediyorum. Kedilerim ve ben küçük evimizde- biz, küçük evimiz ve ışıltılı dereleriyle bir koru, bir de gökyüzü... benim ötealem hayalim böyle. Bir çay daha verir misin, İsmet? Saat yavaş yavaş geç oluyor. Akşam namazından sonra en azından on sayfa kadar kitap okumalıyım. Okuyamıyorum- zaman var, ortam var, imkân var ama sanki okumaya mecalim yok. Bunun sebebi de yaşım mı? MK yanıma gelmedi. Yine bir şeylere şişmiştir. Bazen iyi oluyor bu şişmeler... onun benden hoşlanmaz şekilde var olmasına alışmışım. İsmet, çay hâlâ gelmedi- çay istediğimi duymadı bir ihtimal. Az zaman kaldı. İki bardak daha içebilsem... 27 Ekim 2023 Cuma Günler sonra yazmaya devam... Yine 8E sınıfındayım. LGS sınavına çalışıyorlar. Uyku gözlerinden akıyor- kimbilir saat kaçta uyudular? Ben de uyuyamadım-iki gündür sınav kaygısı var- sınav hazırlığı- okul karmakarışık- gerginlikler-sözler- uyumsuzluklar. Benim de dikkat dağınıklığım kâbus gibi dikildi karşıma- dün gece saat onda bile uğraşıyordum-defalarca hata yaptım- yanlış- eksik yazdım. Bir ara ağlayacaktım neredeyse. Dün zor bir gündü- üst üste bir sürü sıkıntı oldu- manasız ve manalı şeyler üst üste. Dağılmış dikkatimle kendi dünyamda kendi nesnelerim ve kendi hikâyelerimle yaşarken birdenbire zorlandığımı hissedip içine düştüğüm bu telaş... aynı anda Ateş'in imalı laf sokmaları, arkadaşların surat asışları- memnuniyetsizlikler, iş yapamazlık- çaresizlik- beceriksizlik el ele. Çok yıllar boyu birikmiş bir yetersizlik duygusuyla büyümüş insanların eninde sonunda geleceği yer bu işte: ebedi küçümseme. Şimdi sınıfta her şey sakin görünüyor-sessiz-sanki bir anlaşma var gibi aramızda. İhtiyacım olan tek şey, küçük bir bardak çay. Lütfen. Seni özledim. Ancak bu da aşina olunan mazi hatıraları sandığına koyduğum bir giysi gibi- nasıl da güzel kokuyor- ve hatırlaması nasıl da güzel- bu sözler, sorular aylarca, saatlerce devam eder. Soracak çok soru var ama konteks değişti- kimse hayatı durduramaz- boyun eğmez bir akışı var herşeyin-değişmek, bozulmak, bitmek, başka bir şeye dönüşmek kaçınılmaz. Hiç bir şeye fazla tutunamayacak denli gürül gürül akıyor hayat_____ya da ben bunu böyle yaşıyorum. Çeperlerin küçük olunca belki akış daha güçlü geliyordur insana. Ne olursa olsun... sahilde kitabımı okuyabilsem, hava da kapalıysa ve örneğin namaza iki üç saat varsa daha, çayım da masada duruyorsa, keyfimi hiç bir şey bozamaz. Okul, sınıf, öğretmenler odası değil olmam gereken yer. Beraber defalarca oturup da kahkahalar arasında grili mavili o sakin denize de bazen baktığımız o güzel sahil cafesi var ya, işte orada olmalıydık şimdi. Yazımı burada bitiriyorum. Zil çalmak üzere. Kalabalığa ve seslerini dahi bazen gerçekten sevmediğim şu çocuk gürültüsünün içine girerek aşağı inecek ve Ateş'in saçma şakalarına kahkahalarla gülüp küçük bardağımla çay içeceğim. Ömer orada olur, Keskin de gelir kesin. Üçüncü saat kahvaltı yapalım demiştik. Canım İbrahim... keşke... keşke sen de...... Sevgilerimle, cem
··
714 görüntüleme
Sudenaz D. okurunun profil resmi
Her yazınızda bulunduğunuz mekânlara hasretiniz,onları betimleme şekilleriniz beni benden alıyor😁Kendimi sorgulamama yol açtınız,acaba bende bir yeri olan mekânlar var mıdır diye...
Cem okurunun profil resmi
Teşekkür ederim:)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.