_ bu sadece bir zaman meselesi, diyor.
sadece sözcüğünün çağrıştırdığı uçarılık dışında haklı olmalı. gecenin bir yarısı kilitli kapıları hayranlık uyandıran marifetle açıp camiye girmenin zamanla ilgisi vardır; karanlık, suçun kıvamını koyultup ağdalaştırır. çaldıklarına bak, diyorum, mahalle camisinde ne bulmayı umuyordu? sıradan ve ahmakça!
_ kapılara zarar vermemiş, diyor, gördüğüm en ustaca işlerden.
bu, hırsızın becerisine yönelmiş bir iltifat olmalı, ilginç. kafamı kaldırıp gözlerine bakıyorum, _diğerkamlıkla canlanmış parlak kahverengi_ gözlerinden masaya düşen ışıklara doğru uzanıyor elim, tadına bakmalıyım. iradem? _ muhtemelen cami soyguncusunun yanında, kollarını başının altına alıp soluk tavana bakarak uzanıyor, bilirim kendini. peh
_ kaybedilmiş bir şey yok diyor; gördüğün ne varsa hepsi zaten daima seninle
karakolda felsefe, her zamanki gibi şaşırtıcı bu adam. peki, diyorum, o vakit ben çıkayım, malların hepsi _daima_ yerindeyse hırsızlığın varlığından söz etmek mümkün değil. söz etmek nasıl yazılır, diyor, ayrı mı. (A)silik olsun diye bitişik yazıyorum ama senin için ayırabilirim, diyorum. o kadar nefis gülümsüyor ki, _ ah, olası aşkımız için eksik olan şey dudaklarının kenarında titreşen üçlü yıldız kümesi. savcılığa sevk ediyoruz, diyor, bekle, birlikte çıkalım. bekliyorum, telaşlı ayak sesleri, mırıldanmalar, arada bir kaç hıçkırık, odaların çürümüş havasından bağımsızca sinir bozan bir soğuk. bekliyorum, avuç içlerimden dışarıya taşmaya başlayan kötücül bir terleme ile _bekliyorum, çünkü kim benden iyi bekleyebilir. koşuşturma bitiyor sonunda, suçlu çocuk zaten, çocuk suçlu olur mu, demek oluyor...
sonra, akşam iniyor kente sakince_ böyle bir şehirde güneş batırmayalı kaç yıl oldu. hımm, yemek iyi fikir, evet. sahilde oturalım, diyor, üşümezsen. üşümem. tabaklar gelip gidiyor, bardakları dolduruyor birileri, denize karışan yosun ve balık kokusu. kaç yıl oldu, diyor, sakince. 4 yıl bitti, diyorum, yüzümde o'na ait olan bir sakinlikle.
_ bu belki de bir kader meselesi, diyor, sadece kabullenilmesi gereken.
_'sadece' olmadan yaşayamıyor mu bu adam?
kaderin ne olduğunu bilmiyorum, gerekliklerden örülmüş çift taraflı geçirgen bir ağda yaşamak kaderin çağrışımlarından biriyse eğer… kedi besleyen birinin bu kadar karamsar olması sıradışı, diyor, fısıldayarak… kim fısıldıyor, neden fısıldıyor? yorgunluğun ve yemeğin ağırlaştırdığı gözlerimi açıyorum, havada uçuşan sesini yüzünün çizgilerine yerleştirmeliyim, sözcüklerinin anlamına nüfuz etmek dudaklarının köşesinde uçuşan takım yıldıza bakmakla mümkün, üç küçük yıldız _milyonlarca yıl önceki bir patlamadan yüzüne düşen_ üç minik ben. ah, keşke orada olsa
gözlerim, yüzünün baktıkça yoğunlaşan derinliğinden tedirgin, ya düşersem. dudaklarının kenarındaki yıldızlar _oradalar değil mi?_ hafif bir ışık titremesi dışında sakince dönüyorlar yörüngelerinde, muhtevasını parçalayarak kendini yaratan şiddeti şimdilik uykuda.
gücümü oburca emen bir yorgunlukla yatışıyor gövdem,
gecenin yarısında,
hiç aklımdan çıkmamışken
ve elbette orada olamazken o'nu görüyorum
bahçede adını bilmediğim tek ağacın altında sandalyeye oturmuş, etrafında ağlayan genç kadınlar
_havada ölmüş bir annenin acı kokusu_
kavlamış dudaklarının kenarından düş_e_yazmış üç yıldız
kendini yok etmeye yeminli
gözleri biçilmiş buğday tarlası
temmuz sıcağında keskin
bir kibrit çakıyorum,
_ yanmalısın buket
_ yanmalıyım evet
rahat öl, açık gözlerini kapayabilirim.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
amo ergo sum
hay bin kunduz_
fallor ergo sum
tanrılar kurban istiyor_
odi ergo sum
öptüm artık var olmayan gözlerinden_