Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Aşkın doğrudan değil, imayla belli edildiği, bu imaları anlamak için gereken özgüveninin bir hayli eksik, insanların şimdikinden daha az özgür ve daha fazla utanma duygusunu taşıdığı zamanlarda.. Aralarında yeni yeni filizlenen duygularla birbirine karşı birtakım duygular besleyen kızlı erkekli bir grup, bünyesinde, baktığı fallarla gençler arasında filizlenen ama dile getirilmeyen duyguları açığa çıkararak çöpçatanlık yapmasıyla ünlü bir falcıyı barındıran bir kafeye gittiler. Masalarına oturdular ve hepside garsondan birer kahve getirmesini istediler. Kahvelerini içtiler ve yan masada fal bakan falcının işini bitirip, fallarına bakması için masalarına gelmesini beklediler. Herkeste birbirine belli etmemeye çalıştıkları bir beklentinin neden olduğu bir heyecan vardı. Bir kişi hariç, Fırat. Fırat'ın hiçbir beklentisi yoktu. Fırat derin duygular beslediği Güler'le birlikte olmalarına yardımcı olacak bir falcıdan medet ummayı kendine yediremeyen, bunu korkakça bulan ama duygularınıda açıkça dile getirecek cesaretide olmayan biriydi. Gençlik böyle bir şey işte. Kararsızlıkların, ikilemlerin, çelişkide kalmaların çağı. Bu yüzden çok huzursuzdu ve sinrliydi Fırat, bu duruma birazda karşısında oturan Güler'in fal baktırmak için çok istekli olmasıda yol açıyordu. Masadan kalkıp gitmek isterdi, bu gücü kendinde bulmayı ama Güler'in varlığı karşısında kendini ondan ayrılamayacak kadar aciz hissetmesi onu orda tutuyordu. Derken yan masadaki işini bitiren falcı masalarına geldi ve masadaki herkesi şöyle bir süzdü. Bu işinin gereği yaptığı bir şeydi. Kimin kimden hoşlandığını, kimin kimden nasıl bir beklentide olduğunu bilmesini sağlayan duygular apaçık ortadaydı, hatta ilk bakışta çoğu kimsenin bile anlamayacağı şeyleri bile anlamasını sağlayacak tecrübeye fazlasıyla sahipti. Çünkü bu falcı birçok defa aşık olmuş ve hepside karşılıksız kaldığından aşkın en derin acılarını dibine kadar yaşayan biriydi. Aşkı çekene derdi bilene sor dememişler boşuna. O da bu çektiği ve bildiği şeyleri gençlere faydalı olmak için kullanıyordu. Kimsenin kendi gibi acı çekmemesini, aşıkların kavuşmasını canı gönülden istediği için, falcılığı iki aşığın birbirine kavuşması için gereken köprü görevini üstlenmeyi misyon edinerek icra ediyordu. Birçok aşığın yolları bu fallarla kesişti, birleşti. Bu yüzden bu mekan aşıkların mekanı olarak biliniyor ve aşıklar için çok saygıdeğer bir yer olarak kabul ediliyordu. Kahve fincanlarından birini alarak işine başladı. Şöyle biri var böyle biri var çok yakınında, diye birbirine karşı duygular besleyenleri ve birbirinden beklentide olanlara birbirini tarif ettiği, bu kişinin en doğru kişi olduğunu belirten ve buna benzer şeyler söyleyerek aşıkların birleşmesini kolaylaştıran sözlerle devam eden bir yığın fal. Fırat ve Güler dışında tüm masadakilerin falına bakmış ve herkesi çokda göstermek istemedikleri bir sevince sokmuştu falcı. Kalan işinide bitirmek için Fırat'ın fincanına uzandı ama Fırat elini fincanın üstüne koyarak, hayır ben baktırmıycağım dedi. Masadaki herkesin dikkati bir anda Fırat'a yöneldi, herkes şaşırmıştı. En çokda Güler. Ve herkes bir açıklama talep eder gibi Fırat'a bakıyordu. Fırat bu ana kadar içsel bir mücadele yaşamış, huzursuz olmuştu. Çünkü dışardan bakıldığında masadakilerin hali çok bayağı ve komik görünüyordu. Kendini bu durumda görmeye katlanamazdı. Zaten aşkın doğasında olan aşık olduğu karşısında aciz oluşu yeterince gururunu kırıyor, bu duygulardan kurtulmak için mücadele ediyordu. Ama maalesef gücü yetmiyordu. Daha fazla mücadele etmenin anlamsız olduğunu anladı ve bu acizliğini kabul etti. Artık kararsız değildi, kararını vermişti. Ve herkesin ondan beklediği açıklamayı şu sözlerle yaptı. Ben benim üzerimde herhangi bir gücü olmayan, karşısında kendimi aciz hissetmediğim birinin benim gelecekte yaşayacağım şeyleri bilebilmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Bunu ancak karşısında kendimi aciz hissettiğim, beni vereceği bir kararla hayatımı büyük bir sevinçle kolaylaştırabilecek olanın, ya da vereceği bir kararla beni büyük üzüntülere sevk edip hayatımı hayli zorlaştırabilecek olanın yapabileceğini düşünüyorum. Tıpkı bir kralın ülkesindeki herhangi birinin kaderi belirliyebilmesi gibi. Bu masada kendimi karşısında aciz hissettiğim, hayatımı belirlemeye, hayatımı kolaylaştırmaya ya da zorlaştırmaya gücü yetecek tek bir kişi var, Güler... Ever Güler sensin kendimi karşısında aciz hissettiğim, üzerimde gücü olan kişi. Bu kadar kişi içinde söylemesi zor olsada seni seviyorum ve seninle birlikte olmak istiyorum. Geleceğimi belirleyecek olan karar senin iki dudağının arasında. Karar senin. Tüm masadakiler falcıda dahil ama en çokda Güler bu konuşmadan etkilenmişler, hayran hayran Fırat'a bakakalmışlardı. Bir anda kendilerine geldiler ve Güler'in ne cevap vereceğini öğrenmek için dikkatlerini Güler'e çevirdiler. Zaten Fırat'a karşı buraya gelmedende önce güçlü duygular besleyen Güler bu konuşmanında üstüne, bende seni seviyorum demekten başka bir şey diyemezdi ve demedide. Ve Fırat ve Güler sevgili oldular. Ama çok sürmedi. Fırat o kadar idealize etmiş, o kadar mükemmel bir varlık haline getirmiştiki Güler'i hayallerinde, Güler'in Fırat'ın hayallerindeki kişiliğin içini doldurması imkansızdı. Hal böyle olunca, Fırat'ın Güler karşısında yaşadığı güçsüzlük, acziyet yerini Fırat'ın kendini daha güçlü hissettiği, acizliğinden kurtulduğu, ve bunun yerinede Güler'in Fırat'ın karşısındaki gücünü yitirdiği ve aciz kaldığı bir durumun yaşandığı bir süreç başladı. Fırat ayrılmayı düşünüyor, Güler'se Fıratsız bir hayatı artık yaşayamacağını. Fırat ayrılma kararını vermiş ve bunu hemen şimdi Güler'e söylemeyi. Bu karar ne kadar zor ve acımasız bir karar gibi dursada, söylemesi hayli güç olsada, bunu yapacak motivasyonu verende aşkın kendisidir. Zamanında yaşanılan duygulardan, karşındaki kişinin karşısında aciz kalmalardan duyulan bir utancın ve hayalindeki kişiyle gerçekteki kişiliğin uyuşmazlığı yüzünden kandırılmışlık hissinin verdiği bir acımasızlığın kişiye intikam almaya benzer duygular aşılaması bu zor kararı kolayca almasını ve yerine getirmesini sağlıyor. Fırat ayrılmak istediğini Güler'e söyledi ve Güler'in dünyasını başına yıktı. Birlikteliklerini sürdürmek için yalvardı yakardı Güler ama Fırat kabul etmedi. Aradan yıllar geçti... Fırat hep Güler'le yaşadığı o ilk aşkı referans alarak, hayatın içinde düşünmek için verilen kısa molalarda, aşk üzerine düşüncelere dalıyordu. Yine böyle molalardan birindeydi. Hayatını şöyle bir gözden geçirdi. Geçen zaman içinde birçok birliktelik yaşamış ve aşk konusunda hep hüsrana uğramıştı. Duygulara güvenilemeyeceğini öğrendigi bir hayattı onunkisi. Aşkın yalan değilsede anlatıldığı gibi olmadığını, kutsal olarak kabul edilemeyeceğini düşünüyordu. Kimilerininde iddia ettiği gibi gelip geçici bir şey olduğunuda düşünmüyordu. Sürebilirdi aşk, kalıcı bile olabilirdi hatta. Ama bazı durumlara, şartlara bağlı olarak. Tekrar düşünmekte, aşk üzerine düşüncelerini toparlamakta fayda vardı. Neydi aşk? Nasıl bir şeydi? Güler'le olan aşkını referans alıp düşünmeye başladı. Güler'e karşı hissettiği duygularını ve aşkını iki döneme ayırdı. Çünkü bu iki dönemde hissedilen şeyler çok farklıydı. Birinci dönem; zamanın şartları yüzünden insanların birbirini tanımasının kolay olmadığı ve hatta imkansız olduğu bir dönemde, karşımızdaki kişinin karakterine dair bilmediğimiz boşlukları, özlemlerimizden ve hayallerimizden kaynaklanan beklentilerin neden olduğu bir umutla, özlemlerimize ve hayallerimize uygun bir şekilde, birtakım varsayımlarla dolduruyoruz. Bu gerçekliğin çarpıtıldığı bir süreç. Bu çarpıtılmış gerçekliğe olan duygular çok güçlü. Bende diye düşündü Fırat , özlemlerimle ve hayallerimle özdeşleştirdim Güler'i. O yüzden ona karşı duygularım çok güçlüydü, o yüzden acizdim karşısında. Halbuki olmayan kişiye duyulan duygulardı onlar. Ama dediğim gibi çok güçlü duygulardı. Deneyimlenmeyen, yaşanmamış bir gerçekliğin neden olduğu duygular. Platonik aşk dedi bu döneme ve aşkın en çok güçlü duygular ürettiği dönem olarak kabul etti bu dönemi. İkinci dönem; ifade edilen duyguların karşı taraf tarafından kabul edilmesiyle başlayan birlikteliğin başladığı, gerçeklikle yüzleşildiği dönem. Fırat hayalinde yaşattığı Güler'e karşı duyduğu hislerden, karşısında yaşadığı güçsüzlükten, acizlikten, Güler'in hayallerindeki halinden hayli uzak olduğunu anlamaya başlamasıyla sıyrılmaya başladı. İlişkinin ilk zamanlarında Güler'in Fırat karşısında güçlü olan konumu yerini Fırat'ın kendini daha güçlü hissettiği, Güler'in ise kendini daha güçsüz ve aciz hissettiği bir duruma bıraktı. Güler'in bu değişen durumdan doğan duygularıyla, ilişkiden önce ve ilişkinin en başında olan duyguları arasında ciddi bir fark vardı. Burda durup biraz düşündü bunun üzerine. Duygular nedenlerini farklı gerekçelerden alabiliyor ama yinede nedenler görmezden gelinerek bu oluşan duygulara aşk denilebiliyordu. Halbuki aşkın nedeni kendi olarak gösteriliyor, kutsal bir şeymiş gibi yansıtılıyordu. Aşk gerçekliğe dönüşüp, çiftler beraber olmaya başladığında hissedilen duyguların farklı gerekçelerden doğduğu bir süreçte başlamış oluyordu. Hiçbir şey durağan, statik değildi. Aksine dinamik bir süreçti ve aşk denilen duyguları doğuran nedenler çeşitlilik gösterebiliyor, farklı farklı nedenlere göre oluşabiliyordu. Her bir farklı nedenede aşk deniyordu, bir yanlışlık vardı. Güler'in duygularını ilişki öncesi ve ilişkinin başında doğuran nedenler yerini artık; Fırat'ın kendini Güler karşısında daha güçlü hissetmesiyle, bunun akabindede Güler'e karşı daha umursamaz olmasıyla, Güler'in bu değişen konum farkında kendinde hata aradığı, kendini aşağılanmış hissettiği, değersizlik duygusu yaşadığı için kendini yeniden güçlü hissetmek istediği bir amaca bırakmıştı. Kendi değerini Fırat'ın bakış açısıyla ölçüyor ve kaybettiği değeri Fırat'ın vereceğini düşünüyordu bilinçaltında. Bu durumda duygular doğuruyor ve nedeni çok açık olmadığı içinde hissedilen duygulara aşk deniyordu. Nedenini bilmediğin hiçbir şeyle mücadele edemezsin, yapısını bilmediğin bir durumun üstesinden gelemezsin. Güler nedenini anlamadığı bir duruma karşı boşuna bir mücadele gösteriyordu. Haddinden fazla Fırat'ın üstüne düşüyor, ilgi gösteriyordu. Halbuki bu durum Fırat'ı dahada Güler'den uzaklaştırıyor, Fırat'ın ayrılık kararı almasını hızlandırıyordu. Fırat'ın gözünde dahada değersizleşti Güler, ve ne kadar değersizleşirse o kadar kendini değersiz hale getirecek şeyler yapmaya devam etti. Artık iki taraf arasında birinin inanılmaz güçlü, diğerinin inanılmaz bir acziyet içinde olduğu bir hiyaraşi oluştu. Güçlü olmak duygulara bağışık, umursamaz ve acımasız yaparken, güçsüz olmak ve acziyet içinde olmakta güçlüye karşı güçlü ve derin duygular beslenmesine neden oluyordu. Ve ayrılık kaçınılmazdı. Fırat için Güler'in, hayalindeki Güler'in içini dolduramaması sebepti. Kendi açısından şöyle bir tespitte bulunabilirdi, hiç kimse o duygulara layık olduğunu göstermediği için aşk duygusunu kaybetmişti, gerçekliğin hayallerle uzlaşamaz yapısı yüzünden yani. O yüzden duyguları kaybolup gitmişti. Peki, kendi açısından durum böyleyken, Güler açısından nasıldı? Onun duyguları Fırat'a karşı silinmemişti, hatta ilişkinin süreci içinde dahada güçlenmişti. Ama bu duyguları yaşatan, silinmesini engelleyip dahada güçlenmesini sağlayan şey, Güler'in Fırat karşısında gücünü giderek daha fazla yitirip Fırat karşısında aciz duruma düşmesiydi. Bu güçsüzlüğün ve kendi değerini onun bakış açısında değerlendirmenin yarattığı duygulardı. Demekki aşk, iki durumda varlığından söz ettirebiliyordu. İlki, gerçekliğin çarpıtıldığı, deneyimlenemeyen ve gerçeklerle yüzleşilmediği bir durumda. İkincisi ise, yaşanmaya başlanan bir gerçeklikte, oluşan güç dengesinin aleyhine olduğu, karşındaki kişinin karşısında kendini aciz hissettiğin ve kendi değerini karşısında aciz kaldığın kişinin bakış açısında değerlendirdiğin bir durumda. Bu durumda diye düşündü Fırat, aşk kendi nedenlerini kendinden almayan, başka hallerin ve eksikliklerin neticesinde doğan duyguların nedenleri belirlenmeksizin neden olarak aşkın kendisinin gösterildiği anlamı saptırılmış bir kavram. Böylesi bir şey kutsal olarak kabul edilemez. Eksikliklerden, zayıflıklardan doğan duygular yüceltilemez. Ama yinede eski duygularını şöyle bir hatırlayınca, hangi nedenden doğarsa doğsun aşkın hissettirdiği şeyler, hayatta deneyimlenenen en derin duygular olduğu için insanın karakterini aşkın başlangıcında ve sonunda verdiği derslerle en çok belirleyen şey olduğunu kabul ederek, aşk kavramının yanlışta olsa bu yüceltilmelere layık olduğunu düşündü. Ve bu düşünceler onu yordu ve uykusu geldi... Yattı, uyudu...
·
203 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.