Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Irklar Tearüf ve Teavün içindir
BEDİÜZZAMAN, IRKLARIN tearüf ve teavün için farklı kılındığını beyan eden Hucurat suresinin 13. Ayetini tefsir ederken şöyle der: "Şu âyet-i kerimenin işaret ettiği teârüf ve teâvün düsturunun beyanı için deriz ki: Nasıl ki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bölüklere, tå takımlara kadar tefrik edilir. Tä ki, her neferin muhtelif ve müteaddit münasebâtı ve o münasebåta göre vazifeleri tanınsın, bilinsin tâ, o ordunun efradları, düsturu teåvün altında hakiki bir vazife-i umumiye görsün ve hayat-ı içtimaiyeleri a'dânın hücumundan masun kalsın. Yoksa tefrik ve inkısam, bir bölük bir bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir tabura karşı muhasamet etsin, bir fırka bir firkanın aksine hareket etsin değildir. Aynen öyle de, heyet-i içtimaiye-i İslâmiye büyük bir ordudur; ; kabail ve tavâife inkısam edilmiş. Fakat bin bir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var: Halıkları bir, Rezzákları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir-bir, bir, bir, binler kadar bir, bir... İşte bu kadar bir birler uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek, kabail ve tavâife inkısam, şu âyetin ilân ettiği gibi, teârüf içindir, teâvün içindir; tenâkür için değil, tehasum için değildir.* Bediüzzaman'a göre ordunun fırkalara/tümenlere, alaylara ve taburlara ayrılmasının hikmeti şudur: Her asker, umumi düzen içinde kendine düşen vazifeleri daha iyi tanır, bilir ve yapar. Böylece teâvün/yardımlaşma düsturu gerçekleşmiş olur. Yani orduyu fırkalara, taburlara, alaylara ve daha küçük birlik ve gruplara ayırmak sadece bunun içindir; bölücülük, ayrımcılık, ötekileştirme yapmak için değildir. Buralarda bölünme, farklı kısımlara ayırma, işlerin ve görevlerin farklılığından ve kaosu önlemek içindir. Örnekler çoğaltılabilir. Bediüzzaman'a göre ırklarının farklı kılınmasının asıl hikmeti de budur. Bu durum ırkçılığa alet edilmemelidir. 2. Bölünme ve farklı kısımlara tefrik ve ayırma ile; farklı görevler ve münasebetler daha verimli tanzim edilmiş olur. Böylece gerçek ve verimli bir yardımlaşma gerçekleştiği gibi, İslam milletlerinin hayat-ı içtimaiyeleri de düşmanların tasallutundan kurtulur. İslam ve Müslümanlık payidar olur. 3. "Yoksa tefrik ve inkısâm; bir bölük bir bölüğe karşı muhasamet etsin, bir fırka bir fırkanın aksine hareket etsin değildir. 560 Burada belirtildiği gibi, ordunun fırkalara, gruplara, alaylara, taburlara, bölüklere ve takımlara ayrılması, tümen tümene düşman olsun, bir alay bir alayla savaşsın, biri diğerine hasım ve kin duysun, bir bölük diğer bir bölüğün aksine hareket etsin için değildir. . Şu halde başka soydan olan insanlara karşı tavrımızıda şu ayet çok güzel ortaya koyar: "Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde (ne sebeple olursa osun) böbürlenerek yürüme. Zira Allah her muhtal ve fhuru (kendini beğenmiş övüngen kimseleri) asla sevmez İnsan zenginliği, makamı, güzelliği, ırkı ve malı mülkü ile gururlanamaz, bu cihetlerle diğer insanları küçümseyemez ve onlarla düşman olmamalıdır. "Aynen öyle de: Heyet-i ictimaiye-i İslamiyye, büyük bir ordudur, kabail ve tavaäife inkısām edil Yani, bütün İslam ålemi de büyük bir ordu gibidir. Allah tarafından farklı milletlere, kabilelere, aşiretlere, sülalelere ve farklı soylara ayrılmıştır. Bunda yegane hikmet, yardımlaşma düsturunu mükemmel olarak gerçekleştirmek ve herkesin görevini daha iyi yapmasıdır. Konunun dikkat çeken bir boyutu daha vardır: İslam milletleri farklı ırklardan olmakla zahiren farklı görünseler de, onların bin bir birlik cihetleri bulunmaktadır: Evet, onların "bin bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Hålıkları bir, Rezzakları bir, peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir, bir, bir... binler kadar bir, bir. Öyleyse farklı ırklar ve soylar; birlik cihetlerine bakarak, onları birbirlerine bağlayan bin bir birlik cihetiyle bir ve bütün olduklarını unutmamalıdır. Mesela onların Halıkları, yaratıcıları birdir. Hepsi bir Sani-i Kadir'in kudret eliyle yaratılmışlardır. Tabiri caizse aynı ustanın elinden çıkmak onları birleştirdiği gibi, aynı Kadir-i Rahim'in sofrasında bulunmak ve aynı bahar mutfağından yemek, aynı küre-i arz misafirhanesinde oturmak ve rızıklanmak da onları birleştiren bir başka cihettir. Ayrıca, Peygamberlerinin, kıblelerinin, kitapları Kur'an'ın ve dar-ı İslam denilen vatanlarının bir olması da, onları bir ve bütün yapar. Aslında onlar bin bir esmâ-i İlahiye adedince birlik ve vahdet cihetlerine sahiptirler. Allah'ın bütün güzel isimleri her insanda tecelli etmekle, bütün ırklarda, bütün kabile ve aşiretlerde de tecelli eder ve yansır. Bütün bu birlik cihetleri muhabbeti/sevgiyi, uhuvveti/kardeşliği ve vahdeti/birliği gerektirir. Bu açıdan, ona göre; "unsuriyetin intibahı (dirilmesi) ya müsbettir ki, şefkât-i cinsiye ile intiâşe gelir ki, teârüfle teavüne sebebtir. Veya menfidir ki, hırs-ı ırki ile intibaha gelir ki, tenâkürle teanüdün sebebidir. İslamiyet bunu reddeder. Ona göre, ırki bir hırsla başkasını tanımama ve inatlaşmanın sebebi olan unsuriyet; ırkçılıktır. Fakat müsbet unsuriyet; tearüf ve teâvüne sebep olur, tenakür ve teanüde sebep olmaz. Çünkü kişi ırkçı olmadan da kavmini sevebilir, kavminden olanlara yardımcı olabilir, ama ilerde geleceği üzere iyiliği kavmine hasretmemelidir.
·
106 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.