Gönderi

Susuzluk - Gassan Kenefânî
Susuzluk Ah! Keşke kederli insan bir yere gidebilse. Peki nereye? Bu önemli değil. Sadece gidebilse. Dört duvar arasında amaçsızca dolandı. Sonra karyolanın üzerine çöktü. Plaktan yükselen kederli şarkı artık gönlünü titretmiyor, şarkı soğuk bedenine dokunuyor ve duvara tutunmak istercesine geri çekiliyordu. Bir zamanlar şarkının her şey olduğuna nasıl da inanabilmişti? Nasıl? Geçmişi bir başka insana aitmiş gibi görünüyor. Ne yazık ki kendisi doğduğu günden bu yana sanki bu dört duvarı omuzlarında taşıyor, nereye giderse götürüyor, hatta güldüğünde kaba saba dili ağzından fırlayıp duvarların üzerinde koşuyor. Bu duvarları ne zamandan beridir taşıdığını bilmiyordu. Belki doğmadan önce, belki de şimdi. Yatağından kalktı, radyonun düğmesini çevirdi. Şu an odadaki ses, milyonlarca kederli baykuş gibi gürültüyle çınlıyor, buna rağmen bedenine dokunup sonra duvara tekrar çarpıyordu. Ey Zavallı! Bu parçayı ilk defa ne zaman dinlediğini hatırlıyor musun? Bu parça sana ayrılmayı istemediğin coşkun dönen bir girdabın ortasına düşmüşsün hissi vermişti. Sana ne oldu? Hüzünlü trompetin damarlarını nasıl titrettiğini, davulun boğazında yankılanan sesini hatırlıyor musun? Direnme. Parça aynı, grup aynı, hatta yapımcı şirket bile aynı. Parçanın değiştiğini mi söylemek istiyorsun? Yalan faydasız. Şekersiz on fincan kahve, tam bir paket sigara... Bin defa balkona çıktın ve döndün. Radyonun düğmesini kaç defa çevirdiğini, plağı kaç defa değiştirdiğini, elbise dolabında sakladığın içkiden bir yudum içmeyi kaç defa denediğini hatırlıyor musun? Niçin karyolanın kenarına oturmuyor, başını ellerinin arasına almıyor ve "Ben yalnız biriyim." itirafında bulunmuyorsun? Plağın sesi çok hüzünlü. Sanki ses bu odada yankılanmıyor gibi. Göğsün, sesin çarpıp değersiz bir şeymişçesine inleyip tekrar duvara çarptığı bir tenekeye benziyor. Orkestra, sanki yüksekçe bir binanın çatısında meleklerin, birbirlerinin kanatlarındaki tüyleri yolmakla meşgul çocukları için çalıyor. Kalk, plağın uğultusunu kes, ışığı kapa, yastığının hülyalarına başını göm. Yapamıyorsun değil mi? Peki niçin, biliyor musun? Senin hikâyen, çopur yüzlü bir arkadaşın sana hayatında ilk kez bir kitap verdiğinde başladı. Ergendin. O gün ne hikâyenin kahramanı ne de yazarı zihnini meşgul etmişti. Hikâyenin kahramanına benzemeyi arzu ettin. Bu güzel bir şeydi. Ancak nasıl olacaktı? Sen kendisiyle yüzleşmeye cesareti olmayan biriydin. Başarısızlığın, sana yaşanması gereken bir tecrübe gibi göründü. Bütün bunları niçin yaptın? Niçin sakince oturup başarısız olduğunu kabullenmedin? Ailen özgürlüğünü mü kısıtlıyor? Onları terk et. Arkadaşların sana gülüyor mu? Onlara küs. İşin sana zevk vermiyor mu? İstifa et. Peki sonra? Şimdi dört duvara katlan, bir heykel gibi yürü. Niçin en büyük yalanın aslinda kendi başarısızlığının ürünü olduğunu itiraf etmedin? Farklı davranırsan farklı bir kişi olacağını zannettin. Bir hile. Sigara izmaritini at. Ev asla yanmayacak. Yansa bile başının üzerinde sonsuza kadar kalacak. Ey kederli adam! Unuttuğun bir şey var. Sana bunu söylemeyeceğim. Boş bir gıda deposundaki mahpus kedi gibi odanda dolan. Neyi unuttuğunu biliyor musun? Başkasının hayatını değil kendi hayatını yaşamayı. Niçin plağı çevirdin? Sen ne dinlediği bilmiyorsun ki? İçinde hareket edip kulaklarında dönen binlerce siyah tekerlek. Bir sigara daha yak. Sen şu an yalnız yaşıyorsun. İstediğin bu değil miydi? Yalnız olduğunu anlaman için evinde suyun kesilmesi mi gerekiyordu? Dün su içmek için kalkmıştı kederli adam. Musluğu açınca har har diye derin bir ses çıktı. Bir damla bile akmadı musluktan. Susuzluk kuru, sert parmaklarıyla boğazını sıkıyordu. Nasıl su içecekti? Aptalca... Ancak su içmek istiyordu. Gece yarısı uyandı, çok susamıştı. Odada birisi olsaydı mırıldanarak ona su içmek isteğini söyleyebilirdi. Su içmen önemli değil; önemli olan, bunu söyleyeceğin birinin olması. Susuzluktan yanıyorsun. Boşluğa atılmış biri olduğunu anlaman için bunun yaşanması gerekli miydi? Ben seni tanıyorum. Sen pişman olmaktan nefret eden birisin. Bu sebeple sen, bu mahzun duvarları sırtında taşıdığını hiç kimseye asla söylemeyeceksin. Ağzın daki ödün tadı dilini buruştururken uyanacaksın yarın. Hiç kimse nasıl uyuduğunu sana sormayacak. Kahvaltını iğrenç bir lokantada yapacaksın. Kendisiyle oturacağın bir insan aramak için koşacaksın. Duvarların ardından sana söylenmiş bir ses işitmek için oturacağın bir insan. Tanıyorum seni. Sana "Mutlu musun?" diye sorduğunda rezil gururun diline gem vuracak ve "Ben yalnızlığı seviyorum." diyeceksin. Ey kederli insan! Kendini yorma. Başka bir plak arama. Bütün plaklar plastikten yapılır. Bir an olsun aklına, birbirine yaslanmış yığınlarca kitabının soğuk bir kaldırıma dizilmiş hayat kadınları gibi olduğu geldi mi? Zavallı! Yarın mutlu olmayacaksın. Birlikte oturduğun kişinin asla bir kelimesini bile dinlemeyeceksin. O kişiyi sadece gelip geçici bir şey anlatıyormuş gibi “Evimde dün sular kesikti." demek için arıyorsun. Beyrut-1961
Sayfa 113 - LorasKitabı okudu
·
225 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.