Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İSTİKLAL MARŞI'NI NEŞET ERTAŞ YAZMIŞ!
Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun evinde, akşam yemeğindeydik. Yemeğin bir de ''sürpriz konuğu'' vardı. Neşet Ertaş. Hiç okula gitmemiş. Küçük yaşta babasının peşine düşüp, saz çalmayı, türkü söylemeyi, kendi deyimi ile ''çığırmayı'' öğrenmiş. Yaş 66 olmuş. Hala ''çığırıyor.'' Şöhreti ''sınırları'' aşmış. Ama o bir köşede, elleri dizinde, başı önde oturuyor. Kendisine ''usta'' diye hitabedilince... ''Estağfurullah efendim'' diyor - Ben gönlünüzün hizmetçisiyim efendim. **** Kırşehir'in, Çiçekdağı ilçesinin, Kırtıllar köyünde doğmuş. Bütün köy ''çalgıcıymış.'' Fakirmiş. Neşet Ertaş yokluğun, fukaralığın, acının, çaresizliğin içinde yoğrulmuş. Ortaya büyük bir sanatçı çıkmış. Ve mütevazı. Yemekten ''tekrar görüşelim'' diye kucaklaşarak ayrıldık. Sonra gazeteye, ziyaretimize geldi. ''Neşet Ertaş Kitabı''nın yazarı, Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdür Yardımcısı Bayram Bilge Tokel ile birlikte. Gazetede de ''çaldı, çığırdı.'' Sesini duyan, odamıza koştu. Bu gazetede herkesi duygulandıran bir ''mini konser'' oldu. **** Sohbette söz okuldan, eğitimden açılınca Neşet Ertaş heyecanlanıyordu ''Ben okuyamadım efendim... Ama çocuklarımı okuttum. Başımıza ne geldiyse cahillikten, bilgisizlikten geldi efendim... Bilmemiz gereken daha çok şey var. Tabii ilk bilmemiz gereken ise kendimizi bilmemiz. Haddimizi bilmemiz. Yanlış bir şey söylediysem affınıza sığınırım efendim.'' Bu sözlerden sonra, eli sazına gidiyor. ''Söz ve müziği kendisine ait olan'' bir türkü okuyor ''İnsanlar kendini bilebilseydi Dünyada haksızlık, kavga olmazdı İnsan doğan yine insan ölseydi Belki de dünyada hayvan kalmazdı.'' **** Neşet Usta'yı sık sık siyasetçiler de arıyor. Öyle ya, yerel seçim yaklaşıyor. Kimi ''bir türküsünün siyasete uyarlanmasını'' istiyor. Kimi de ''parti için konser vermesini.'' Ertaş'ın yanıtı - Ben sanatçıyım. Hiçbir siyasi organizasyonda yer almadım, bundan sonra da almam. Gazetede ''elini öpmek isteyenler'' oluyor. Kimseye elini öptürmüyor. Hanımların ise elini öpüyor - Kadın, en kutsal varlıktır. Ancak eli öpülür. Kadın bir çiçektir. İncitilmemelidir. Ben kim oluyorum ki, elimi öpmek istiyorsunuz efendim. Ben gönüllerinizin hizmetçisiyim efendim... Çocuk doğunca... Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Nusret Aras bir fıkra anlattı. Eskiden İngiltere'de yeni doğan çocuğu bir halının üzerine yüzükoyun yatırırlarmış. Halının bir köşesine tabanca koyarlarmış. Diğer köşesine ise kitap. Çocuk eğer kitaba doğru debelenirse, ''bu çocuk okuyacak, profesör olacak'' derlermiş. Silaha doğru hamle etmeye yeltenirse ''bu çocuk askeri okula gidecek... General olacak.'' **** Neşet Ertaş'a sorduk - Sizin köyde böyle adetler var mı? - Var. - Nasıl? - Ben doğunca göbeğimin üstüne babamın sazını koymuşlar. **** Ertaş ''doğduğu köyün adetini'' anlattı - Çocuğun kemancı olması isteniyorsa, göbeğine keman konur... Zil çalması isteniyorsa, zil... Veya zurna. ''Ya davul'' diyecek olduk. Öyle ya... Çocuk, davulun altında ezilir, ölür. Neşet Ertaş güldü - Çocuğun göbeğine davul konmaz... Çalgıcılığın sınıfında kalan, davulcu olur zaten. Heykel Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu, Kırşehir'e gitmişti. Dönüşünde ''çok ilginç birşey duydum'' dedi. - Nedir?.. Merak ettik... Anlatın. Mumcu, Neşet Ertaş'a döndü - Usta... Heykel olayını sen anlat. Neşet Ertaş ''utandı.'' ''Kıpkırmızı oldu.'' Israr ettik. Anlattı. Kırşehir Belediyesi bir ''Neşet Ertaş heykeli'' yaptırmış. Meydana diktirmiş. Hayatında Atatürk heykelinden başka heykel görmemiş olan bir köylü, Kırşehir'e pazara gelmiş. ''Elinde sazıyla Neşet Ertaş heykelini'' görünce... ''Ey böyük Atam'' diye sesini yükseltmiş - Memleketi gavurlardan kurtardın... Cumhuriyeti kurdun... Hepimize bubalık ettin... Emme saz da çaldığını hiç bilmeyodum... Bi yaşıma daha girdim.'' Zahide'm Neşet Ertaş'ın en sevilen türkülerinden biri de ''Zahide'm.'' Zahide'm kurbanım n'olacak halim Gene bir laf duydum kırıldı belim Gelenden gidenden haber sorarım Zahidem bu hafta oluyor gelin. Ertaş'a ''Zahide'nin kim olduğunu'' sorduk. ''Herkesin bir Zahide'si var'' yanıtını verdi. Yine sorduk - Sizinkisi hangisi? - Sevdim, kavuşamadım... Zahide'm türküsünü çığırdım... Türkü çok tutuldu... Sonra baktım, başka türkücüler, Zahide'm türküsüne yeni, yeni dörtlükler eklemeye başladılar... Zahide'm türküsü uzadıkça, uzadı... Sanki destan olup, çıktı... Meğer, herkesin bir Zahide'si varmış. - Ya sizinki? - Benimki, boynumu bükük koyan bir eski aşk hikayesi. Çalgıcı dediler kız vermediler Neşet Ertaş aldı sazı eline. ''Çalıp, söylemeye'' başladı ''Yarin aşkı ile arttı hep derdim, Babamı bir yere dünür gönderdim.'' Sonra birden sustu. Bize döndü - Vermediler. Ve devam etti - O zamanlar Kırşehir'deydim. Babamı gönderip, istettiğim kız, evcilik oynadığım arkadaşımdı. Onunla evlenemeyince kaderime küstüm. Kırşehir'i terkettim. Ankara'nın yolunu tuttum. Yine sazın tellerine dokundu ''Bir ev kiraladım münasip yerde Kaldı kavim kardeş hep Kırşehir'de Bu aşk hançerini vurdu derinde Çaresini bulamazsın ölüm dediler.'' **** Sonra ''Ankara günlerini'' anlatmaya başladı. Tabii yine sazıyla ''Yarin aşkı ile döndüm şaşkına, Arada içerdim yarin aşkına.'' - Bu aşk ilk aşk mıydı? - Evet. - Kaç yaşında tanıştınız? - Daha üç yaşındayken... Çocuktuk. Evcilik oynardık. Babamdan saz çalmayı öğrendim, ilk o kıza çaldım. **** - Sevdiğiniz kızı size neden vermediler? - Çalgıcı dediler, kız vermediler... Ama bunu açık açık da söylemediler... Çalgıcıya kız vermemek için çok yüksek başlık parası istediler. **** Dedik ki ''bu söylediklerinizi yazacağız.'' Neşet Ertaş da dedi ki - Bir söz var Kızı kendi haline bırakırsan çalgıcıya gider... Ya davulcuya, ya zurnacıya... Bu, bizleri çok aşağılayan bir söz... Çalgı sanattır, çalgıcı da sanatçı... Bu söz bize çok ağır geliyor. **** - Sahi... Çocukluk aşkınızı kaçırmak hiç aklınıza gelmedi mi? Neşet Ertaş ''asla'' diye kaşlarını çattı - Mümkün mü efendim?.. Böyle bir şey yapar mıyım hiç. - Neden olmasın... Anadolu'da kız ile oğlan anlaşıyor, kaçıyor, evleniyorlar... Örneği çok. - Ben yapmam efendim. Yapamam. Yapmadım... Aşkımı içime attım, aldım başımı gittim. Hala gidiyom, hala gidiyom. Karadır bu sazım kara Dedik ki ''sazın rengi neden kara?'' Neşet Ertaş'ın ağzından bir ''ah'' sesi çıktı. Sonra da. Sazı kucağına aldı ve başladı çalıp, okumaya ''Karadır bu bahtım kara...'' **** Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun ''45'lik plak koleksiyonu olduğunu'' bilmiyorduk. Gitti, koleksiyonundan bir ''Neşet Ertaş plağı'' getirdi. Plağın bir yüzünde şunlar yazılı ''Ertaş Plak... Kendim ettim kendim buldum... Söz, müzik, çalan ve okuyan Neşat Ertaş.'' Diğer yüzünde ise ''Hapishanelere güneş doğmuyor... Söz, müzik, çalan ve okuyan Neşet Ertaş.'' Erkan Mumcu, ''eski plağı'' Neşet Ertaş'a verdi. Neşet Ertaş da imzalayıp bize verdi. Unutamayacağımız bir anı. ''Karadır şu bahtım kara'' türküsünün nakaratı ''kendim ettim, kendim buldum.'' Sorduk - Bu türkünün hikayesi?.. Neşet Ertaş ''çok eski bir gönül hikayesi'' diye söze başladı. **** O zamanlar gençtim. Pavyonda çalıp, söylüyordum. Gömleğimin yakası yağ içindeydi. Gömleğimi yıkayacak, önüme bir tas çorba koyacak bir yarim olsa dedim. Uzaktan, uzaktan bakıştığımız bir kız vardı. Gittim, istedim. Hayır demediler. Ama olmadı, kısmet değilmiş, yarım kaldı. Çok efkarlandım. Pavyondan ayrıldım, şehri terkettim, sazımı siyaha boyadım ve başladım çığırmaya ''Karadır bu bahtım kara Sözüm kar etmiyor yare Yaktın yüreğimi nare (Eyvah ey...) Kendim ettim kendim buldum Gül gibi sararıp soldum (Eyvah ey...) Dane, dane benleri var yüzünde Neşet Ertaş ''ne istersiniz?.. Ne çığırayım'' diye sorunca... ''Usta'' dedik - Sözü de müziği de kendinize ait birşeyi söyleyin. Büyük usta ''olur'' diye konuştu - Birşeyler dımbırtayım... İnşallah beğenirsiniz. Ve başladı ''Dane dane benleri var yüzünde Can alıcı bakışları gözünde Binbir tat var edasında nazında Dünyada yardan tatlı var m'ola Sallanı sallanı gelen yar m'ola'' **** - Neşet usta... Bunu kime söylediniz? Ustanın yüzü kızardı. Başını öne eğdi. Yine sorduk - Aşık mıydınız? Neşet Ertaş ''Size bir başka türkümü daha çığırayım'' diye konuyu değiştirmek istedi. Üsteledik - Güzel miydi?.. Çok mu sevdiniz? - Evet efendim... Gençtik... Cahildik... Aşıktık... Bizim de kalbimiz vardı. İstiklal Marşı'nı kim yazdı? Neşet Ertaş'ın köyünde (Kırtıllar) yaşayanların çoğu ''çalgıcı.'' Beş çalgıcı bir gün ilçeye (Çiçekdağ) gitmişler. Düğünde, çalgı çalmaya. Dönüşte, trafik çevirmiş - Ehliyetiniz? Çalgıcıların hiçbiri okuma, yazma bilmiyor. İlkokula gitmemişler. Ehliyetleri yok. Hepsi birbirine bakmaya başlamış. Trafik polisi sormuş - Nerelisiniz? - Kırtıllar köyündeniz. Polis ''o köyü... Köylülerini... Çalgıcılarını'' biliyormuş. Demiş ki - Sizi bir şartla bırakırım... İstiklal Marşı'nı kim yazdı?.. Bilirseniz, köyünüze dönmenize izin vereceğim. Beş çalgıcı fısıldaşmaya başlamışlar. - İstiklal Marşı'nı kim yazdı acep?.. Muharrem emmim yazdı desek, okuması, yazması yoğudu... Hacı emmim yazdı desek, acep okuması, yazması var mıydı?.. Yazsa yazsa Neşet ağam yazmıştır. Ve trafik polisine dönmüşler - Neşet Ertaş yazdı. Polis kahkahayı basmış. ''Bir daha hiçbirinizi direksiyonda görmeyeceğim'' diye köylerine yollamış. Yavuz Donat Sabah Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 20:45
··
1 artı 1'leme
·
821 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.