Gönderi

313 syf.
6/10 puan verdi
Karşılaştırmalı Veba Notları
Veba'yı Jack London'un
Kızıl Veba
Kızıl Veba
'sı ve Daniel Defoe'nun
Veba Yılı Günlüğü
Veba Yılı Günlüğü
'nden sonra okudum. Zaten bu son kitaba atıfla, Defoe'dan alıntıyla başlıyor kitap. Fakat bu iki kitap ardı ardına okunduğunda, neredeyse aynı kitabı özetiyle okumuş gibi oluyorsunuz. Farklar var elbet: Defoe kalemini Tanrı için yorarken, Camus vebanın içimizde bizi kemirmekte olan çürümüşlüğün ta kendisi olduğunu sıklıkla dile getiriyor. Benzer görüşlere hakim bir okuyucu iseniz de size yeni bir perspektif sunmuyor. Hatta ben "diğeri varken neden değerli zamanını bu kitap için harcamış?" diye içlendim bol bol, üçlemenin ikincisinden sonra grip kapıp hasta olan bünyem bir an önce yeni ufuklara yelken açmak istiyordu lakin aynı anlatıya dönüp dönüp durmak oldukça yordu. Biri İngiltere'de biri Fransa'da, farklı zamanlarda peydah olan iki salgına dair bu iki kitapta benzer ifadeler de mevcut. Defoe bu örneklerde çok daha çarpıcı bir anlatıma sahip, bunu yineledikten sonra örneklere geçeyim: Defoe'nun kitabında bir gece vakti bir kadının vebalı olduğunu söyleyen biri tarafından kıskıvrak yakalanıp öpüldüğü ve kadının yaşadığı şok anlatılıyordu. * Camus'un kitabında 80. sayfaya bakıyoruz: "Cottard'da vebaya dair doğru yanlış hikayeler pek çoktu. Anlattıklarına göre, şehir içinde bir sabah veba belirtileri taşıyan bir adam, hastalığın sayıklamaları arasında kendini dışarı atmış, vebaya tutulduğunu bağırarak karşısına çıkan ilk kadını kucaklamıştı." "Ne var, herkesin başına gelebilir", "tek salgına özgü bir vaka olmak zorunda değil" diyebilirsiniz. O halde şunu ileri sürerim: Daha önce anlatılan, salgına yönelik bir tanıklığı, kendi anlatısı için kullanmak özgün bir kalem için kabul edilebilir midir? Üstelik Nobel'i bununla almışsanız. Devam ediyorum, Defoe'nun kitabında 78. sayfadaki anlatıya bakalım: Bir gün Lothbury'deki Token House Yard'dan geçerken başımın üzerinde birden bir pencere açıldı ve bir kadın üç kez tiz bir sisle çığlık attıktan sonra, "Ah! Ölüm, ölüm, ölüm!" diye benzeri duyulmamış bi şekilde haykırdı. Dehşet içinde kaldım, adeta kanım dondu. Sokakta başka kimse yoktu, açılan başka pencere de olmadı... İnsanlar artık ne olup bittiğini merak bile etmiyor, kimse de kimseye yardım etmiyordu. Ben de yoluma devam edip Bell Sokağı'na geçtim. Tasvir çarpıcı, olayın sonrasında olanlarla zenginleştirilmesi etki gücünü artırıyor. Camus'un eserinde 113. sayfaya geliyorum. Buyrun: "Salgının seyre değer dokunaklı manzaralarını kaydetmekteydi. Örneğin, tenha bir mahalleden geçerken bir kadın, kapalı panjurları açarak pencereye çıkmış, iki acı çığlık attıktan sonra, panjurları karanlık odasının üzerine yeniden çekmişti. Tarrou, eczanelerde nane pastillerinin tükendiğini, çünkü bazı kimselerin muhtemel hastalık bulaşmasını önlemek için bu pastilleri emdiklerini de not etmeyi unutmamıştı." Olay neredeyse birebir aynı. Sonrasındaki cümlenin ilgisizliğiyle, etkisi de
Hitchcock
Hitchcock
'un "gerilim ve şaşırtmaca" örneğindeki gibi, kısa sürüyor. Kurgu veya değil, Defoe'nun öykülemeleri çok daha başarılı. * ilk örnekteki paragrafı da buldum, 156. sayfaya bakalım: "Söylenenler doğruysa varlıklı bir Londralının eşi olan zavallı bir talihsiz hanımefendi, böyle bir mahluk tarafından Aldergate Caddesi veya civarında öldürülmüş. Besbelli aklını kaçırmış olan adam sokakta şarkı söyleyerek gidiyormuş. İnsanlar sadece sarhoştu diyor, ama o kendisinin vebalı olduğunu söylüyormuş ve açıkçası doğrusu da bu gibi görünüyor. Hanımefendiyle karşılaştıklarında kadıncağıza sarılıp öpmüş. Bu yaptığını adamın terbiyesizliğine veren kadıncağız korku içinde kaçmaya başlamış. Cadde nispeten boş olduğundan ona yardım edebilecek kadar yakında kimse de yokmuş. Kadın, adamın kendisini yakalayacağını anlayınca dönüp adamı hızlıca itmiş. Zaten takati olmayan adam geriye doğru savrulmuş, ama maalesef yakınında olduğu için düşerken kadını da yere çekmiş ve yeniden öpmüş. En kötüsü de kalktığında vebalı olduğunu ve onun da olmaması için bir neden olmadığını söylemiş. Zaten yeterince korkmuş olan kadın bir de bunu duyunca bir çığlık atıp bayılmış veya kriz geçirmiş, bir süre sonra kendine gelmiş, ancak birkaç gün sonra ölmüş. Kadının vebaya yakalanıp yakalanmadığını ise hiç öğrenemedim." Mukayeseye dahi girmeden, hemen sonrasında bu kitabın en çarpıcı bölümü olan "yemek masası" olayının aktarıldığını söylersem herhalde meramım anlaşılır. Hemen 2 sayfa sonrasında, 158. sayfada bir hastanın hemşireden de kurtulup üstünde gömleğiyle Thames Nehri'ne atlayıp karşıya yüzdüğü, sonra ustalıkla geri gelip yattığı ve bu sayede çalıştırdığı kaslarıyla şişliklerini patlatarak vebadan kurtulduğu uzunca anlatılıyordu. Camus bunu 259. sayfada Rieux ve Tarrou'nun dostluklarını pekiştiren bir olayın içinde eritir. "İkisi dünyadan uzak, şehirden ve vebadan kendilerini sıyırabilmiş tek başlarına yüzdüler." ve "yeniden giyindiler, tek kelime söylemeden geri döndüler." gibi cümlelerle tanıdıklık pekişir. [Ayrıca, iki kitapta da vebanın sıcak mevsim olan yazı sevdiği, fakat Eylül bitiminde sonlanan Londra Vebası'nın aksine, Fransa'da Kasımda da etkisini sürdürdüğünü görüyoruz. Ve fiyatlar İngiltere'de neredeyse hep aynı kalır, halk gıda stoğundan mahrum bırakılmazken, Camus'un eserinde fiyatlar fahiş biçimde artmaktadır. (S.236)] Bonus olarak, 266. sayfada muhtemelen pek çok kez kullanıldığı için klişe olan (fakat yine kullanımı uygun görülmüş) bir bölüm de
Kızıl Kahkaha
Kızıl Kahkaha
'dan tanıdık gelecek: Aklını yitirmekte olan hastanın elli sayfa kadar doldurduğu müsveddelerde sürekli aynı cümleyi "sınırsız bir şekilde yeni baştan kopya edilmiş, düzeltilmiş, zenginleştirilmiş veya zayıflatılmış" biçimde yazdığı anlatılır. Bu da bahsettiğim "diğer" kitapta yine daha etkili bir anlatı olarak öne çıkıyor. Peki hep altta kalan örnekleri öne sürdünüz, hiç mi etkili bölüm yoktu derseniz de, kurşuna dizme infazının anlatıldığı kısmı Victor Hugo'un giyotine dair yazdıklarının ardına ekleseniz herhalde sırıtmaz. Kitaptan kalan en özgün bölüm kanımca budur. Çok daha iyi bir kitap bekliyordum, kendi beklentilerimi -öncesinde okuduğum kitapların da etkisiyle- karşılamadığı için Camus'tan alacağım keyfi
Yabancı
Yabancı
ve
Sürgün ve Krallık
Sürgün ve Krallık
öyküleriyle, başka bir güne bırakıyorum. Çeviride çoklukla şikayetler duyduğum için ben Oktay Akbal tercümesini okumayı uygun buldum. Memnun da kaldım (elimde ciltli Nihal Önol çevirisi de mevcuttu, okumadan evvel onu da başlıca örneklerle karşılaştırdım). Cem Kitabevi'nden çıkmış metni daha sonra Sabah Gazetesi Nobel serisinde basmıştı, her iki edisyon sahaflardan bulunabilir.
Veba
VebaAlbert Camus · Sabah Yayınları · 198520,3bin okunma
·
89 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.