Gönderi

ama uyku aynı zamanda da rüya anlamına geliyordu. ve kendimle ilgili hakim olamadığım bu tek alanda zihnimin, üzerlerini örtmeye çalıştığım bölümlerinin bana gösterecekleri resimlerle beklediklerini biliyordum. belki de bu nedenden dolayı uyuyamıyordum. öldürdüğüm insanları, seviştiğim kadınları düşünmüyordum. onlar değildi beni korkutanlar. daha çok okyanusun ritmik sesi ve toprağın kokusu tehdit ediyordu aklımı. onlardan uzak olmak istiyordum. hiçbir gününden pişman değildim yolculuğumun. ama döndüğüm için pişman olmaktan korkuyordum. sürekli bir mücadele vardı zihnimde. ailemin yanında kalmanın, ihtiyacım olan huzuru bana vereceğinden emin olmak istiyordum... bazen kayra aklıma geliyordu. saçlarını geriye tararken parmaklarıyla, anlattığı o hikayeler, kurduğu teoriler... ve acaba ihanet mi ettim büyük zihinsel ölüm idealine, diye düşünüyordum odamda yalnız otururken. acaba bir gün daha geçseydi yolculuğumda, zihnim ölecek miydi? hayır, ihanet değildi yaptığım! ben kayra gibi değildim. ona tek bir hücrem bile benzemiyordu. çocukluğumuzdan beri reddederek büyüdüğümüz hayat aynı izleri bırakmamıştı üzerimizde. benim insan yanım hiçbir zaman tamamen kaybolmamıştı. ve yok olması da mümkün değildi. ben sadece bana soru sormadığı ve hiçbir hareketimi tuhaf karşılamadığı için kayra'yla yapmıştım yolculuğumu. ben sokaklara bırakılmış bir ev köpeğiydim. o ise aynı sokaklarda doğduğuna inanmıştı. zihinsel ölüm diye nitelendirdiğimiz, beynimizin çalışmasının sona ermesi sadece bir hayaldi. anlamları olmayan hayatlara icat edilmiş bir anlam. kayra'nın bunu gerçekleştirebileceğine inanmıyordum... ve bütün bunları düşünmek beni uykusuz bırakıyordu. ama artık iyiyim ben, diyordum kendime sürekli. hiçbir kurala bağlı kalmadan yaşamış yaratıktan, bütün toplumsal kanunlara riayet eden bireye dönüşmeye çabalıyordum. o gece, barda çıkardığım kavganın birkaç saniye öncesindeki düşünsel krizim sadece geçmişimin oynadığı bir oyundu. seyrettik. bitti...
·
32 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.