Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Benim Hikayelerim IV FİNAL
Böyle bizimkisi de ondan sebep; Her hikayenin bir sonu var yani, geldik bizim hikayenin de sonuna. Bazen gerçeklerden ne kadar korksanda onlardan ne kadar kaçmak istesen de zamanı belirsiz bir anı yüzüne tokat gibi çarpıyor bildiğin bütün gerçekleri.Umursamamak olan biteni; memleketi, dostları, öleni, düşeni yani hiç hiç umursamamak. Bakınca herkes masum, böyle herkes iyi niyetli herkes suçsuz, hepimiz.. Bana gelince. Ya ben? Böyle orta yerinden çatlayacak damarlarımı hissediyorum. Boynum, ellerim, ayaklarım iki kat büyüyor böyle, uzuyor dal veriyor gökyüzüne erişiyorum sanki. Böyle bulutların koynuna uzanıyorum, bulutlarla sevişiyorum.Kurumuş, o güzelim kör topraklara yağıyor çocuklarım yağmur niyetine..Büyüsün, yeşersin anlaşılsınlar diye. Yani ne ben masumum ne sen, ne siz, ne de hepimiz..Suç kimin? Bu suç hepimizin bakıyoruz işte, ama görmüyoruz.. Mevsimlerden ilkbahar, yaz böyle hep erken biterdi buralarda ve kışta bir o kadar erken gelirdi zaten her defasında.Mahalleli zaten kış mevsimi için hazırlıklarını çoktan yapmışta. Böyle dam üstlerinde bacalar tütmeye başlayınca mahalleyi kömür kokusu sarmış, sokaklar is karasına bürünmüştü yani. Kasabanın orta yerinden geçen elektrik direklerini peşi sıra takip edince Bilal Abi’nin kahvesinde bitiyordu son direk. Böyle kahvenin fırtınadan kopan elektrik tellerini tamir ediyordu yeni çırak. Bilal Abi de böyle el atmış, çırağın altındaki tahta merdiveni tutuyordu “la oğlum hadi götümüz dondu soğukta, bitir de kahveye girelim” diye bağırdı Bilal Abi o an Böyle çırak merdivenlerden birer birer inerken göz göze geldik. O arada Bilal Abi bana doğru bakınca böyle içim yandı yani.Dostluğunu, abiliğini, kardeşliğini o güzelim yüreğini hissederdim her bakışında da.Adım adım yürüdüm kahveye doğru, kapıyı açtılar girdim içeri. Böyle her zaman oturduğumuz o cam kenarındaki masa da boştu yani. Oturdum.. ve bir cigara yaktım. Bilal Abi'de çayı yeni demlemişti elinde böyle iki çayla masaya geldi o an.Çırak böyle kahvenin ortasındaki o sönen sobayı yakmak için uğraşırken soğuk havalara sövüp, böyle tabiat ananın namusuna dil uzatıyordu. Çayımızı içip ısınmaya çalışırken bi an böyle rüzgarı kendinden böyle menkul uçurtma gibi kahveye dolan Mehmet’in, böyle yüzünü gördük o an hepimizin dizleri titredi yani. Önce yutkundu. Dedi "Abi" dedi, "Bu mektuplardan bir sürü varmış" dedi Mehmet. Hangi mektuplar oğlum dedim. "İlyas’ın Asiye’ye yazdığı mektuplar abi" dedi Mehmet. "Sen nereden biliyorsun Mehmet?" dedim. "Asiye söyledi abi" dedi. "İlyas’ın yazdığı mektupların hepsi çekmecedeymiş" dedi. "Hangi çekmece oğlum" dedim. Masanın etrafındaki sandalyelerden birini tutup böyle çaresizce böyle bi’ kinle fırlattı. Bilal abi o an böyle şaşkın böyle bakışlarıyla "Oğlum Mehmet dur sakin ol" dedi de. Mehmet ne arıyorsa, olağanca telaşıyla masanın etrafında dört dönüp masanın altına eğildi o an "Bakın abi" dedi. "İşte burada bir çekmece var" dedi Mehmet.Bilal abi de sorunun cevabından korkar gibi yani "Ne çekmecesi oğlum" dedi. Mehmet biraz zorlayınca çekmece yerinden çıkıp böyle yere yığılıverdi o an yüzlerce sayfa dağıldı kahvenin orta yerine. Elleri titriyordu Bilal Abi’nin, elinde tuttuğu çay bardağının içindeki kaşığın böyle ellerinin titremesiyle çıkardığı ses o an sardı bütün kahveyi. Böyle sanki bi’ felaket biriktirir gibiydi yani.Böyle gözlerimizde o an korkunç bir bakış oldu yani Mehmet’de de, Bilal Abi’de de, Ben de de. Böyle duraksayıp mevzuyu algılayınca neler olup bittiğini de anlamamız zaten çokta zaman almadı yani. Meğer İlyas günü gününe mektuplar biriktirirmiş. Aylar, yıllar, mevsimler geçmiş.. İlyas her gece kahve kapandığında otururmuş, mektuplar yazarmış uzun uzadıya. Yani bu keder dolu kağıtlar önünde böyle ağır bir dinginlikle duruyordu o an. İlyas’ın dünyasına ait dillenmemiş bu zamana kadar ne varsa her şey darmadağın şekilde karşımızdaydı yani.Biz deli derdik İlyas’a da, yoksa o mu gerçekten akıllıydı, biz mi gerçekten delirmiştik.. bilemiyordum yani. Böyle çaresiz, anlamsız bakışlarla el yazısından dökülen satırlara daldık o akşam, böyle anlıyor, önemsiyor ve biliyordum yani..İlyas artık dönmeyecekti.. Elime aldığım böyle ilk sayfanın satırlarını okumaya başladığımda sonsuz bir güzellik, dostluk, kardeşlik pay biçtiğini gördüm İlyas’ın bize.Elimdeki satırlar İlyas’ın mahalleye, doğduğu eve geri döndüğü o ilk günü anlatıyordu. "Ben sana çicekler ile geleceğim o gün dilim söyleyemeyecek işte yüreğimin harbini. Böyle senden anlamanı bekleyeceğim. Ve ben sadece susmak isteyeceğim işte. Çünkü söylediğim hiç bir şeye inanmıyor artık insanlar, bana deli diyorlar..Böyle gidersem dönmem sanıyordum da, ne kadar gidersen git, ne kadar uzaklaşırsan uzaklaş yine böyle dönüp dolaşacağın, geleceğin yer bu şehir, bu sokak, bu ev olacaktır işte. Oysa ben artık buralara ait hissetmiyordum kendimi. Anam bir kış gecesi doğurmuş işte bu evde beni iki oda, iki cam, zemheri ayazın orta yerinde. Damın tepesindeki bacaya kuşlar yuva yapmış o hafta. Ve benim doğduğum gece de sobadan çıkan dumandan zehirlenmiş bütün o güzelim yavru kuşlar. Ömrüme adak dilenmiş, kan sürülmüş alnıma üç ay da kurumamış o kan üç ay yıkamamışlar beni. Kan siyaha döndüğü bi’ akşam, evin orta yerinde leğenin içinde yıkamış anam beni. Adıma da İlyas demişler. yani demdir bu gelip geçer demişler işte." "Bu zamanlar da geçecek be abi" dedi Mehmet. Yarım yamalak böyle bomboş hislerle attığımız adımlar ile böyle kahveden uzaklaştık çıktık gittik. "Kartal İsmail’in meyhanesine mi gitsek" dedi Mehmet "İki tek atar kaçarız be abi"dedi. Yok dedim ya.. Öyle amaçsız öyle bilinçsiz evlere dağıldık.. Soyundum. Kendimi yatağa attığım gibi uykuya dalmış, sabahına aralanmış perdeden böyle yüzüme vuran güneşin sıcaklığıyla uyandım o an. Böyle radyoyu açtım. Mahzuni’den bir türkü çalıyordu o an "Karlı Dağlar Kara Bulut İçinde, Yaylası Hüzünlü Yöresi Bir Hoş, Sevdalı Yolcular Umut İçinde" diyordu Mahzuni. Her şeye yeniden başlamak için şahane bir gün dedim içimden de. ocağa çay suyunu koyup dolaptan peynir, zeytin biraz da reçel kalmıştı onu çıkardım dolaptan, koydum masaya. Perdeyi aralayıp mahallenin orta yerine çökmüş sisi camdan seyrederken iki karartının böyle sesi yararcasına koşturduğunu farkettim o an. Bilal Abi arkada elinde gazete ile Mehmet'de önünde nefes nefese kalmış benim eve doğru koşturuyorlardı. Böyle kapıya yetişmeleriyle, kapıyı yumruklamaları bir an oldu. Böyle bir telaşla kapıyı açtığımda ikisi de içeri yığıldı zaten o an. Bilal Abi can havli son nefesiyle "Çıktı oğlum çıktı" dedi. "Ne çıktı abi" dedim. O an ne Mehmet’den ne Bilal Abi’den cevap alabildim, böyle yine "Çıktı abi çıktı" dedi Mehmet. "La çıldırtmayın adamı" dedim. "Ne çıktı oğlum Mehmet" dedim elini açtı. Bir kağıt düştü elinden böyle Mehmet’in. Piyango biletiydi.. Bilal Abi de o ara gazeteyi tutuşturdu elime "Al bak oğlum, hele bak sen de bak" dedi. Tatlıcı Hacı Remzi’ye, Mehmet’in aldığı tatlıyı geri vermeye gittiğimiz o akşam, Remzi dayının verdiği parayla aldığımız piyango biletini gösteriyordu Bilal Abi Böyle şaşkınlıkla sevinme arasında bir yerde gidip geldim o an. "Neredeydi bu bilet bu zamana kadar Mehmet" dedim. Bilal Abi cevapladı "Kahvenin çırağı sabah kahveyi temizlerken ocağın üstündeki resmin arkasında bulmuştuk" dedi Bilal Abi. "Ben de unutmuşum" dedi "Orada olduğunu" Bilal Abi o an Mehmet'de anasına güvenmeyip, haram deyip yırtıp atar diye eve götürmemiş bileti. Bilal Abiye teslim etmiş bileti yani o zamanlar. Sabahta Bilal Abi gazete fabrikasına uğrayıp bu haftanın arşivinden piyango listesinin olduğu gazeteyi bulmuş. Mehmet'de o an tekrar bir sevinçle "Çıktı abi çıktı diyorum işte sana, daha ne şey yapıyorsun" dedi böyle bir şeyler. Ne yapacağını bilemez, böyle diyemez halde o anın heyecanıyla böyle yüzümü bi’ gülümseme aldı benim. Böyle neşeyle kederi aynı anda yaşadığım o an sevinçle böyle Bilal Abiyi kaldırdım olduğu yerden radyonun da sesini sonuna kadar açtım anasını satayım. Mehmet ile üçümüz sarıldık, açtık kolları salonun ortasında oynaya oynaya kapının önüne kadar çıktık. Mahallenin orta yerinde oynamaya devam ederken böyle bizi görenler çıktı geldi evlerinden, dükkanlarından Mehmet, Bilal Abi, Terzi Kamuran, böyle köpeği Şeker, Hacı Remzi, Kartal İsmail, Çırak, Menekşe, Menekşe’nin anası, kardeşi, Asiye.. Mehmet oradan bağırıyor böyle "Geliyor geliyor gönlümün efendisi" diye bağırıyordu böyle. "Siverekli Mehmet’in Lahmacun Fırını geliyor" diye. Neşe içindeydi böyle.Mehmet herkese sarılıyordu. Neyse o an biz yine böyle bi oyun havasına dalmış böyle kendi içimizde, dalgamızla böyle takılırken, Menekşe geldi yanaştı o an "Anama ana, babama baba diyesin sen benim gönlüme sevdiğim, ömrüme eş diyesin" dedi bana. Böyle hiç mevzuyu uzatmadan "olur kız" dedim. "Aşk olsun da güç olmasın" dedim. Yani varacaksa insan sevdiğine varmalıydı yani..Dostuna, arkadaşına, eşine varmalıydı.Sarılmalı, dokunmalı insan yani. Böyle hep beraber gülmeyi öğrenemez hep beraber ağlayacağımız o günleri yaşamakta çokta uzakta değildi yani. Ya hep birlikte kurtulacaktık ya da hep birlikte delirecektik yani. Bizim mahalleli de bundan sebep parayı bulunca kafayı oynatması bana hiçte acınacak halimize gülüyoruz dedirtmiyordu yani. Bir kere de bize gülmeliydi talih çünkü. Bir kere de bize yani. Ve hanımlar beyler, geldik işte hikayenin sonuna. Ben kim miyim? Yani bu yaşıma dek kimse bana inanmadı böyle oysa ölebileceğime de inanmıştı herkes yani. Ve benim için de zaten ölü numarası yapmak da çok da zor olmamıştı. Ben aşk nedir bilemem ama ölümü çok iyi bilirim. Ben İlyas Çınar. Ben bir deliyim. Anam beni herkesi seveyim diye doğurdu fakat gazete kağıtları üstünde ölü gibi yatarken asfaltın ortasında beni görmüyor, beni duymuyor, beni tanımıyor, beni önemsemiyordunuz. Öldüm diye bakmadan öyle gazete kağıtları serdiniz üstüme. Böyle aranızdan yürüyerek çıkıp gittim de böyle hala size anlatacak o kadar çok şeyim vardı ki dönüp de bakmadınız be anasını satayım.. Bilal Abim ve Mehmet, onlar da ben ölmüşüm gibi davranıyorlardı zaten Zaten onlar da benim gibi deliydi yani. Yani hadi onlar da benim gibi deli zaten. ama siz gerçekten dönüp bakmadınız. İlyas öldü mü diye.Şaşırmadınız bile üzerime serili gazete kağıtlarını kaldırıp yoluma devam ettiğimde. Bilal Abim ve Mehmet. ve Ben. Biz aynı anadan doğma üç kardeş. İlyas, Mehmet ve Bilal. Ve aynı hastalıkla dünyaya gelmiş üç deli Üç kardeş. Böyle sevdamızı deli aklımızın kör kuyusunda açmış rengarenk gelincik tarlasıdır yani. Asiye benim İlyas olduğumu bilmez. Biriciği ise sadece ben görürüm. Menekşe’nin güzelliğini ise herkes.Ve ben İlyas ÇINAR. Aslında ben hiç ölmedim. Diyorsunuz ya, deli gibi yaşamak diye. Aynı öyle işte. Bizimkisi de deli gibi yaşamak ya. Mevzu bundan belli. Aynen öyle işte. Deli gibi yaşıyorum.🥀
·
1 artı 1'leme
·
1.812 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.