Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

326 syf.
9/10 puan verdi
·
10 günde okudu
Ekrem Ataer'in, dimağlarda iz bırakacak tatlı bir ironiyle harmanlayarak eşsiz anlatımıyla kaleme aldığı "Yasaklı Sanatın Öyküsü", hem aydınlatan hem de bilgilendiren bir yapıt olarak tekrar tekrar okunmayı hak eden bir başucu kitabı niteliğinde. Otoriteye başkaldırının ilk adımı olan "Neden?" sorusu ve devamında gelen süreç sorgulamanın, isyanın ve yasaklamanın bir zincir halinde doğuşuna sebep olurken; bu yasaklama zihniyetinin sanat alanında da en acımasız haliyle sürdüğünü görüyoruz. Mitolojiden günümüzde yaşayan inanç sistemlerine, oradan da siyasi alana yansıyan yasakçı zihniyetin zulmü, sanata ve sanatçıya da sirayet etmekte ve tutuklamalar, işkenceler ve hatta katletmelerle sanatçılar susturulmaya çalışılmaktadır. Cengiz Han Kanunu'nda "yasağ" olarak kullanılan ve köken olarak yasa (Moğolca "casa") kelimesinden türediği göz önüne alındığında daha da ilginç bir kelime olarak karşımıza çıkıyor "YASAK" sözcüğü. "Tanrılar ve tiranlar tarafından" konulan her yasağın maddi ve manevi olarak aslında birilerini ihya ederken, suç ve yasak kavramlarının nasıl birbirini beslediği de tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor kitapta. Ülkemizde ve dünyada yasaklanan önemli eserlerden örnekler verilerek yasaklamanın evrensel boyutuna da ayrıca dikkat çekiliyor. Kitabı okurken ölümsüz usta Rıfat Ilgaz'ın sınıf isimli şiir kitabının kapağı ve sadece yayınevi isminden dolayı yasaklanıp yazarının da 6 ay hapse mahkûm edilmesini düşündüğümde, aynı şekilde bana ait olan Ütopya isimli kitabımın sadece kapağından dolayı yasaklanabileceği de aklıma gelmedi değil doğrusu. Tiyatrodan sinemaya, heykelden resime, sansür adı altında sanatın tüm dallarının hunharca yasaklara maruz kalmasını görmek derinden etkiliyor insanı ister istemez. Kimi komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle, kimi komünizme uymadığı gerekçesiyle, kimi müstehcen olduğu gerekçesiyle, kimi fazla radikal olduğu gerekçesiyle yasaklanıp toplatılarak "güya" imha edilen eserler, aslında düşmanları tarafından ebedileştirilirken, yasakçılar bir daha asla gün yüzüne çıkmamak üzere tarihin çöplüğüne gömülüyorlar. Yazarın da belirttiği gibi sansürün asıl amacı hep aynıdır aslında: "Benim istediğim gibi düşünecek ve benim istediğim gibi üreteceksin." Bu doğrultuda sansür ve yasaklama öyle bir hal almıştır ki, bırakın devlet kurumlarını, kendini bilmez kişiler dahi heykellere tükürmekten, tablo bıçaklamaya varana kadar her türlü zorbalığa başvurmaktan çekinmiyorlar. Bilhassa kendini muhafazakâr olarak tanımlayan kimseler tarafından ve "atalara, geçmişe saygısızlık" bahanesiyle eserlerin yasaklanması ise Osmanlı ve daha evveli Türk kültüründe özellikle heykel, minyatür ve resim sanatlarının neredeyse zirve yaptığı düşünüldüğünde hem komik hem de acınası bir hal alıyor açıkçası. Burada parantez olarak Osmanlı'daki saray ile halk arasındaki uçurumu da belirtmemiz gerekli elbette. Kitaptaki en ilgi çekici ayrıntılardan biri de notaların çıkış noktası hakkında verilen bilgiler. Ekrem Ataer üstat, " Kısacası egemen olan, tarihin her sürecinde bütün imgeleri ile algıyı yönetmek telaşındadır." derken ne kadar da haklı. Ağlanacak halimize güldürürken ince ince düşündüren Ataer, faydalı, gerekli ve okunması elzem bir esere imza atmış Yasaklı Sanatın Öyküsü adlı emek ve özveri dolu çalışmasında.
Yasaklı Sanatın Öyküsü
Yasaklı Sanatın ÖyküsüEkrem Ataer · Librum Kitap · 20177 okunma
·
76 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.