Felsefi ve mantıksal tartışmalar yapma gereği duymuyorum. Nasıl yaşamak istediğimizin akıl ve mantıkla ilgili ama aynı zamanda bunları aşan bir konu olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir otoritenin bana ne yapacağımı söylemesini istemiyorum. Davranışımın özellikle tehdit ve güç yoluyla değiştirilmesini istemiyorum. Doğam gereği otoriteden ve benim refahımı benden daha iyi bildiklerini düşünenlerden her zaman nefret etmişimdir. İş ve ilişkiler gönüllülüğe dayanmalıdır. İnsanların ancak diğer insanlarla ilişkilerde gönüllülük varsa özgürce kendi kararlarını verebileceklerine inanıyorum. Daha iyi bir dünya inşa etmek ya da daha ahlaklı bir insan olmak için liberal olmadım, marksist olma nedenim tam olarak bu olsa da. Sadece hayatımla ilgili kararlar vermek istiyorum ve bu kararları özgürce vermek istiyorum. Kararlarımı başka bir otorite benden talep ettiği için, iyi ya da kötü, toplum için yararlı ya da yararsız olduğu için değil, bireysel mutluluğum için vermek istiyorum. Bireyin toplum için fedakarlık yapmasını istemiyorum ve "kolektifin bireyden daha önemli olduğu" anlayışını kabul etmek mantıksız. İnsan türüne baktığımda, diğer insanların müdahalesinden, özellikle de güç kullanımından özgür olmayı istemenin insan doğasının bir parçası olduğunu görüyorum. Müdahaleden kurtulma arzusu yemek, içmek ve nefes almak kadar doğaldır. Zamanla bireysel özgürlüğe izin veren siyasal teoriler arasında liberalizmin ön planda olduğunu düşünmeye başladım, ne kadar inkar etmeye çalışsam da gerçekler önümdeydi. Bireysel özgürlük deneyimi ve bireysel özgürlüğe müdahaleye karşı direniş duygusu doğamızın özünde yer almalıdır. İnsanlar duygusal tepki vermedikleri hiçbir fikre değer vermezler. Özgürlük duygusu olmadan özgür birey ve özgür toplum olmaz. Özgürlük duygusunun olmadığı bir ortamda devletin bireyleri feda etmesi normal karşılanır. Özgürlüğün var olabilmesi için devletten ve diğer otoritelerden özgürlük duygusunun olması gerekir. İnsan duygu ve düşünceleriyle özgürlüğü istemelidir. Her insanın hayatının sahibi olduğunu hissetmesi ve düşünmesi çok önemlidir. Bu duygu ve düşünce, özgürlüğün bireyler tarafından duygusal, entelektüel ve davranışsal düzeyde benimsenmesi gerektiğini, aksi takdirde özgürlüğün şansının çok az olduğunu veya hiç olmadığını düşündürmektedir. Zamanla özgürlüğün duygusal, ahlaki ve rasyonel temellerinin liberal toplumla özdeşleştiğini farkettim. Şunu söyleyebilirim ki, ilk başlarda liberal olduğumu düşünmek bana görüş değiştirmek değil, savunduğun değerleri yok sayma, düşman saflarına katılma duygusu veriyordu, görüşlerimi sorgulamakta uzun süre tereddüt ettim. Her zaman ideolojileri eleştirel bir şekilde araştırdım ve dogmatik olmaktan kaçındım. Fikirler dünyayı yönetir, ancak fikirleri hayata geçirmek güçlü bir inanç, muhakeme ve sürekli pratik gerektirir. Liberal toplumlarda özgürlüğün her zaman ve her yerde vazgeçilmez olması bana her zaman çekici gelmiştir. Irk, din, dil, cinsiyet, coğrafya ve kültür ne olursa olsun bütün insanlar her zaman özgürlük istemiştir. Özgürlük tüm evrensel hedeflerin ortak zeminidir. Barış, mülkiyet ve adalet ancak özgürlükle mümkündür. Özgürlük olmadan konuşacak insani hiçbir şey yoktur. Bireysel özgürlüğün, ekonomik özgürlüğün, serbest ticaretin ve saldırgan olmayan bir dış politikanın, dünyayı insanların yaşaması için daha iyi bir yer haline getirmek için yeterli olduğuna inanıyorum. Özgürlük, gerçek bir insan hayatı yaşayabilmek için vazgeçilmez bir değerdir. Özgürlükten vazgeçmek hem hayattan hem de insanlıktan vazgeçmektir. Uzun bir öz hesaplaşmadan sonra kendimi liberal olarak tanımlamayı doğru buluyor, özgürlük ve liberalizmin benim için eş anlamlı olduğunu anlıyorum. Özgürlüğün insan yaşamının temel değeri olduğuna ve yalnızca liberal bir toplumda özgür insanların yaşayabileceğine inanıyorum. Sanırım bu kadarı yeterli.