Gönderi

... Bir Orta Anadolu kasabasında beşinci sınıfı okutuyordum. Bir kağnı geçiyordu, toprak yoldan... İçinde bir hasta kadın yatıyordu. Yorgan lime limeydi. İnsan elinden çıkmış bir şeye değil, korkunç irilikte bir kâbus kuşunun yüzülmüş derisine benziyordu. Yanında yürüyen adamın giydikleri de yorganın tıpkısıydı. Her akşam nasıl çıkarıp her sabah nasıl giyebildiğine akıl ermez. Öküzlerin derileri de adamın giydikleriyle yorgana uygundu. Bakıp dururken Ahmet Haşim'in bir benzetmesini hatırladım, «öküzlerin sırtlarına yapışmış bir dev kene» demişti kağnı için... Hayır, kağnı bu öküzlerden ayrı bir şey değildi. Bunlar, hep birlikte, bir canlı şey meydana getiriyorlardı. Adam... Hasta kadın... Yorgan... Hatta bütün kasaba... Hatta ben... Kene soyundan bîr korkunç yaratık, bir yaklaşıp bir uzaklaşıyor, küçülüp büyüyor, uzaklaşıp küçülmesi bile verdiği dehşeti hiç azaltamıyordu. Biz yıllardan beri bu kağnıyı yüceltmiştik kurtuluş destanlarında... Bu iğrenç namussuzluğa katlanışımız belki de bu yüceltme yüzündendi. Belki yalnız bunun için, kurtuluştan on yıl sonra bile kağnı denen bu yüzkarası bizi, hiç mi hiç rahatsız etmiyordu. Onu kendimize, kendimizi demek ki ona yaraştırıyorduk. «Milletin efendisi köylü» dememiş olsaydık, Aristo gibi «doğuştan köledir, bundan kurtulmak isterse, dünyanın düzeni bozulur» deseydik, bu kağnı, bu öküzler, bu yorgan, bu kadar iğrenç gelmezdi bana... Kafka, bir hikâyesinde kendisini böcek olmuş hayal eder. Ben o gün kendimi, birden kene olmuş buldum. Hortumlarımı bu toprağa yapıştırmışım, mülkiyetsiz köle kıyıcılığıyla kanını emiyorum. Toprağın üstünde ne var, ne yoksa silip süpürmüşüz. Ormanlarını kül edip yele vermiş, derisinin yeşilini, ayrıklarına kadar, sömürmüş, suyunu tüketmişiz! Şimdi sıra, en ince damardaki son kan damlalarına gelmiş. Buraları, böyle bozkır yapan bizdik. Son kan damlası da tükenince, toprağı yiyeceğiz, gücümüz yetmediği için, yalnız yalçın kayaları bırakacağız! Evet, tarihte hiç bir insan, hiç bir toprak parçasına böyle düşmanlık edememiştir. Kağnı, beni pencerede bırakıp diş gıcırtılarıyla uzaklaştı. O günden sonra, eski, yeni bütün değerler benim için tepetaklak oldu.
Sayfa 140 - Tekin Yayınevi, 5. BasımKitabı okudu
·
3 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.