Gönderi

Uzun yazmak mı? Ne kadar uzun yazabilir ki insan? Uzunluğun ölçüsü nedir yazıda? Çok kelime, çok cümle, çok laf? Ya uzun okumak? Mesela eski kelimelerle örülü bir metini anlamaya çalışırken, Osmanlıca bir lügatin sayfaları arasında mumdan bir gemiyle ateşten bir denizde seyretmek... Yüklemsiz bırakılmış cümleleri okuyucunun sırtına yüklemek. Yüklemsiz cümleler için bir tercihe, bir sorumluluğa sürüklemek. Bir noktanın yokluğunda mana güzergâhını kaybediyor. Noktalı virgül gücünü üzerindeki noktadan alıyor, kesip atmıyor, biriktiriyor, saklıyor, direniyor... *** Kendime notlar alıyordum ki... Droplet... Kulağım bu kelimeye takılıyor... Yangın ile alakalı bir sempozyumdayım ve yangın söndürmede kullanılan yeni teknolojiler üzerinde bir sunum yapılıyor. Dikkatim dağılıyor bir anda. "Droplet" kelimesinin "drop" kelimesinden nasıl ayrıldığı üzerinde düşünürken buluyorum kendimi. Drop kelimesi 1200 yılından, droplet kelimesi ise 1600 yılından itibaren kullanılıyormuş İngilizcede etimolojik sözlüğe göre. Birisi damla, diğeri damlacık. Droplet... Damlacık... Hayalim genişliyor. Drop kelimesinin altında yazılan metni okuyunca çok hoşuma giden ifadelerle karşılaşıyorum. "Herhangi bir şeyin yok denecek kadar az miktarı, mümkün olan en düşük miktar hissi" olarak tercüme edebileceğim bir cümle okuyorum ("sense" kelimesini önemsiyorum burada). Nefis! "Minute quantity" ifadesi ayrıca okşuyor ruhumu. "Minute" kelimesinin birçok anlamı var evet ama "lahza" ve "önemsiz" gibi anlamlarının bir dürtü gibi tenimde dolaştığını hissediyorum. Küçük, küçükten de küçük, küçücük... Önemsenmeyecek kadar küçük, geride bırakılan bir an gibi! Yok denecek kadar az bir miktar... Acaba ne kadar? Dört elif miktarı uzatılan heceler geliyor aklıma. Yok denecek kadar "yok gibi" mi acaba? Gibi... Yine eksiltili ifadelere giriyorum. Droplet...damlacıklarla bir yangın söndürme sistemi teşkil edilmiş. Halbuki türkülerde dağların karı söndürmüyor yangınları! Bir yangını boğuyor damlacıklar... Sırtında bir damla su ile bir karınca Hz. İbrahim'in atıldığı ateşe doğru ilerliyor. Halbuki yangını söndürecek şey ateşin içinde gizli. "Her günah kendi cezasını içinde taşır" sözü geçti bir an kulağımdan. Bir de "derdim bana derman imiş"... Sunumdan o kadar uzaklaşmışım ki... Geçen hafta yağmur yağarken kaldırımdaki su birikintisine düşen yağmur damlaları geliyor gözümün önüne. Her yağmur tanesi bir nokta gibiydi. "Gibi"... Bir noktanın yokluğunda mana güzergâhını kaybediyor cümlesini kurmuştum belki yarım saat önce. Noktasız cümleleri bağlamak ve sonlandırmak için düşüyordu belki yağmur taneleri. Bir zamanlar noktalama işaretleri yoktu da nasıl zorlaşıyordu anlamak. Sonra "noktalama" işaretleri icat edildi. Bu işaretlerin tamamına noktalama işaretleri denildi. Noktaya bağlandı bu işaretlerin hepsi. Biraz önce iki intihar haberi geldi. Virgülü değil de noktaya tercih etmişler yaşadıkları sıkıntıların sonuna. Bu yazıya nasıl başladım ve nasıl bitirdim bilmiyorum. Baştan okumak içimden gelmiyor. Sense ve minute quantity ifadeleri hala aklımda. İlk okuduğum anda yaşadığım keyfi düşünüyorum. Bir de kaldırıma nokta nokta düşen yağmur damlalarını. "Yok denecek" kadar önemsiz olmadıklarını anlatıyorum kendime. Netice itibariyle Noktalı virgül gücünü üzerindeki noktadan alıyor, kesip atmıyor, biriktiriyor, saklıyor, direniyor...
··
4 plus 1
·
217 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.