Gönderi

ne güzel konuştun mübarek…
Türkiye'ye şeriat düzeni getirmek isteyenler; Atatürk milliyetçiliğine dayalı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni İslam cumhuriyetine dönüştürmek isteyenler veya Türkiye'yi bölmek isteyenler; önlerinde en büyük engel olarak "Atatürk faktörü"nü görürler. Atatürk faktörü nedir? Önce Atatürk'ün kendisidir. Sonra, Atatürk'ün Türk ulusunun gönlünde, dimağında yaşaması, ulusun O'na bağlılığı, dünya yaşamını O'nun gösterdiği yolla yaşama isteğidir. Bu faktör var oldukça, hiçbir güç Türkiye'de bir İslam devleti kuramaz. Türkiye'yi bölemez. Çünkü "Atatürk faktörü" kişilerin, şeriat mı demokrasi mi ayrımında, demokrasiye yönelmelerini sağlar. Şeriatın; kulluk, kölelik sisteminin yeniden hortlaması demek olduğu; şeriatın İslamiyetin bir gereği olmadığı, İslamiyetin şeriat istemediği doğrusuna vardırır. Türkiye'nin yurdu ve ulusu ile bölünmez bütünlüğü mü, yoksa bölünme mi ayrımında ise, bölme girişiminin kan ve gözyaşı demek olduğu gerçeğini görmesini sağlar. İşte bunun karşısında kendi çıkarını ülkenin batmasında gören hainler; dini siyaset, ticaret, baskı aracı olarak kullanıp tekrar ayrıcalıklı, dini dayanaklı büyük nüfuz sahibi bir sınıf haline gelmek isteyen yobazlar; ve bunlara göz yumanlar; amaçlarına ulaşmak için Atatürk'ü yok etmeye, Atatürk faktörünü yıkmaya çalışıyorlar. İşte bu nedenle Atatürk'e saldırıyorlar. Bu saldırıda dayanakları yalan, iftira, uydurmadır. Bunun için hayal güçlerini sonuna kadar kullandıkları görülüyor. Saldırıda amaçları Atatürk'ü ve Atatürk faktörünü yok etmek olunca, Atatürk'ü her yönüyle karalama, çamur atma gayretinde oluyorlar. Ana rahminden, kabire kadar her durumuna ve faaliyetine yönelik iftira üretmiş durumdalar. Ürettikleri iftiralarla genç beyinleri kirletiyorlar, etki alanına aldıkları kişilerde Atatürk hakkında kuşkular doğuruyorlar. Toplumumuzda inceleme, araştırma alışkanlığı olmadığından ve bilgisiz fikre, kanıtsız kanıya sahip olma kolaycılığı yaygın olduğundan, kuşku zamanla düşmanlığa dönüşüyor. İşte bu durumda amaçlarına ulaşmış oluyorlar. Kandırılan, beyni kirletilen, daha doğrusu beyni kilitlenen kişiler, bu kesimin adamı oluyor, devletin ve toplumun karşısına demokrasi ve laiklik düşmanı olarak çıkıyorlar. Kişileri demokrasi karşıtı, laiklik düşmanı yapabilmek için önce, İslamiyeti saptırarak, dini söylemlerle, demokrasi ve laikliğin Allah'a karşı gelmek olduğunu, Müslümanın laik olamayacağını aşılıyorlar. Sonra Türkiye'deki Müslümanları dinsiz laik düzene sokanın Atatürk olduğuna, Atatürk'ün ise hain, namussuz ve İslamiyet düşmanı bir dinsiz olduğuna inandırıyorlar. Bu iki aşılamanın tuttuğu kişi, şeriatçı olup çıkıyor. Hem de kemikleşmiş şekilde. Şeriatın kendisini kul haline getireceğini göremeyecek kadar fanatikleşiyor. İnsan olarak hayatını, bağımsızlığını, Atatürk'e borçlu olduğunu; Atatürk sayesinde bir vatana, devlete sahip olduğunu artık göremiyor, düşünemiyor. Doğruyu görebilse Atatürk büstüne, heykeline saldırabilir mi? Heykellerine put gözüyle bakabilir mi? Ders kitaplarındaki resimlerinin gözlerini oyabilir mi? İş bu kadarla kalmıyor, yani sadece rejim tercihi değişikliğinde kalmıyor; paralelinde, kimlik tercihi değişikliği de gelişiyor. Çünkü Atatürk'ü karalarken, tarihimizin Atatürk'ün yaptığı dönemini de karalıyorlar. Cumhuriyet tarihini, uydurma ve yalanlarla alt üst ediyorlar, alternatif tarih dedikleri bir tarih yaratıyorlar, beyinleri bu yalanlarla dolduruyorlar. Bunun sonucunda kişiler Türk kimliğinden uzaklaştırılıyor, ümmet kimliğine büründürülüyor. Artık Türk olmakla değil, İslam ümmetinden olmakla gurur duymaya başlıyor. Türklük onun için bir anlam taşımıyor. "Türk" ismi artık yürek çarpmasını artırmıyor. Örnek mi? Pek çok. Hiç uzağa gitmeyelim. Türk kamuoyunca bilinen iki yakın örneği anımsatalım: Sydney 2000 Olimpiyatında Türkiye'yi temsilen güreşen güreşçi, ay-yıldızlı mayoyu neden giymemiştir dersiniz? Bir futbolcu, maç öncesinde hep birlikte söylenen Türk Milli Marşı sırasında, sırtını dönerek neden marşa katılmamış, dua okumaya başlamıştır dersiniz? Siyasetçilerden de örnek verelim: Bu ülkede bakanlık bile yapmış bir milletvekili, "Ben Türk değil, Arap milliyetçisiyim" diyebilmiştir. Bir başka milletvekili, "Kimlik, bilim adamlarının akıl karıştırması, zorlamasıdır. Ulusal kimlik yoktur"; kapatılan bir partinin başkanının yeğeni, "Kimsenin sevmediği 65 milyonluk bir Türk kimliği yerine güçlü bir İslam kimliğini tercih ederim" diyebilmektedir. Ve bunlar yazılarında, söylemlerinde "Türk" ismini kullanmazlar, söylemekten kaçınırlar. Kaçınma o boyuta gelmiştir ki yabancı dilden çevirdikleri kitapların ismini bile değiştirmektedirler. Bir Fransız tarihçinin Fransızca ve İngilizce "Osmanlılardan Önce Türkiye" ismi ile basılan eserini, "Osmanlılardan Önce Anadolu" ismi ile basmışlardır. Atatürk'e saldırılarla ekilen tohumların meyvelerine bu gözle baktığımızda, olayın sadece Atatürk'e saldırı olmadığını, olayın Türk ulusuna, Türk yurduna, Türk devletine saldırı olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle Atatürk'e saldırılar basit bir karalama kampanyası değildir. Türkiye için yaşam sal öneme sahiptir. Bütünlüğümüzle, rejimimizle, ulusal kimliğimizle, ulusal güvenliğimizle ve geleceğimizle doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla bu kavramlarla ilgili her kurumun, kişinin ilgilenmesi gereken bir konudur.
·
82 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.