Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Hasan Mert Kaya'dan okunası bir yazı:
Zenginlik ve Korku ile Lanetlenmek Bir haftadan uzun bir süredir Körfez ülkelerinin en zenginlerinden biri olan Katar'daydım. İş için gittim ancak gözlemler yapacak zamanım da oldu. Daha önce de Dubai, Abu Dhabi, Bahreyn, S.Arabistan ve Kuveyt'e çeşitli defalar gitmiştim. Müthiş bir zenginlik var bölgede. Tertemiz geniş caddeler, ultra lüks alışveriş merkezleri, dünyanın en pahalı markalarının sıra sıra dizilip, hem kendi son moda koleksiyonlarını hem de Arapların beğenilerine göre ürettikleri limited edition ürünleri satmak için nasıl el pençe divan durduklarını ilk defa görmedim ama yeniden görmek adeta bir hafıza tazelemek oldu benim için. Denizi doldurarak inşa edilen fantazi mimarlık ürünü binalar, kuleler, en pahalı İtalyan, İspanyol ve Amerikan mermerlerinin bol bulamaç kullanılması evet gerçekten etkileyici. Lokal insanlardan söz ediyorum; bir tane bakımsız insan, elbisesi hafif kirli bir kişi, tertemiz, pırıl pırıl olmayan bir tane tuvalet, sigara izmariti olan bir tane cadde, mekan bulamazsınız. Kadınların bakımları için harcadıkları paraya hiç girmeyeyim. Müthiş arabalar, pahalı kokular, şık mekânlar, safkan atlar, marinalarda göz alıcı yatlar ve muazzam bir bolluk var. Dünyanın her yerinden 24 saat boyunca gelen taze meyveler (mesela şu sıra Avustralya'dan kiraz, yeşil erik, kayısı ve şeftali geliyor), denizde yetişen her türlü balık ve diğer ürünler, Japon, Çin, Hint,İtalyan, Fransız, Türk mutfakları, Amerika'nın en ünlü burgercileri, İngiltere ve Fransa'nın en ünlü pastane ve kafeleri, Hollanda'dan süt kuzu, İsveç ve Finlandiya'dan geyik eti... Saymakla bitmez. E insanların da alım gücü, hali vakti yerinde, gelen satılıyor, herkes memnun. Herkes bahçeli, havuzu, müstakil villalarda yaşıyor. Hemen herkesin evinde iki uzakdoğulu hizmetçi çalışıyor. Kadınlar çalışmıyor, yemek, temizlik yapmıyor, çamaşır yıkamıyor. Çalışan da prestij ve unvan olsun diye hikayeden çalışıyor. Çoğunda vergi yok, olanda da %5 gibi komik bir oran var. Hal böyle olunca servet edinmek ve biriktirmek kolaylaşıyor. Peki bunları neden anlatıyorum? Yukarıda yazdıklarıma gelin İbni Haldun'un muhteşem eseri el-Mukaddime'den bir anlatı ile tekrar bakın. Diyor ki İbni Haldun: "Araplar ilk başlarda sade, basit isimler alır, sade yemekler yer ve sade evlerde yaşardı. Çölün sert koşulları onları güçlüklere dayanmaya alıştırmıştı. Savaşa giderlerlen eşlerini ve çocuklarını da beraberlerinde götürürlerdi. Önlerinde düşman, arkalarında ise aileleri olurdu. Hal böyleyken savaş meydanlarında atılan korkunç naralar ve düşmanın şiddeti onları yıldırıp korkutmazdı. Onlar bu hal üzereyken karşılarına çıkan tüm düşmanlarını yenerlerdi. Zamanla bu savaşlarda elde ettikleri ganimetler ve sağladıkları zenginlikle geniş ve yüksek evler inşa ettiler. Tumturaklı ve uzun isimler kullanmaya, gölgelikleri olan büyük, serin ve yemyeşil bahçeler kurmaya, kalabalık sürüler edinmeye başladılar. Artık savaşa gidecekleri zaman geride bıraktıkları malları akıllarına geliyor, ailelerini o malların, evlerin ve sürülerinin başında bırakıyorlardı kaybolmasını istemedikleri için. Onlar bu duruma gelince, artık savaş meydanlarında atılan naralar ve düşmanın şiddeti, korkunç görünümleri Arapların yüreklerine etki etmeye başladı. Geride bıraktıkları malları ve aileleri akıllarına gelmeye ve zoru görünce savaş meydanlarını terk etmeye başladılar. Ondan sonra da olan oldu..." Aslında İbni Haldun'un anlattığı tipik bir "zor zamanlar güçlü insanları, güçlü insanlar güçlü, zengin ortamları, zengin ortamlar da güçsüz insanları doğurur" döngüsü. Öyle ya da böyle, şimdi günümüze gelin ve bakın bu yukarıda anlattığım ışıltılı dünyaya... Sizce bu dünyadan ya da oradaki maddi düzeyin onda biri dahi olmasa da Mısır, Türkiye, Tunus, Cezayir, Malezya vb ülkelerden bir aksiyon çıkar mı çıkmaz mı siz cevap verin. Çoğu zaten iç karışıklıkların, iç savaşların, mezhep nefretlerinin, etnik sorunların ve ekonomik buhranların pençesinde. Hiç ölmeyecekmişçesine dünyaya bağlanmış, kariyer ve başarı hırsı ömrünün yegane gayesi olmuş günümüz protestan Müslümanından bana göre ne köy olur ne kasaba. Olan ve olacak olan şey dinin gelenekler etrafında festival kıvamında yaşandığı bir yapıya dönüşmesidir. Bayramlar, kandiller, Ramazan'da iftar, sahur etkinlikleri, şenlikler, cuma ve bayram namazları gibi... Birleştirici bir üst aklı olmayan, cihad kavramını duymaktan, anlatmaktan ödü kopan bir ev zenciliği dini. Bir tarafta asık çehreli, her şeyi yasak kılan, yaşama sevinci kalmamış, her şeyle kavgalı, sürekli nefret ve şiddet saçan kurmaca bir taife, diğer tarafta çiçekler, böcekler, hurma ağacı dikmenin fazileti, doğaüstü keramet hikayeleri anlatan, zeytin yemenin fazileti üzerine saatlerce konuşan, depremi durduran, pandemiye höst diyen ruhban sınıfının masallarına aklını ve gönlünü feda eden cehaletin karanlığı, bir takım Hint-İran ritüellerini yüz yıllardır tasavvuf adı altında din diye kakalamakla işte bu noktaya gelindi. Din, hayatın olağan akışı içerisinde içselleştirilip kolayca yaşanacak bir halin dışında kaldı / bırakıldı. (Samimi ve aydın kimseleri tenzih ederim.) İslam dünyası yüz yıllardır ama özellikle de son üç yüz yıldır aklı öteleme ve tembellikle oluşan korkunç bir cehaletin, geri kalmışlığın, dağınıklığın ve savrulmuşluğun sarmalında can çekişiyor. Fas'tan Endonezya'ya 15-30 yaş arası gençler arasında bir anket yapın ve görün dine bağlılık, dindarlık ne durumda. Ait olduğu kültür ve medeniyete adanmışlığı ne durumda? Akıl ve nakil arasında bozulan dengenin getirdiği sonuçla yüzleşmek dahi istemiyor kimse çünkü tüm devletler için kullanışlı bir alet mevcut din anlayışı. Sormayan, sorgulamayan, ölü gibi, her söylenene itaat eden, korkaklığı şiar edinmiş, insanı değil, devlet denen kavramı kutsallaştırmış bir yobaz-uyanık zihniyet geçerli tüm İslamsı dünyada. Maalesef, Filistin ve Gazze son kurbanlar olmayacak. Topraklarını ve haklarını savunmada bu kadar cılız, bu kadar pısırık ve ürkek bir İslam coğrafyası bu geniş coğrafyada çok fazla hüküm süremez. Düşman korkaklığı ve fırsatı gördü artık. Fransa Cezayir'i yemiyorsa bu sadece bir zamanlama meselesidir artık. Tunus'a gidilmiyorsa bu, buna gerek duyulmadığı içindir. Petrol deposu olarak görülen körfez ülkeleri uzaktan idare edilebildiği için müdahale edilmiyordur. 150 tane haham "Onların kadınlarına tecavüz edebilirsiniz, bu en doğal hakkınızdır" diye fetva veriyor, kimsenin izzetine dokunmuyor! Binlerce çocuk parçalanarak, yakılarak, ezilerek, iç organları patlatılarak hunharca öldürüldü, öldürülüyor. Halen hukuk önünde hesap sorulmasından söz ediliyor. Hukuk önünde hesap sormak... Yani acizliğin diplomatik bir ifadesi. Bizim gelip sana engel olabilecek hiçbir gücümüz yok, çaresiz durumdayız. Bu da işte züğürt tesellimiz diyoruz aslında. Daha fazla kınama, daha fazla protesto gösterisi (ki İslamsı dünyada büyük oranda bu da durdu) ya da belki de devam eden ticarette ürünlere zam yapma ihtimali... Sahiden, ne oldu hani iki üç haftadır kesildi gösteriler falan? E tabi normal havalar da soğudu zaten... Batı İslamsı dünyanın "-mış gibi yapan" sahtekâr tutumunu, bana dokunmayan yılan bin yaşasın tavrını gördü. Artık her şey zamanlama meselesi. Bu saatten sonra gemisini kurtaran kaptan, ümmet yaş haddinden emekli oldu.
·
147 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.