Herkes ve Hiç kimse için Bir Kitap.
Ne demek ki şimdi bu?
Yani şimdi böyle beylik laflar edeyim de okuyucu etkilensin diye mi yazmış bunu kitabın ilk sayfasına?
Unutulanlar unutanları asla unutmazlar gibi bir laf!
Hehe.
İlk okuduğumda tam da böyle söylemiştim.
En başta; Nietzsche okumak roman ya da hikaye okumaya hiç benzemiyor. Yapılan şeyin “okuma”ya benzediğini söylemek de bana gayet isabetsiz geliyor nedense. Bu filozofun yazdıklarıyla cebelleşmek, mücadele etmek gibi kitaplarını okumak. Nietzsche okunması kolay bir filozof değil demek bu adamı ve söylediklerini anlamak için verilen çabayı çok hafife almaktır. Nietzsche neredeyse bilinen tüm sistemleri ve teorileri eleştirmiş veya reddetmiş, gerçeğin doğruluğunu ve felsefi tartışmalarda doğrunun son söz olması gerektiğine bile şüpheyle yaklaşmış bir asi. Böyle Buyurdu Zerdüşt hayatımın birden fazla döneminde okuduğum ve her defasında bana kendimi bir rakiple fikirsel mücadeleye girmişim gibi hisettiren bir eser. Tabi, bu rakip dünyanın en zeki filozoflarından birisi olunca işler zorlaşıyor…
“…..
Deli bir adam kasaba pazarının ortasında, gündüz vakti elinde bir fenerle koşmakta ve bağırmaktadır; ‘Tanrı nerede?’ Herkesin deli diyerek uzaklaştığı bu adam karşısına çıkan herkesi çevirip bağırır ‘Tanrı öldü! Onu biz öldürdük. Katilleri biziz. Sen! Ben! Biz! Umursamazlığımız öldürdü onu! Rahat yataklarımız, miskinliğimiz öldürdü!’ “
Yukarıda yer alan pasajda geçen ‘Tanrı öldü’ lafını anlayabileceği en yanlış şekilde anlayıp Zerdüşt okudum demek cesaretini gösteren her yarı eğitimli şahıs Nietzsche için ateist ya da nihilist yakıştırması yapmıştır, yapmaktadır ve yapacaktır da. Bu yüzden okuması zor, anlaması çok daha zor.
Nietzsche okumaya başlamadan önce felsefeyle ilgili temel birkaç şeye vakıf olmak gerektiğini düşünüyor olsam da bu filozofun herhangi bir sistemi olmadığını ve varolan bütün sistemlerden aykırı bir yerde durduğunu düşünürsek diğer filozofların da, düşüncelerinin de etraflıca bilinmesi gerektiğini söyleyemem. Ama Nietzsche okumaya hangi kitabından başladığınız gerçekten önemli. “Ecce Homo” ve “İyinin ve Kötünün Ötesinde” gibi nispeten daha somut ve açık konuşan bir dil kullandığı kitaplar başlangıç için çok daha uygun. Bana sorarsanız özellikle Ecce Homo mutlaka ilk okunan kitap olmalı.
Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü ilk okuduğumda 18 yaşındaydım ve hakkında lisedeki felsefe dersinde okuduğum 3-4 satırlık yazının dışında hiçbir şey bildiğim de yoktu. Ne yalan söyleyeyim, en fazla 3 bölümü okuyabildiğimi ve okuduğumun da yarısından fazlasını anlamadığımı, üstüne bir de Nietzsche’nin de ne yazdığından bihaber, kafası karışık ve kendisiyle çelişen, abartılmış bir gösteriş meraklısı olduğunu düşünmüştüm. Yıllar sonra, tecrübe edindikten sonra, ancak üçüncü okuyuşumda bu eserin Nietzsche’nin magnum opusu olduğunu idrak edebildim ve diyebilirim ki kesinlikle ilk defa Nietzsche okuyan birisi bu eseri eline almamalı. Böyle yaparsanız ne Nietzsche’yi anlayabilirsiniz ne de eserin hakkını verebilirsiniz. Daha çok kafanız karışır ve büyük ihtimalle eserin sonunu da göremezsiniz.
Başkahraman Zerdüşt gayet belli belirsiz bir kimliği olan ve son derece alegorik bir karakter. Sözleri bilmeceler ile dolu. Bu karakteri yaratan Nietszche ile ilgili bilginiz yoksa Zerdüşt’ün sözlerini, metaforlarını, kelime oyunlarını da çok yanlış anlayabilirsiniz.
Nietzsche ile ilgili en popüler yorumlardan birisi şu; Nietzsche’yi tamamen okudum diyebilmeniz için yazdığı bir cümlenin tam tersini başka bir eserinde bulmuş olmanız gerekir. Bu çelişkiler kimi zaman önemsizdir, kimi zaman ise çok önemlidir.
Herhalde her okur, okuduğu kitabın anlatmak istediği her şeyi bir çırpıda ve açıkça anlatmasını istiyordur. Nietzsche bu isteğe olabildiğince karşı hareket ediyor. Bildiğim kadarıyla öncüsü olduğu post-modernizmin ilk işaretleri de okuyucuya fazlasıyla hissettirdiği bu tavrında saklı zaten. Anlatılanlara dair en önemli, en temel şeylerin gözümüze sokularak aktarılmaması gerektiğine, “daha az kelimeyle daha çok şey anlatmanın” önemine inanan, bu yüzden şiirsel bir dil kullandığı yerlerde okuyucunun bir üst akla, bir yüksek kata kendi kendine ulaşıp gizemi kendisinin çözmesi gerekitğine inanan bir yazarın eserinde alegorileri görmek bu yüzden çok olağan. Tam da bu yüzden işte, Nietzsche okumak hem çok zor, hem de çok eğlenceli. İmgeler ve metaforlar sizi eğlendirirken bunların felsefede nereye oturduğunu bulmak da kafa karışıtırıyor.
1871 yılında Carl von Gersdorff’a yazdığı bir mektupta şöyle diyor Nietzsche;
“Din ve felsefede sessizliğini belli noktalarda koruyabilmek asil bir sanattır. ‘Kelime’ tehlikelidir –ve konu din yada felsefe olduğunda konuşulanlar çoğu zaman doğru değildir. Söyleyemeyebileceğimiz çok şey var ve özellikle dini ve felsefi konularda bunlar bizim mahremimiz gibidir. İnancımızın ve fikriyatımızın mahremleri, kökleridir o sözler; işte tam da bu sebeple gün ışığına çıkarıp göz önünde gezdirilmemeleri gerekir.”
Eserin tam ortasında yer alan bir tema var; Tanrının ölümü. Bu olguya 4 semavi din yada diğer metafizik inançların tanrılarının can vermesi olarak bakmak tam olarak Nietzsche’nin ifrit olduğu cahillik tipidir. Tanrının ölümü Nietzsche için kültürel bir olgudur.
Zerdüşt insanların kalbindeki Tanrı inancının günden güne azaldığını görür fakat bu inancın yerine insanları motive edecek başka bir inanç gelmemektedir. Zerdüşt’ün kasabasında yaşayan insanlar ilerleyen zamanla birlikte “Son İnsan” olmaktadır. Son insan ifadesi olabildiğince uysallaşmış ve huzur içinde, hiçbir şeye karışmadan var olmak isteyen insan tasvirini karşılar. İnsanoğlu taştan evler yapmış, ateş ve suyu bu evlere taşıyıp güvenliğini ve beslenme ihtiyacını karşılamış, polislerle, hakimlerle adaleti sağlayıp yolun sonuna gelmiştir. Huzurlu, tembel, korkak ve çekimser olan bu insan modernizm ile yolunu bitirdiğini düşünmektedir.
Zerdüşt ise Son İnsanın karşısına, onun antitezi olan “Ubermensch”’i, yani “Üst İnsan”ı koyar. İnsanlar için yeni bir amaçtır Ubermensch. Modernizm ile biten yolun devamıdır. Huzursuz, ter içinde, korkusuz ve amacına odaklanmış bir yaratıktır Ubermensch.
Tanrının ölümünden sonra ortaya çıkan en mühim soru ise şudur; Tanrının öldüğü, ahlaki ve felsefi ve hatta dini sınırların ortadan kalktığı bir kültürün içinde nasıl olacak da sağlıklı ve büyüyen bir toplum yeniden inşa edilebilecektir?
İşaret edilen ideal topluma ulaşmak için herkesin seferber olması gerekir. Bu yüzden herkes için bir kitaptır. O ideal topluma ulaşmanın imkansızlığı ise ortadadır. Bu yüzden de hiç kimse için bir kitaptır.
(Önceki incelememi beğenmemiştim. Üzerine biraz uğraşarak bunu yazmak istedim ve sonuçtan memnunum. Bazı yerlerde internetten yardım aldım fakat bu minimum düzeyde. Keyifli okumalar)