Gönderi

Devlette özel mülkiyetin olmaması gerektiği fikri, Platon düşüncesinde kimsenin kendiliğinden, doğuştan getirdiği bir hakkının olmamasından kaynaklanır. Herkese devletten, devletin çıkarları ve çoğunluğun iyiliği doğrultusunda ne pay edilmişse, haktır. Vatandaşların kendi malı mülkü varsa, bu onlara devletin tanıdığı bir haktır sadece. Bu anlayış Yunan dünyasında bir kırılma noktasıdır. Çıkar ve toplumun ihtiyacı, maddi ve somut şeylermiş gibi gelse de, bunları belirleyen devlet ideası olduğundan, Platon'un adalet, hak ve hukuku idea temelinde akla uygun hale getirmesi, bize soyut, kavramsal bir zemin sunmaktadır. Bu kavramsal, soyut ve akılcı adalet anlayışı üzerine hiç kuşkusuz somut bir hak hukuk inşa edilmesi olanaksızdır. Çünkü bu anlayış, hem devleti kusursuzlaştırır (Lat. societas perfecta) hem de bu kusursuz devlete hizmet eden her şeyi doğru, adil ve haklı, hizmet etmeyeniyse baştan sona zararlı kılar. Bu devlette hem erkekler hem de kadınlar eğitim görür. Ama eğitim şekli değişiktir, çünkü her vatandaş kendi eğilim ve yeteneklerine göre sınıflara ayrılır ve fazla yetenekli olmayanlara temel düzeyde, çok yetenekli olanlaraysa yüksek düzeyde eğitim verilir. Çünkü ruh ve beden arasındaki uyum bir insanın dengeli ve ölçülü bir doğaya sahip olması için çok önemlidir. Platon'un ideal insan tanımı, ruh ve beden bakımından hem güzel hem de iyi (kalokagathia) olma yani dengeli, sağlıklı ve uyumlu olmadır. Platon'a göre ideal devleti kuracak ve yönetecek olan, bilge kişinin kendisi ya da bir filozoftur veya yukarıda dediğimiz gibi bilgelerden oluşan bir azınlık. Çünkü bir akıl varlığı olan filozof, gerçek varlığı bilen ve gerçek varlıktaki evrensel değerleri görebilen tek kişidir. Filozof aklını kullanarak idealar âlemindeki adalet ideasına vakıf olur ve bu kusursuz adaleti kendi toplumunda uygulamaya çalışır. Ama yazık ki başıbozuk devletlerde filozoflar ve bunların uğraş sahası olan felsefe devlet yönetimine layık görülmez. Platon'un bu konudaki görüşleri, bugün bile Batı felsefesinin siyaset alanında kaleme alınmış en büyük eserlerinden sayılan Politeia adlı diyaloğunun 6. Kitabından şöyle özetlenebilir: Herhangi bir şeyi çabucak öğrenmek, öğrenileni unutmamak, olgunluğun, inceliğin, en önemlisi de her zaman doğrunun, iyinin ve güzelin peşinde koşup adaleti gözetmek, felsefe eğitiminin kazançlarıdır. Ama bu tür bir eğitim herkesin harcı değildir. Bu tür bir eğitim alacak kişilerin her şeyden önce güçlü bir kavrayışı, sağlam bir belleği olması gerekir. Aynı zamanda üstün niteliklere sahip, incelikli, doğru, yiğit ve tok gözlü olmalıdır bu kişiler. İşte bir devlet ancak bu niteliklere sahip, yani felsefe eğitimi almış kişilere emanet edilebilir. Evet, doğrudur, kendini felsefeye verenler tuhaf insanlar olarak görülebilir. Hiçbir işe yaramaz oldukları da düşünülebilir ve buradan hareketle onların devlet gibi önemli bir yapının başına geçirilmesi gerektiği düşüncesi tepkilere yol açabilir. Ama bu tür tepkiler tümüyle yanlış ve saplantılı düşüncelerin ürünüdür. Çünkü bir toplum filozoflarını kullanamıyorsa suç filozofların değil, toplumundur. İnsani uğraşların en iyisi olan felsefeye bu uğraşın tam tersi uğraşlarla haşir neşir olanların değer vermemesini de aslında yadırgamamak gerekir.
·
26 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.