Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

144 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
16 günde okudu
Önemli gördüklerim
Dönüşüm ve Şüphecilik Kısacası dönüşüm şüphecilik için bir çare olma eğilimindedir; zihni serbest bırakan zihin daralmasıdır. Zihni, Mill’in iyi liberal yaşamı oluşturduğuna inandığı türden karmaşıklıktan-karmaşadan,çeşitlilikten,çelişkiden zevk alma halinden- kurtardığı söylenebilir. Ancak dönüşüm yaşayanlar elbette kendilerini sıkıştırılmış ya da bir kalıba sığdırılmış olarak düşünmezler, kendilerini salıverilmiş, aydınlanmış veya özgürleşmiş olarak düşünürler. Yani dönüşüm, her zaman şu ya da bu biçimde tözcülüğü içerir. Dönüşenler, bir anlamda neyin değerli olduğunu ve nasıl değerlendirilmesi gerektiğini bildiklerine inanırlar. Diğer tüm sözde gerçekleri yanlış, yanıltıcı ve yozlaştırıcı kılan yeni bir gerçeğin içinde yaşarlar. Dönüşmüş olanlar için dönüşmemiş olanlar her zaman bir şeyde başarısız ve bir şeye zarar verir konumdadır. Dönüşümün olduğu her yerde birileri ne yaptığını bildiğini iddia eder. Ama bilmenin daha mutlak anlamlarıyla bilmektir bu. Dönüşüm deneyimleri, tanımı gereği şüpheciliği ortadan kaldırmalıdır. Nihayetinde dönüştürülmesi gereken şüphedir ve şüpheler tıpkı liberal eğitimde olabileceği gibi daha fazla şüpheye değil kesinliklere dönüştürülmelidir. Dönüşümün bir şüphecilik korkusunu açığa vurduğunu söyleyebiliriz. İnsanları dönüştürenler, iyiyi kendi iyilerini teşvik ederler; erdemi, kendi erdemlerini teşvik ederler. Dönüşüm, ne yaptığını bildiğini varsayan, kendi değerini her zaman zaten bilen değişimdir ya da daha doğrusu dönüştürücü(eğer bir dönüştürücü varsa) her zaman ne yaptığını bildiğini varsayar, hatta varsaymalıdır. Yani bir şeye dönüştürülmek, dediğim gibi, kendini her şeyi bilen bir figüre emanet etmektir, bu da her şeyi bilmenin bir biçimidir. Freud ve Dönüşüm Freud’un dönüşüm terimini ilk kez kullandığı bu tabloda güçlü bir fikirden bahsedilir, bununla, acil ama kabul edilemez bir arzunun temsilini kasteder- yakında buna yasak arzu diyecektir- bu arzunun yoğunluğu alınıştır ve yeniden yönlendirilmiştir. Böylece- olağan psikanalisttik örneği ele alırsak-annemle cinsel ilişkiye girme isteğim, müzelere girme ve keşfetme isteğine dönüşecek; ancak dolaşırken ayağımda bir ağrıyla birlikte rahatsızlık duyacağım. Bir zamanlar annemle cinsel ilişkiye girme fikri beni ele geçirirken,, şimdi müzelere gitmekten gerçekten zevk aldığımı söyleyeceğim, azalmış bir yansımanın zararsız ifadesine dönüşecek. Ben dâhil hiç kimse bu tamamen takdire şayan arzudan rahatsız olmayacak. Bu iki aşamalı bir süreçtir: heyecan verici kabul edilemez fikir daha yumuşak daha saygın bir düşünceye dönüştürülür bununla beraber orijinal arzuya bağlı yoğunluk ve heyecan bedensel bir duruma, ayağımdaki ağrıya dönüştürülür ve gerçekten acıtır. Freud’un meslektaşı Ferenczi 1912de “Nevrotik kişi farkı yer değiştirme biçimleri(konversiyon, aktarım, ikame biçimleri) aracılığıyla kendisine nahoş gelen duygulanımlardan kurtulur” diye yazmıştır. İlk dönemlerinde Freud için cinsellikle ilgili çarpıcı olan unsur, cinselliğin, bir dizi semptoma ve yüceltmeye ne kadar dönüştürülebilir olduğudur, ona göre çok dönüştürülebilir bir şeydir çünkü çok rahatsız edicidir kadar yönetilmez durumdadır ki ancak dönüşüm yoluyla yönetilir(sanki “cinselliği” dönüştürmekten başka onunla ne yapılabilir der gibidir); dayanılmaz olan cinsellik, adaptasyon için dönüştürülmelidir. Freud 1894 tarihli The Neuropyschoses of Defence (Savunmaların Nöropsikozları) adlı çalışmasında” Uyumsuz fikir(uyumsuz fikir cinsel bir fikirdir) uyarı toplamının somatik bir şeye dönüştürülmesiyle zararsız kılınır diye yazar; bu nedenle, terimi ilk kez kullandığında “konversiyon” kelimesini önerir. Uyumsuz bir şey dönüşümle zararsız hale getirilir. Birey, cinselliğini sürdürmek zorundadır; bu yüzden cinsellik dönüştürülebilir olmalıdır(dolayısıyla Freud cinselliğin dönüştürülebilen türden bir şey olduğunu kabul eder ve bu da cinsellik hakkında konuşmanın yeni yollarını sunar: sanatsal bir araç gibi dönüştürülebilir, bir güç gibi kanalize edilebilir, bir dizi inanç gibi “dönüştürülebilir”, fikirler bedensel acıya dönüştürülebilir.)Freud’a göre dönüşüm, bizi arzumuzdan gerçek zevkimizden uzaklaştırarak çalışır. Freud’a göre dönüşüm- konversiyon histerisi olarak adlandırır- adaptasyonun en kötü türünün en iyi resmidir: Psişik varlığı sürdürmek uğruna cinsel hazzın feda edilmesidir. Psikanaliz, cinselliğin bilinçsizce semptomatolojiye dönüştürülmesine çare olacaktı. Dolayısıyla, psikanalisttik anlamdaki dönüşüm bir şeyin yerine başka bir şeyi koyar; bir ikame şeklidir. Ancak bu, değiştirilen şeyin ortadan kalkmadığı anlamına gelir halde dönüşüm, psikanalisttik anlamda bir örtbas hikâyesidir. Radikal bir biçimde değişimden ziyade yeniden yapılanmadır. Hatta dönüşüm, tam da değiştirilmekte olan şeyi sürdürmenin hizmetindedir. Bu insan organizmasının arzu tehlikesini yönetme yollarından biridir ve arzu burada kabul edilemez olanı en tehditkâr haliyle temsil eder; birey, görünüşte onu başka bir şeye dönüştürerek arzusundan kurtulabilir. Ama aslında bir tür kaçakçılıktır; arzuyu korumanın bir yoludur; onu modifiye etmek değil, gizlemektir. Freud’un icat ettiği birey- onun inşa ettiği psikanalisttik hatsa-hem dönüştüren hem de dönüştürülendir; Musevi-Hristiyan dinlerinde olduğu gibi, dönüştürülmesi gereken şey yasaklanmış arzu, kabul edilemez duyguydu ve dönüşüm ruhsal psişik varlığı sürdürmenin hizmetindeydi. Feda etmenin alternatifiydi. Bu anlamda psikanaliz, Freud’un tasavvur ettiği şekliyle belirli bir tür sözlü etkileşim aracılığıyla yeniden dönüşüm ya da yeniden düzenleme süreciydi. Dora vakasında Freud yeni bir konversiyon yaratmanın zor olduğunu belirtir; bunun anlamı, amacın bu olabileceğidir); yasak arzuyu somatik semptomlara dönüştürmeye yönelik başlangıçtaki kendi kendine tedavi, mümkün olduğu kadar tersine çevrilmeliydi; yeni bir konversiyona ihtiyaç vardı. Bedensel semptomun yeniden tanımlanması gerekiyordu( başka bir tür dönüşüm); bu yeniden tanımlamayla birlikte taviz verilen arzuyu özgür bırakmak değilse de en azından bilinçli kılmak amacı söz konusuydu. Psikanaliz, zaruri ve bilinçdışı konversiyonlardan kurtulma girişimiydi; insanların içinde bulundukları kültürlerin günlük hayatta gerektirdiği tüm dönüşümlerden kurtulma girişimiydi. Bir dönüşümün işe yarayıp yaramadığını nasıl anlayabiliriz? Freud farkı asla tam olarak anlayamayacağımızı söylerdi; çünkü bir fark yoktur. Bunlar yanlış sorulardır çünkü tanımları gereği cevaplanamazlar. Onlara cevap veremememiz gerekiyor; şüphe içinde olmamız gerekiyor. Çünkü psikanalisttik öyküde hiçbir şey başka bir şeyin tamamen yerini alamaz(veya yerinden edemez); tüm ikameler, neyin ikamesi olduklarının hatırlatıcılarıdır; tüm yer değiştirmeler kökenlerine ihanet eder. Dönüşen kişiler travesti gibidir: Bir şeyi daha iyi sergilemek için gizlerler. Dikkatimizi bir şeyle ilgili bir şeye çekmek için o şeyi gizlerler; o şeyin ne olduğunu bilseler de bilmeseler de. Dönüşüm ve Benlik karmaşası Daha ebedi tanımlarımızdan biri, ikili hayatlar şeklindeki hayatlarımıza dairdir, aynı anda iki dünya içinde ya da iki dünyayla- bir tür ilişki içinde- birlikte yaşamamıza dairdir; kendimize dairdir, mesela tanrılarla veya Tanrıyla ilişkimiz çerçevesinde kendimize dairdir( ve o halde, tanrısallıkla ilişkinin doğası ve niteliği neticesinde, talihli ya da kaderine terk edilmiş, günahlarından arınmış ya da lanetlenmiş bir hayata dairdir) görünümden ve gerçeklikten oluşan iki dünyaya veya maddi ve manevi iki dünyaya dairdir. Bu durumda benlik tanımı gereği, kendini tanımlaması gereken bir şeymiş gibidir ve ne olmadığı üzerinde durarak kendini tanımlaması gerekir; yapacak çok işi olan bir ikili ajandır. Ve böylece benlik dediğimiz şey, William James’in deyişiyle, ”bölünmüş benlik” olarak adlandırdığımız şeydir; James ve Winnicot’ın ifadeleriyle bu, gerçek ve sahte bir benliktir ya da sözcüklerde, fantezide var olan bir benliktir ama belki ya da gerçekten hiç var olmayan bir benliktir. En modern biçimi ve formülasyonuyla bir benlik ve bu benliğin yokluğu bir arada var olur. Benlik daima, en azından, kendisinin çelişkili ve rekabet halindeki versiyonlarını yönetmek zorundadır; her zaman kendi temsillerini doğru halde tutmak zorunda olan bir benliktir; oysaki modern anlayışta, tüm bu benlik versiyonlarının, yalnızca benliğin tasvirlerinde ve açıklamalarında var olabilecek temsillerden, tasvirlerden ve açıklamalardan ibaret olduğunu bilmektir. Çelişkilerle boğuşmak zorunda kalan, çatışmalarla dolu bir benliktir veya en azından çelişkiler hakkında veya çelişkilerle bir şeyler yapan bir benliktir. Dönüşüm, geleneksel anlamda çelişkileri ele almak, bu tür çatışmaları çözmek için kullandığımız sözcüklerden biridir. Dönüşüm deneyimleri, en asgari düzeyde, bölünmüş bir benliğin temel ve en felç edici çelişkileri şeklinde hissedilen unsurları azaltır veya en azından düzenler. İkili yaşam tabiri elbette bizim için- veya daha seküler bir dünyada yaşayanlar için- sadakatsizlik çağrışımı taşır, dolayısıyla içtenliğimiz, arzularımız konusunda tutarlı olmanın gerçek zorluklarına dair bazı çağrışımlar barındırır. Günümüzde, geniş anlamda ifade etmek gerekirse liberal denilen insanlar- veya John Stuart Mill’in Özgürlük üzerine adlı eserinin hayranları-bulunmaktadır; kalbin saflığının tek bir şeyi istemek veya sevmek olduğuna inanmazlar ya da gerçek anlamda kalbin saflığı diye bir şeyin var olduğuna inanmazlar( ya da tek bir şeyin varlığına inanmazlar).Bu insanlar, karışık güdülere ve rekabet içindeki arzulara, ikircikliğe ve paradoksal uzlaşmalara inanırlar; en iyinin, iyinin düşmanı olduğuna- yeterince iyi anneliğin yeterince iyiden daha fazlası olduğuna- ve yaptığımız en kötü şeyin başkalarını korkutmak olduğuna( gözdağı, zorla dönüştürme girişimidir) inanırlar. Ve zihnimizi daraltma yollarımızdan birinin, hayatlarımızı sadece ya da tümüyle ikili olarak tanımlamak olduğunu düşünürler. İkili hale getirme, problemi çarpmanın yapmayacağı şekilde ikiye katlar. İnsanlar kendi zihinlerinin karmaşıklığına artık katlanamadıkları zaman dönüşüm deneyimlerine eğilimlidirler. Psikanalist Ernest Jones, bir keresinde en çok nefret ettiğimiz kişiyi öldürmek istemeyiz demişti; bizi en dayanılmaz çatışmaya sürükleyen kişiyi öldürmek isteriz. Dönüşüm ve din ilişkisi Pavlus geleneğinde dönüşüm deneyimleri kurgulanamaz, tasarlanamaz, hesaplanamaz veya öğretilemez(iknadan doğmazlar); bunun, dönüşümlerin yıkıcı gücü olduğu söylenebilir; Pavlus’un lütfa atfettiği ve bir dereceye kadar doğal büyüme ve çürüme süreçlerine de atfedebileceğimiz yıkıcı güçtür bu. Pavlus’a göre dönüşüm deneyimleri, insanın değil, Tanrının elindedir( bu hikâyede insanlar tarafından yapılan her şey günahla kirlenmiştir; bu nedenle siyaset veya bilimsel yöntem temelden kusurludur.) Miles Hollingworth, Augustinus hakkında yazdığı kitabında şöyle yazar ”Hristiyan din değiştirme deneyimiyle ilgili sorun, ertesi sabah ondan pek değişmeden uyanmak zorunda olmanızdır.” Sanki tüm dinlere- ve sonra tüm seküler terapilere musallat olan şey, değişim arzusunun değişim kapasitesinden fazla olabilmesidir. Augustinus’un döneminin zevkleri, dramatik bir din değiştirme öyküsü gerektiriyordu, bu da onun itiraflar 9.kitapta bitirmesine yol açabilirdi. Ama Augustinus bunun yerime dört uzun kitap daha ekledi. Augustinus için dönüşüm artık yeterli değildi. Hiçbir dramatik deneyim, okurlarını geçmiş kimliklerinden bu kadar kolay kurtulabileceklerine inandırmamalıdır. Dönüşüm yaşayanların “limanı” hala fırtınalarla çalkalanıyordu; bir zamanlar “alışkanlık yığını” altında gömülmüş bir adamın canlı görüntüsü olan Lazarus, İsa’nın sesiyle uyanmıştı; ama eğer bu yığından kurtulup serbest kalmak istiyorsa, yine de “ortaya çıkması” gerekecekti. “Bir adamın günah çıkardığını, itiraflarda bulunduğunu duyduğunuzda(diye yazar Agustinus), onun Henüz Özgür Olmadığını bilirsiniz. Her şeye gücü yeten bir gücün yerine bir diğerini getirmemek de sekülerleşmenin bir başka unsurudur elbette Ve her şeyi bilmeyi-Pavlus ve Augustinus’un güvendiği Tanrı’yı resimden çıkardığınızda, yaşamdaki olası değişiklikler ulaşılır durumda gibi görünür ( artık iyi değişimin ne olduğu) değildir. Bu büyük hikâye açısından bakıldığında, modern psikanalisttik terapilerin bazıları, benliğin her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen kısmını, değişimin ve gelişimin sabotajcıları olarak değerlendirir ve bu yaklaşım etrafında organize edilir ki bu konuya geri döneceğim. Daha psikanalisttik bir terminolojiyle, Augustinus’a ifşa edilen şeyin, onun arzusu diyebileceğimiz şey olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten ne istediğini bilir hale gelmesi ona yeni bir hayat verir( dönüşüm deneyimleri her zaman geçmişi açıklar ve anlamlandırır; sanki yalnızca yeni bir gelecek geçmişi anlaşılır kılabilirmiş gibidir)Bir yaşam, yaşam olmak için- bu gelenekte- bir arzu nesnesini gerektirir. Yaşam, arzu nesnesinden uzaklaşma ve ona yönelme etrafında örgütlenir( ve bu hikayenin versiyonunda, sanki arzunun gerçek nesnesi her zaman zaten biliniyormuş gibidir; sadece yeniden bulunmak üzere ordadır. Değişim her zaman arzu nesnesinin değişmesi ya da geri alınmasıdır. Dönüşüme uğrayan kişi nihayet, istediğini elde etmiş ve böylece hayatı düzene girmiştir. Bu hikâyede, yaşamlar potansiyel olarak gerçek veya doğru bir şekle sahiptir ve şekli bozulabilir- ve bozulmuştur-( gerçek ve doğru arzu nesnesi vardır)Dönüşüm deneyimleri, kişinin sürdürebileceği temel bir hayat olduğu konusunda bize güvence verir. Seküler terimlerle bu, çok kolay bir şekilde tercih edilen hayat veya kayıp kaçırılan hayat haline gelir. Yani pek çok güvence gibi bu da kendi türünden bir tiranlıktır. Ne istediğinizi bilseniz de bilmeseniz de ve isteseniz de istemeseniz de( hiçbir istek garanti sonuç getirmez.); aslında denebilir ki Pavlus ve Augustinus’dan sonra, mesele sizin değişimi isteyip istemediğiniz değil, değişimin sizi isteyip istemediğidir(siz Tanrı’nın ellerindesiniz) ya da daha genel olarak, değişim isteyip istemediğinizdir( hastanın psikanalize, aynı kalarak değişmek için gelmesi psikanalisttik tedavinin bir parolasıdır.) Ve bu nedenle, Pavlus ve Augustinus örneklerini seküler terimlerle yeniden tanımlamak zordur; hatta Yahudi-Hristiyan din değiştirme hikâyelerini seküler eşdeğerlerine dönüştürmek zordur da diyebiliriz Tanrıyı resimden çıkarırsanız-değişmenizi isteyen ve değişme arzunuzu arzulayan bir figür hem neler olup bittiğini hem de ne olması gerektiğini bilen bir figür- artık değişim hakkında nasıl konuşacağınızı bilmediğiniz gerçek bir durum vardır; tabi ki siyaset,felsefe,biyoloji ve psikoloji dili dışında. Yani değişim amaçla ilişkilidir; böylece soru şu hale gelir: Hangi amaçla değişim? Açıkçası, değişimle ilgili tüm hikâyelerimiz kültürel ideallerimiz tarafından, olmaya teşvik edildiğimiz insan türleri tarafından dikte edilir. Augustinus’un dönüşümleri, diye yazar Robin Lane Fox,”Hristiyan olmayan inançtan Hristiyanlığa geçiş değildir. Söylemlerden, dünyevi tutkulardan ve cinsellikten uzaklaşan dönüşümler olarak ortaya çıkmışlardır. Belki de uzun süredir devam eden soru şudur: Dönüşüm yaşayarak uzaklaşmak istediğimiz şey nedir? Ve dönüşüm gerçekten işe yarayabilir mi? Winnicott burada(olağandışı bir yorumla), başkalarının bize inanmasına bağımlı olmamızın(geçici)deliliğimizin bir işareti olduğunu söyler; yani anlaşılmaz ve aşırı derecede rahatsız edici bir durumun, derin bir mutsuzluğun ve çaresizliğin işaretidir. Hastam gibi o da bizi dönüştürmek isteyen insanlar tarafından tehlikeye atıldığımıza inanmaktadır ve aynı nedenle, dönüştürme ve dönüştürülme arzumdur tarafından da tehlikeye atıldığımızı düşünür( belki de insanlara göz kulak olma veya onları yatıştırma yollarımızdan biri, onlara inanmak veya onları ikna etmektir; inançlar ve mezhepler, liderlerinin akıl hastaneleridir.)Dönüşüme inananlar, güçlü kesinliklere inanırlar ve bununla birlikte, yalnızca kesinliklerin güvenilir olduğu varsayımı gelir. İnsanlar yalnızca güvenebileceklerine inandıkları bir şeye dönüşürler. Winnicot’ın çarpıcı formülasyonu, en azından bağımlılık ve belirsizliğin nasıl kol kola gidebileceğini düşünmemize imkân verir: Açıkçası, belirsizliğe olan bağımlılığımız- şüpheciliğimize olan bağımlılığımız- garantili olarak kabul ettiğimiz şeylere(Tanrı, doğa, lider, ideoloji, psikanaliz vb.)olan bağımlılığımızdan son derece farklı olacaktır. Başka bir deyişle, Winnicot’a göre herkes için gelişimsel soru şudur: Güvenilirliği asla garanti edilmeyen birine nasıl güvenebilirim? Buradan inanç fikrine ve inanmak ile güvenmek arasındaki denkleme doğru düz bir çizgi gider. Bağımlılık her zaman benzer fikirler arasında bir deneydir. Dolayısıyla Winnicott’ın, kendi psikanalisttik yöntemiyle, inanılma ihtiyacımızın önkoşullarının sorduğunu düşünebiliriz. Ve bize inanılmadığında neyin gerçekleşeceğinden korkarız? Ya da inanılmaya bağımlıysak, bağımlı olduğumuz şey nedir? Bunun gibi sorular, insan ilişkilerindeki alternatifler ne olursa olsun dönüşüm, bağımlılık, kapana kısılma ve sahiplenme arasındaki farkları netleştirmemize yardımcı olabilir. Dönüşüm, bağımlılık, kapana kısılma ve sahiplenmenin hepsinin tutarlılık biçimleri olduğunu belirtmeliyiz ve eğer tutarlılık güvenilirlikle veya inanılırlıkla veya güvenle eşitlenirse, bunlar kötücül olsa bile çekici seçenekler olacaktır. Winnicot, inanılma ihtiyacına alternatif olarak sürpriz kapasitesi önerir; bu kapasite sürprize açık olma kapasitesidir, bu durumda sürpriz unsurunun(Winnicot’a göre) herhangi bir şeye veya herhangi birine gerçekçi ve canlandırıcı bağımlılığın ayrılmaz bir parçası olması arzulanır. Bu yaklaşıma göre, inanılacak veya güvenilecek her ne varsa veya her kim varsa, sürprizi en aza indirme eğilimine göre değerlendirilecektir. Winnicot, Protestan bir tarzda, bilmemizin mümkün olmadığı şeylere inanmamız gerektiğini söyler. Sanki bilinmeyene dönüştürülemeyeceğimizi söylemeye çalışmaktadır.( gerçi bu bir soru da olabilir.)Dönüşüm burada yanlış bir kelime olurdu. Dolayısıyla Winnicot’a göre inanılmak, kendi koşullarınıza göre kabul edilmek olarak yeniden tanımlanabilir ve inanılma ihtiyacı, en uç noktasında, başka insanların olmadığı bir dünyada yaşama ihtiyacıdır.(insanın iyi bir hayat oluşturduğuna inandığı bağımlılık ve etkileşimlerin, oyun potansiyelinin ve belirsizliğin olmadığı bir dünyada).İnanılmaya ihtiyacınız varsa, gizli anlaşmalar ve suç ortakları dünyasında yaşamanız gerekir. Bir dönüşüm deneyiminde, birini değiştirme arzusu, etkileşim arzusunu gasp eder; belirli bir şeyi gerçekleştirme arzusu, etkileşim arzusunu gasp eder; belirli bir şeyi gerçekleştirme arzusu, sürpriz olasılığının önüne geçebilir. Dönüşüm yaşayanlarının kendi sürpriz olasılıklarını sınırladıkları söylenebilir; yeniye dair alakasız ve dikkat dağıtıcı bir şok biçiminde gördükleri unsurları savuştururlar. O halde dönüşüm, şüphecilikten vazgeçme girişimi olmasa bile en azından onu yetine koyma girişimidir. Winnicott meşhur sözüyle sağlıkla baş etmenin hastalıktan çok daha zor olduğunu söylediğinde, hasta olmanın bir dönüşüm deneyimine benzediğini söylemesini isterdim: zihnimizi daraltır, dikkatimizi aşırı organize eder, kendi sınırlarını reçete eder. Sağlıkta ise, kendi özgürlüğümüzden duyduğumuz korkudan başka bizi koruyacak hiçbir şeyimiz yoktur. Rowan Williams ”kötü din” dediği şeye dair neyin ”korkunç” olduğunu ifade etmek için şöyle bir tanımlama yapar: ”Gerçek olanı göremezden gelmeyi öğretmenin bir yoludur. Bu tanımla birlikte cevap kisvesi altında bize bir soru yöneltmiş olur. Dine ”sağlıklı tepki” olarak bahsettiği durum için şunu söyler: ”Kötü dinin aksine gerçek inancın testlerinden biri, sizin bazı şeyleri görmezden gelmenizi engelleyip engellemediğidir. Şöyle devam eder: İnanç, gözlerinizi açtığında ve düşündüğünüzden daha büyük bir dünyayı-ve elbette, bu nedenle, düşündüğünüzden biraz daha ürkütücü bir dünyayı- ortaya çıkardığında en eksiksiz biçimini alır ve ancak o zaman tam anlamıyla hayat vericidir. Gerçek inancın sınavı, ne kadar fazlasını görmenize izin verdiği ve gerçek olanın bazı yönlerini inkâr etmenizi, direnmenizi ve görmezden gelmenizi ne kadar etkilediğidir. Günümüzde çoğu insan, gözlerini kapatmalarını amaçlayan veya dünyayı daha küçük ve daha dar hale getiren bir inanç istediğini söylemeyecektir. Bununla beraber Williams bize niçin her zaman zihnimizi daraltma eğiliminde olabileceğimizi hatırlatır: Düşündüğünüzden daha büyük bir dünya, ”düşündüğünüzden biraz daha ürkütücü bir dünyadır.”(ifadede manevi bir destek vardır ama aynı zamanda ”biraz” kelimesinde de bir miktar cinas olduğu söylenebilir).Düşündüğünüzden daha büyük bir dünya biraz ürkütücüyse, o zaman korkunuzu düzenlemenin yolu düşünmektir. Williams, What is Christianity?(Hristiyanlık nedir?) adlı çalışmasında inancın ve iyi dinin ne olduğuna dair anlatımında, görünüşte kimseyi dönüştürmeye çalışmaz; Hristiyanlığın değerini ortaya koymak niyetindedir. Peki, ama onun teşvik ettiği iyi dinin değerini ve değerlerini inkâr edersek bu bizi ne tür insanlar durumuna sokar? Gerçek olanın bazı yönlerini görmezden gelmekten, inkâr etmekten ve direnmekten yana olsaydık ne olurdu? Williams, bu değerleri koruyanın yalnızca Hristiyanlık olmadığını veya bunun Hristiyanlığa ait bir ayrıcalık olmadığını bilmektedir; ama dönüşüme direndiğimizde ne yaptığımızı, kim olduğumuzu sorgulamamıza neden olan bir meydan okumayla karşılaşırız(sıklıkla ikna edici metinlerde bu başımıza gelebilir) veya bu değerlerle hemfikir olduğumuzda ama dönüştürüldüğümüzü düşünmediğimiz durumlarda da bu sorgulamayı yaparız. Ne de olsa bir insanın gözlerini açması, dönüşüm açısından ısrarcı ve ısrarlı bir figür olduğunun göstergesidir. Burada soru şudur: Gözleriniz açıldığında, neyin gerçek ve neyin doğru olduğunu daha fazla mı görüyorsunuz? Kabaca söylemek gerekirse, dönüşenler daha iyi ampiristler midir yoksa daha iyi inananlar mıdır? Nihayetinde önlerinde ne olduğunu görebilirler mi yoksa bazı insanların onların görmelerini gerektiğini düşündükleri şeyi mi görürler? Ve eğer varsa, farkı nasıl anlayabilirler?
Değişmeyi İstemek Üzerine
Değişmeyi İstemek ÜzerineAdam Phillips · Ayrıntı Yayınları · 202365 okunma
·
934 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.