İlk defa bir kurmaca okudum..Nefisti…Bir yere ait olunduğunda, yuvaya varıldığında bile beraberinde geliveren yabancılaşma hissi. Yetersizlik, pasiflik, beceriksizlik insanı yuvada olsa bile huzursuz etmeye yetiyor.
Misal insanlar afet, sel, savaş, salgın gibi durumlarda birlik olurlar ve anlaşıverirler. Bir sorun olmadığında ise uzaklaşır
Sonra bu sorunsuzluk sorun olmaya başlar ve yeniden bir araya gelinmeli diye çıkarımlar yaparlar. Yaşamaktan memnun olan biri sevdiği biri öldüğünde kendini haddinden fazla yaşamış sevdiğinin ise hiç yaşayamamış olduğunu düşünūverir. Bu inişli çıkışlı, gelişli gidişli haller insanı insan yapan haller zaten. Herkes kendine has bir genişliğin içinde. Bu genişliğin sınırlarını bu geliş gidişler iniş çıkışlar sayesinde yokluyoruz. Kimi koşarak sınırlara ulaşıyor, kimi düşerek. Kimi kendini büyüterek her zerresiyle sınırlara dokunuyor.
Ayşegül Genç'in YAZAR Üzerinden ben ve bizi sorguladığı satırlar ise deyim yerindeyse insanı derinden etkiliyor. Genç "Ben'in ömrü en fazla yūzyıldır, bizim ömrü birbirine ulanır" cümlesiyle Arzu'sunu arayan YAZARIN ruhundan dökülen aşkın biz olma halini anlatıyor: "Ben bizin ruhudur, biz bedendendir bu yüzden biz maddeye daha yakındır. Göçmen kuşlar biz olup V şeklinde uçtuklarında ruhları maddeye dönüşür. Biz benin varlığını bilemezse ben benim diyemez. Biz yoksa sesim kokum rengim kayıptır vardir ama bulunamamıştır." Gencin iki mahalle üzerinden ışık tuttuğu hayatları anlattiğı kitap YAZARIN kendi iç hesaplaşmalarn, sorgulamaları, bitirip başlamaları ile noktalanıyor. VE aslında Genç, mahalleler farklı olsa da insanın arayışta, varışta, yeniden başlayışta hep ortak olduğunu anlatıyor:
"Ölmeden önce ölmek için, doğduktan sonra doğmak gerek.."