Gönderi

608 syf.
10/10 puan verdi
"İnsanın kalbinde böylesi bir boşluk duygusu uyandırabilen çok az yazar biliyorum." Bernand Levin Geçen ay okuduğum
Ekim Çocuğu
Ekim Çocuğu
kitabı için "büyük ihtimalle bu sene okuduğum en iyi kitap" demiştim, biraz acele etmişim. "Bir jest, basit bir karşılık olmalı ama ne olduğunu bulamıyor ve bu arada zaman hızla tükeniyor. Nesi var böyle? Niçin en basit şeyleri kendisi için bu kadar zorlaştırıyor? Cevap yaradılışıysa böyle bir yaradılışın neye faydası var? En iyisi yaradılışını değiştirmek değil midir? Ama gerçekten yaradılış mı? Bundan şüpheli. Ona yaradılış değil, hastalık gibi geliyor, manevi bir hastalık gibi: özünde kadınlara karşı olan soğukluğundan farksız bir alçaklık, bir ruh yoksulluğu. İnsan böyle bir hastalıktan sanat çıkarabilir mi? Çıkarabilirse o sanat hakkında neyi anlatır bu?" (s.280) İçimi dökmeden önce buraya kitaptan bir anekdot konduracağım: "Akrabalarından oluşan yakın çevre dışında görüştükleri çok az kimse var. Eve yabancılar geldiğinde o ve kardeşi yabani hayvanlar gibi kaçışıyor, sonra da sessizce dönüp kapı arkalarından gizlice kulak kabartıyorlar. Tavanda gözetleme delikleri de açtılar, böylece çatı arasına çıkıp yukarıdan oturma odasını gözetleyebiliyorlar. Hışırtılar annesini utandırıyor, zoraki bir gülümsemeyle "Çocuklar oynuyor işte," diyor. "Nasılsın?" "Okul hoşuna gidiyor mu?" gibi nazik hal hatır sormaların ifade tarzından kafası karıştığı için onlardan kaçınıyor. Doğru cevapları bilmediğinden budala gibi geveleyip dili sürçüyor. Fakat son tahlilde yabaniliğinden, kibar söyleşilerin laf salatasına karşı sabırsızlığından utanmıyor. Annesi, "Normal davransan ne olur?" diye soruyor. Hararetle, "Normal insanlardan nefret ediyorum," diyor. (s.89) Bu hayatta benim gibi, Coetzee gibi insanlar var, siz bizi en kibar tabirle "içe kapanık" diye tanımlarsınız. Ama çoğunlukla bu kadar kibar olmazsınız, o yabaniliğimiz, ketumluğumuz kibrimizdendir diye varsayarsınız. Varsaymak da değil, esasında öylece hüküm bildirirsiniz. Kırılganlığımızı, kendimize güvenimizin olmadığını, sadece insan olduğumuzu gördüğünüz de olur belki ama o zamanlarda bile yargılamaktan geri durmazsınız. Evet, sadece "içe kapanık" diyip geçseydiniz kibarlık etmiş olurdunuz ama hayır, "tuhaf", "garip", "soğuk", "itici" ve nihayetinde "deli" diye yaftalamak zorundasınız. Niye normalden bu kadar uzak olduğumu hiçbir zaman tam olarak çözemediğim gibi insanların bu duruma tahammülsüzlüğüne, sadece utangaçlığımdan dolayı çocukluğumda okulda uğradığım zorbalıklara da hiçbir zaman anlam veremedim. Şimdiyse düşene bir tekme de ben atayım dürtüsünü anlıyorum. Birbirimizden çok farkımız yok. Hepimizin içinde zalim bir taraf var, az ya da çok. Jekyll mi Hyde mı olacağımızsa irademize bağlı ve bu seçim bizim iyi ya da kötü bir insan olduğumuzu belirliyor. Kitap otobiyografik bir roman. İlk bölümde Coetzee üçüncü şahıs anlatıcıyla kendi hayat hikâyesini anlatıyor. Kendi hayatına başkasının hayatıymış gibi dışarıdan bir gözle ve gerçek anlamda mesafeli durarak bakması, açıklığı ve yalınlığı beni çok etkiledi. Başta bu anlatıcı tercihini yadırgayarak, sonrasındaysa bu tarza bayılarak ilk kısmı bitirdim. Ne kendini kayırmaya ne de gereksiz ajitasyonlara girmeye tenezzül etmiş, sadece ne yaşadıysa olduğu gibi -ama hislerini de hiçe saymadan- anlatmış. Yalnız şunu söylemem lazım, Coetzee güney afrika doğumlu bir yazar ve ben kitaba başlarken güney afrika'nın tarihinden bihaberdim. Genelde kitaplarda bilmediğim sulara dalmaktan çekinmez ve hatta bundan zevk alırken bu kitabın ilk kısımlarda (özellikle çocukluk döneminde) konuya olan yabancılığımdan dolayı biraz sıkıldım ama ilk 150 sayfayı (kitabı kütüphaneye teslim ettiğim için sayfayı kontrol edemiyorum, şu an için kitabın baskısı yok) devirdğinizde kitabın gerisi sabrınıza değecek. Coetzee'nin tüm çocukluk ve gençlik dönemini, yazar olmadan önceki hayatını her detayıyla okuyorsunuz. Anne babasıyla olan ilişkisi, okul aracılığıyla dış dünyayla ilk temasını ve arkadaşlıklarını, göçmen olmanın omuzlarına bindirdiği yükü, hayal kırıklıklığıyla sonlanmaya yazgılı aşklarını, hayatın anlamını sorguladığı tüm bu bölümleri ilgiyle okudum. Coetzee çok iyi bir anlatıcı. Bu hayat hikayesi ve notlar bölümü bittikten sonra röportaj bölümü başlıyor ki bu bölüm bana "bu adam benim yazarım" dedirten bölüm oldu. Öyle büyülendim ki; büyük bir açlıkla, abartarak değil samimiyetle söylüyorum, karşı koyamadığım bir dürtü ve aceleyle Coetzee'nin elimde olmayan tüm kitaplarını sipariş ettim o kısmı okuduktan sonra. Röportajlarda, bir dönem Coetzee'nin hayatına dahil olmuş beş ayrı insanla yapılan soru-cevap formatında söyleşiler var. Bu beş insanın her birindeki Coetzee tasviri birbirinden apayrı. Gerçek Coetzee hangisi, onu bilemeyiz, bunu Coetzee'nin bile bildğini düşünmüyorum açıkçası. Patolojik boyutta bir kişilik bölünmesinden bahsetmiyorum burada. Tabii ki bir insanın başka insanlardaki karşılığı her zaman aynı olamaz. Ama bir insanı o insanın hayatındaki kişilere sorduğunuzda aşağı yukarı benzer bir profilden bahsetmelerini beklersiniz. Bu röportajlarda ise coetzee'yi değersiz bir hiç olarak gören de var, abartmadan seven de var, tapan da var. Özellikle Coetzee'yi ne insan ne yazar olarak kayda değer biri olarak gören, devamlı onun ne kadar silik ve "parlak olmaktan uzak bir adam" olduğunu söyleyen bir hanımefendinin röportajı var ki, insan bu röportajdaki satırları Coetzee'nin bizzat kendisinin yazdığnı düşününce hayret ediyor. Bir insan kendi eliyle kendini nasıl bu kadar alaşağı eder ve bunu diğer insanların okumasına izin verir? Gerçekten gurur kırıcı çok fazla ifade vardı. Hepimizin kendimize güveninin yıkıldığı, kendimizi değersiz hissettiğimiz anları olmuştur ama insan öyle zamanlarda, o karanlık ve dipsiz kötücül duygularla ve düşüncelerle kendi başına bile yüzleşmeye cesaret edemezken (ben edemezdim en azından) bir yazarın, hem de saygınlığı olan bir yazarın, egosunu hiçe sayıp bunları açık yüreklilikle kaleme alabilmesi beni çok etkiledi. Sanırım tüm zengin içeriğine rağmen kitabın beni esas yakalayan ve Coetzee'ye hayranlığımı kabartan noktası da bu oldu. Dürüst, nerede ne konuşacağını bilen, kontrollü, şeffaf ve sağduyulu bir akıl ve çok iyi bir kalp. Harika bir hikaye anlatıcısı. Bayıldım.
Taşra Hayatından Manzaralar
Taşra Hayatından ManzaralarJ. M. Coetzee · Can Yayınları · 201124 okunma
·
120 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.