Uğultulu Tepeler.. İsminden de anlaşılacağı üzere içerisinde de bir o kadar kasvetle karşılaşıyoruz. Gerek insanları hor görme çabaları, eksik yönlerini vurgulayarak her konuda yetersiz hissettirilip aşağılanmaları, gerekse karakterlerin sürekli birbirlerine yaptığı haksızlıklarla sınıf farkını net bir şekilde gözler önüne seriyor roman. Bu bir aşk romanı olarak geçiyor ama aşkın bambaşka duygularla şekil almış haliyle karşılaşıyoruz. Evet aşk var ama aşktan çok durumu kabullenememe, öç alma çabası ve nefretin ne kadar bulaşıcı olduğuna tanık oluyoruz. Aşkın gerçekten bir intikama, bir nefrete dönüşmüş halini izliyoruz.
Beni hayretler içerisinde bırakan karakter tabiki Heathcriff oldu. Küçük yaşta evlatlık gelen ailedeki üvey kardeşi olan Catherine' e olan çocukluk aşkı onu bambaşka birine dönüştürdü. Kendi içinde halledemediği duygularının acısını etrafındaki insanlardan çıkarmayı öyle bir başardı ki hangi karakter hayatına girse o karanlık dünyasına çekip aldı. Onun insanlara duyduğu nefreti Catherine' e duyduğu aşktan daha fazlaydı ve bu nefrettin içerisinde sıkışıp kaldı.
Romandaki olayları evin hizmetcisi olan Mrs. Dean'ın ağzından keyifli bir anlatımla dinliyoruz. Zaten romanda en aklı başında olan kişi de diyebiliriz onun için. Yazarın da duyguları okuyucuya yansıtması o kadar başarılıydı ki hepimizin Heathcliff' ten nefret ediyor oluşundan aynı zamanda böyle bir karaktere sahip olmasının en çok da sevgisiz büyümesinin sonucu olarak düşünmemizden anlaşılıyor. Ve tabiki onu bu hale getiren olaylarda kendinizi onun yerine koyup "Acaba ben de mi böyle birine dönüşürdüm? diye sorgulamadan edemiyorsunuz.
"Senin kalbini ben kırmadım, onu sen kırdın; kendininkini kırarken benimkini de kırdın"