Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

324 syf.
·
Puan vermedi
·
34 günde okudu
İŞARÂTÜ’L-İCÂZ
Bediüzzaman Said Nursî’nin (ö. 1960), birinci dünya savaşının ilk senesinde (1915-1916) telifine başladığı ve fakat hitama erdirme imkânı yakalayamadığı tefsiri İşarâtü’l-İcâz fî Mezânni’l-İcâz, onu okumuş olan ehl-i ilmin takdir edeceği üzere ikmal edilemediği için hayıflanılan bir eser-i muhalleddir. Tefsir, her ne kadar Arapça olarak ve Cumhuriyet öncesi dönemde telif edilmiş bulunsa da Cumhuriyetin ilk yıllarında ciddi bir teveccühe mazhar olması, ardından (1955) Abdulmecid Nursî tarafından dilimize kazandırılması ve aynı teveccühün halen devam ediyor olması hasebiyle İşarâtü’l-İcâz’ı telif Türkçe tefsirler zümresine de dâhil edebiliriz. Çünkü tefsirin Abdulmecid Nursî tarafından hazırlanan tercümesi bizzat Bediüzzaman tarafından görülmüştür. Eğer üstadın kaleme aldığı kısımdaki usûl ve izahâtının tüm âyetlere tatbiki nasip olsaydı, İşarât’ın ciddi bir hacme baliğ olacağı anlaşılmaktadır. Said Nursî’nin Risale-i Nûr külliyâtı başlı başına konulu tefsir hükmünde olmakla beraber o, İşarâtü’l-İcâz’da isminden de anlaşılacağı üzere işarî izahatlarla mütekâmil tam bir tefsire başlamış, buna niyetlenmiştir. Diğer çalışmalarının tümünde merkeze aldığı akide ve iman bahislerinden de malum olunduğu üzere Said Nursî itikadî mevzulara dair ciddi bir arkaplan ile konuşmakta ve meselenin sadece avamî boyutu üzerinde değil, havasa, ehl-i ilme hitap ederek ve disiplinler arası birleşim noktalarında da -mantık, tasavvuf vb.- konuşmaktan imtina etmemektedir. Her eserinde olduğu gibi bu eserde de lisan-ı ilmî ve edebî hakimiyeti oldukça üst düzeydedir. Kısa bir mukaddimenin ardından Mushaf tertibi üzere Kur’ân-ı Kerim’in tefsirine başlayan Bediüzzaman, tefsirini Bakara sûresinin 33. âyet-i kerimesine kadar sürdürebilmiştir. Nâtamam bir tefsir olmasına karşın İşarâtü’l-İcâz üzerine Muhammed el-Kersî tarafından bir şerh çalışması yapılmaktadır. Said Nursî merhum döneminin en önemli meselesi olarak kabul ettiği imanın muhafazası anlayışının neticesi olarak, tüm eserlerinde ve tefsirinde daima itikadî izahat ve tashihâtın üzerine titrediği görülmektedir. O, tefsiri özelinde konuştuğumuzda Ehl-i Sünnet sınırlarına riayet konusunda daimî bir hassasiyet içerisinde olmuştur. İtikadî beyânlarını serdederken Eşarî yahud Mâturîdî mezheplerinden birini takip etmekten ziyade meseleye bağlı olarak bu iki mezhep arasında geçiş ve tercihlerde bulunmuştur denilebilir. Ehl-i Sünnet dairesi içerisinde zamanın yaralarına merhem olacak itikadî izahatları sunmaya gayretkâr olmuştur. Bazı meselelerdeki aklî izahatları çok değişik yollar ve misallerle takviye etmesi, şüpheleri bertaraf edecek naklî referanslardan mahrum olmaması, kadim literatüre vukufiyet ve hürmeti vb. özellikler tefsirin müspet niteliklerindendir. Tüm bu müspet hususiyetlerine karşın İşarâtü’l-İcâz’da izaha muhtaç olduğunu düşündüğümüz tek husus Bakara sûresinin 7. âyet-i kerimesini tefsir ederken Bediüzzaman’ın zikrettiği şu ifadelerdir: “Suâl: Pekâlâ, (kâfire) ebedî ceza hikmete muvafıktır; kabul ettik. Amma merhamet ve şefkat-i İlâhiyeye ne diyorsun? Cevâb: Azîzim! O kâfir hakkında iki ihtimal var. O kâfir ya ademe gidecektir veya dâimî bir azâb içinde mevcûd kalacaktır. Vücûdun -velev cehennemde olsun- ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir hükümdür. Zira adem, şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musibet ve ma’siyetlerin de merci’idir. Vücûd ise velev cehennemde olsa, hayr-i mahzdır. Maahâzâ, kâfirin meskeni cehennemdir ve ebedî olarak orada kalacaktır. Fakat kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkâk etmiş ise de, amelinin cezâsını çektikten sonra, ateş ile bir nev’i ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden azade olur. O kâfirlerin dünyada yaptıkları a’mâl-i hayriyelerine mükâfaten, şu merhamet-i İlâhiyeye mazhar olduklarına dair işârât-ı hadîsiye vardır.”[1] Yukarıda gördüğümüz gibi vurgulanan cümlede, kâfirlerin cehennem azabı ile ülfet kurarak ilk azablarından azade olan yani hafifleyen bir cezaya muhatap olacaklarına delâlet eden bu ifadelerini, mezkûr pasajın sonunda ‘işârât-ı hadîsiye vardır’ diyerek nassa bağlamış gözükse de üstad bu konuda hangi hadis-i şerifin var olduğunu açıkça söylememektedir. Bu satırlar izaha muhtaçtır çünkü; Bediüzzaman’ın söz konusu ifadesi cehennem azabının herhangi bir surette hafifletilmeyeceğini bildiren; “Bunlar ahireti, dünya hayatına satmış kimselerdir. Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve kendilerine bir yerden yardım da gelmez.” (Bakara, 2/86) meâlindeki gibi muhkem âyetlere muvafık değildir.  TE'LİF KEYFİYETİ Müellifi tarafından eserin başına konulmuş mukaddimelerde, te'lifinin keyfiyeti hususunda mealen şöyle denilmektedir: (İşarat'ül İ'caz tefsiri, Birinci Cihan Harbinin ilk senesinde ve harp cephesinde, hiçbir me'haza veya başka kitaba müracaat edil­meden te'lif edilmiştir. Harpte cihadın mecburî vazife ve hizmetle­rinden başka, birkaç sebebe binaen gayet muhtasar ve îcazlı yazıl­mıştır. Fatiha ile tefsirin ilk yarısı daha da mücmel ve muhtasar kalmıştır. Birinci sebep: Yazıldığı zaman, izaha imkân vermiyordu. Hem zaten eski Said îcazlı konuşurdu. İkincisi: Kendi çok zeki olan talebelerinin fehim derecelerine göre düşünüyor, başkalarının anlamasını nazara almıyordu. Üçüncüsü: Kur'an'ın nazmında bulunan en dakik ve en ince ve îcazlı olan î'cazı beyan ettiği için, kısa ta'birlerle ifade etmeye mec­bur oluyordu. Dördüncüsü: Ayetler'in gizli nükte ve ince işaretlerini beyan ettiği için,ona göre tabirlerini de ince düşünmüştür.) Hz. Müellif'in VAN HORHOR MEDRESESİ talebelerinden merhum şe­hit (1) HAMZA Efendi'nin bu mevzudaki bir beyanı ve bir ifadesi: "İŞARAT-ÜL İ'CAZ FÎ MAZANİL ÎCAZ" namındaki tefsir-i şe­rifi, şimdiye kadar o menhecde te'lif olunmuş bir tefsir mevcut değil, hatta di­yebilirim ki; karihasının mahsulundan başka, evkaf malını dercetmemiştir. Hz. Üstad bu tefsiri te'lif etmeden evvel, halka-i tedrisinde bulunu­yordum. Kelâm-ı Kadimi eline alıp Kürtçe takrir ederdi. Hiçbir kitaba veya tefsire bakmazdı. Arkadaşlarımızdan "Molla Habib" namında bir Efendi Kürtçe not tutardı. Çok devam etmeden Harb-i Umumî başladı. Bediüzzaman Said Efendi muharebe esnasında, Cephe-i Harpte me'haz olarak yalnız o notlara malik olduğu halde; Elyevm (bugün) "Ev­kaf-i İslâmiye" matbaasında tab'ıyle iştigal ettiğimiz bu kitabı te'lif et­miştir. –Hamza– (2) İşte bu ifadelerden anlaşılıyorki: Hz. Üstad Bediüzzaman, İşarat-ül İ'caz'ın mukaddematına Birinci Cihan Harbinden evvel başlamıştır. Hatta bu tefsire mukaddeme olarak yazdığı Türkçesi "Muhakemat", Arapçası "Reçete-ül Ülema" eserini 1910 da te'lif eylemiş, sonra 1911 de İstanbul'da tab'ettirmişlerdir. Daha sonra, –Hazret-i Müellif'in az üstteki ifadesinde geçtiği üzere– Birinci Cihan harbinin birinci senesi 1330 Rumî – 1914 Miladî ve sonraki yıllar içerisinde, harp esnasında Arapça olarak te'lifinin müsveddesi tamamlandığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu mevzu'da, Müellif Hazretleri çok zaman sonra yazdığı bir Risalesinde şöyle demektedir: "...Harb-i umumîde en müdhiş bir vaziyete giriftar olmuştum. İşarat-ül İ'caz'ın müsvedde-i evvelisi düşmanın elinde parça parça ol­muştu...(3)"
İşaratü'l İ'caz
İşaratü'l İ'cazBediüzzaman Said Nursî · Rnk Neşriyat · 20191,832 okunma
60 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.