Gönderi

1945 Martı, daha Japonya düşmeden evvel, o günler Rus orduları ilerliyordu. Harbin sonu kesin olarak belli olmuştu. Sovyet Rusya'nın müttefikleri arasında itibarı en yüksek derecedeydi. Ufukta iki mesele vardı. Sovyet Rusya ilerledikçe, bütün komşularının kendisine dost olmalarını prensip olarak ilan etmişti. Ona göre memleketler birbiri arkasına Rus nüfuzuna giriyorlardı. Ancak, buna şunu da eklemek lazım: Sovyet Rusya'nın geleceği daha yüksekti. Çünkü, Japonya düşmemişti. Amerika'nın kafasında Japonya harbine Sovyet Rusya'nın iştiraki hayati bir menfaat sayılıyordu. Roosvelt bu fikirdeydi. Bu kadar müsait şartlar arasında biz iki ihtimal görüyorduk. Birisi, Sovyet Rusya ilerledikçe, Avrupa memleketleri karıştıkça, yeni meseleler çıkacak ve müttefikler arasında münakaşa başlayacak. Bunlar benim gördüğüm ihtimaller. Bu münakaşalar arasında bizim vaziyetimiz tekrar çok nazikleşecek. Sovyet Rusya'nın bize böyle talepler ileri süreceğinden haberimiz yoktu ve ihtimal vermiyorduk. Ancak yeni meseleler çıkacak, yeni gruplaşmalar olacak, bu gruplaşmalar içinde biz, tekrar aklımızı başımıza alarak gruplar arasında vaziyet almalıyız. Harbe girmeyelim, yeni harbe tutuşmayalım. Bu kanaat bana hâkimdi. Düşündüğüm tedbir Sovyet Rusya ile ve Anglo Sakson grubuyla, karşısında bulunan gruplarla ayrı ayrı ittifak yapmak. Bu ittifak, biri ile diğeri harbe tutuştukları zaman bir tarafla beraber olmak için değil. Bu ittifakla, onlar arasında yeni bir müsademe (çatışma) çıktığı zaman tarafsız kalmayı her ikisine şimdiden taahhüt ettirmek fikrinde idim. Zihnimde bunu tasarlamıştım. Bu politikayı takip etmeye başlamıştım. Bu politikaya Sovyet Rusya ile başladım. Müzakere başarı ile ilerledi. Neticeye varmak üzere idik. Metin TOKER: Paşam, bu politikanın bugün tarafsız diye bilinen ülkelerin tatbik ettikleri politika ile farkı ne olacaktı. İsmet İNÖNÜ: Benim düşündüğüm tarafsızlık politikasının, bugünkü tarafsız grupların politikaları ile benzer hiçbir tarafı yok. Ben iki tarafla müttefik olmayı, bizim tarafsızlığımız üzerinde müttefik olmayı ve onları taahhüde sokmayı tasavvur ediyordum. Metin TOKER: Paşam, bu tasavvurun gerçekleşmesini engelleyen ne oldu. İsmet İNÖNÜ: Bu tasavvuru engelleyen, Sovyet Rusya ile başladığımız ve çok ümitli bir tarzda cereyan eden müzakerenin Mareşal Stalin ve Molotof Hükümeti tarafından ileri sürülen taleplerle kökünden tamamen ortadan kalkması olmuştur. Bu tasavvuru engelleyen sebep, Mareşal Stalin, Mösyö Molotof Hükümeti'nin Türkiye'ye karşı hiç beklenmeyen, hiç akılda olmayan birtakım talepler ileri sürmesi oldu. Müzakere bitti. Tarafsızlığı bırak, sulh içinde yaşamak bile tehlikeye düştü. Canımızla başımızla memleketimizi müdafaa etmek çabasına düştük. Bundan sonra Sovyetler durdular ve Avrupa içinde ihtilaflar baş gösterdi. Ve Potsdam'da bizim meseleyi müzakere ettiler. Metin TOKER: Stalin neden böyle bir girişimde bulundu? İsmet İNÖNÜ: Hazır bir muvaffakiyet zannetti. Nasyonalist olarak, emperyalist olarak en eski Rus İmparatorlarından beri gelen bütün emelleri tahakkuk ettirmiş, geriye bir Türkiye kalmıştı. Onu da tahakkuk ettirmek hevesine düştü. Fakat talep ileri sürüldüğü zaman hafife alınmadı. Müttefik muhitler harpten kamilen yorgun çıkmış olan ve Rus itibarının en yüksek derecede bulunduğu bir zamanda Moskova'da toplanan kordiplomatikler kendi aralarında görüşürlerken, "Eyvah, bir memleket daha demir perde arkasına gitti" diyecek kadar taleplere mukavemeti güç görmüşlerdi. Ve Rusya maksadına erecek zannetmişlerdi. Bunu da ben tahmin etmiyorum. Sonradan Mösyö Harriman'ın ağzından işittim. Havadisi ilk duydukları zaman "Eyvah" demişler. İki gün sonra bizim reddimizi kesin olarak öğrendikleri zaman "Dünyada böyle bir memleket, bir millet de var mıymış?" diye şaşkına dönmüşlerdir. Metin TOKER: Stalin bütün emellerine nail oldu. Bir Türkiye'de başarısızlığa uğradı. Bunun izahı nedir? İsmet İNÖNÜ: Bunun izahı hadiselerle birbiri arkasına meydana çıkmıştır. Tabii ilk başında bizim kesin olarak memleketimizi müdafaa etmek kararında olduğumuzun hiç kimseye tereddüt vermeyecek surette meydana çıkmasıdır. İlk sebep budur. Demek ki bu talepleri bize kabul ettirmek için mutlaka Türkiye'yi harp ederek yenmek lazımdı. Sovyet Rusya'nın hiç muharebe etmeksizin bütün memleketleri birbiri arkasına dize getirdiği bir devrede harp ile emel temin etmek, ilk fark olacaktı. Bunu göze almak istemiyorlardı. Kendi aralarında ne sebepler olduğunu tahmin etmeye çalışmak beyhudedir. Ama bu sonradan, tarihlerde bu tarzda nitelenmiştir. Bunun yanında, mahvedilmek istenen memleketin (Türkiye'nin), müttefiklerle, yani, İngiltere'yle Amerika'yla hâlâ akten müttefik olarak bulunmalarıdır. Bunu onlara kabul ettirmek bir mesele olacaktı. Nitekim Potsdam'da Sovyet Rusya suale maruz kaldığında Mareşal Stalin, gayet sade bir surette "Türkiye bizden ittifak istedi. Biz de onun bedelini söyledik. Mesele bundan ibarettir," diye sade bir alışverişe bağlayarak çıkmak istedi işin içinden. Hakikat şudur ki, harp etmeden bu olmayacaktı. Bunu göze alacak halde değildi. Türlü sebeplerle, müttefikler, bizim böyle bir haksızlığa uğramamıza razı olmadılar. Bu ikinci sebeptir. Asıl bir sebep de sonradan anlaşıldı ki, Mareşal Stalin'in ve Mösyö Molotof'un Türkiye'ye karşı tutumları, Rus milletinin, Rus siyasilerinin vicdanında da bir haksızlık olarak görülmüştür, zannediyorum. Çünkü ondan sonra 25 sene gerginlik devam etti. Bu 25 sene zarfında, Rus sefiri M. Hizof, ben hükümette olmadığım zamanda bile, beni ikna ederek NATO'da kalmamızı tabii görerek, bunu mani saymayarak, hadiseyi unutmamız için gayret sarf etmişlerdir. Sonradan münasebetlerimizi düzeltelim politikasına tekrar girdiğimiz zaman, benim ilk geçirdiğim tereddüt, uzun müddet gergin kaldıktan sonra, tekrar Rusya ile iyi münasebet tesis etmemizin bir isteksizlikle ve tehditle karşılanacağı şüphesi idi. Halbuki işittiklerim doğru çıktı. Sovyet Rusya, Türkiye ile itimada müstenit iyi münasebetler kurmak için, arzulu idi. Fırsatı ganimet bildi. Azami derecede iyi kabul gösterdi ve münasebet devrine girdik.
Haziran 1945'te, Sovyetler Birliği, Türkiye ile 17 Aralık 1925'te imzalanan dostluk anlaşmasını yenilemek şartı olarak Türkiye'den Kars ve Ardahan'ı istedi. Ayrıca Boğazlarda hak talebinde bulundu. Đnönü'nün başkanlığındaki hüküm
54 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.