Gönderi

ŞİMDİKİ ÖYLE Mİ?..
Önceki, nasıl desem, heyecanlıydı; etrafına da bulaşan bir kıpır kıpırlığı vardı. Nasıl da kapıldım ona? Gençlik işte. Bir gün Kadıköy rıhtımında yürüyorduk. Tiyatrodan Haydarpaşa'ya doğru. Bırakın yazı, daha bahar gelmemiş. İlk tanıştığımız zamanlar. Aramızda daha yeni yeni belli oluyor bir şeyler. Rahmetli -ay rahmetli de nereden çıktı, ha ha!- seni sevdiğimi biliyorsun değil mi, dedi. Bilemem dedim işveli; hani yapılır ya, nazlanılır ya... Yaa! dedi, biliyorsun; bak atlarım suya… Söyle, söyle bakalım şimdi! Nereden bilirdim buz gibi suya atlayacağını, biraz sürdüreyim istedim oyunumu. Valla pek de belli olmaz orası diye geveledim. Dur demeye kalmadı, şaap atlayıverdi denize. Bir taraftan geberecek deli diye üzülürken bir taraftan da nasıl sevinmiştim. Beni çok seviyor diye düşünmüş mutlu olmuştum. Yapardı böyle çılgınlıklar. İçi içine sığmazdı, çok tutkuluydu. Para denkleştirip Münip Utandı’nın konserine gitmiştik. O, konser çıkışında, bu sefer utanmadı söyledi diye espriler yapıyordu. Bense Münip’i bile tanımıyordum aslında. Fakat çok da sanattan anlamaz görünmemek için biliyor numarası yaptım. Arka arkaya bir sürü parça sıralıyor, söyledikçe kendinden geçiyordu. Ona eşlik etmekte zorlanırdım, hem nereden bileyim canım ben o kadar eseri. Benimki sanat müziği diye bilinen üç beş meşhur şarkıdan ibaretti. Darılırdı bana. Parçadaki eski kelimelerin anlamını sorardı. Biraz da bilmediğimi öğrenmesinden kaynaklanacak hayal kırıklığını yaşamamak için sanırım, zaman geçmesini pek beklemeden kendisi açıklamaya girişirdi. Ekiydi, köküydü başlardı anlatmaya. Doğrusu sıkılmazdım; hoşuma giderdi heyecanlı konuşmaları, bildiklerini aktarmak isteyişleri. Mümkün olsa bütün bildiklerini bir ameliyatla kafama yerleştirirdi herhalde. Öyle severdi bu işleri. Arada yeni ezberlediği rubaileri okur, bana da ezberletmeye çalışırdı. Sanki bir bardak çay fazladan içmemi ister gibi çok doğal isteklerdi bunlar onun için. Beş dakikalık iş derdi, hadi derdi. Bazen bir yolunu bulur, konuyu değiştirir, dikkatini dağıtır beceriksizliğimi gizlemeyi başarırdım. Ama bazen de kırılmasın diye ezberlemeye çalışırdım. Sabırla yardımcı olurdu, onlarca kez tekrar eder, düzeltmeler yapardı. Ben başardıkça gözleri parlardı, çok sevinirdi. Bazen bu abartacak, kitap özeti falan isteyecek diye çekindiğim olurdu doğrusu; ama bir kere kaptırmıştım kendimi, seviyordum onu, yani sevdiğimi sanıyordum. Onu herhangi bir şeyi düşünmezken bulabilmem mümkün olmuyordu. Uçuk kaçık hayallere kapılıyordu. Oğuz Atay’ın yapamadığını yapacağım falan derdi. Bir merkep alıp köye yerleşeceğiz tamam mı diye sorardı onaylanma isteyen bir tatlılıkla. Tabiî tabiî derdim, bunların da geçici heveslerinden biri olduğunu bilerek. Şimdiki öyle mi? Valla bir sıfat bulmam gerekse düz derdim. Düz adam. Her şeyi ölçülü. Ne uçuk kaçık fikirleri var ne tuhaf hobileri. Gerçi normal hobisi de yok ya… Aman olmadığı daha iyi. Önceki en son ahşap işlerine merak salmıştı da ev marangozhaneye dönmüştü. Ne gerek var canım? Bana bir gün, bir düzine tahıl tohumu hediye etti. Bir sürü para verip farklı farklı tahılları minik cam şişelere doldurtmuş; minik şişeleri, üzerinde adımın yazılı olduğu ahşap kutudaki bölmelerine yerleştirmiş... O kadar uğraşıp emek vermiş ya... Böyle hediyelerden memnun olmamı beklerdi saflıkla. Ben ne yapayım tahıl tohumunu? Hepsiyle ilgili de birer not yazmış. Gelecekte bunlar değer kazanacak, yok bilmem ne… Doğrusu bana tuhaf gelen bu yanlarına rağmen ondaki çocuksuluğu severdim. Zaten kısıtlı olan parasını nasıl harcadığını, nereye harcadığını da pek önemsemezdi. Bazen neredeyse bütün haftalığını güzel bir yemeğe verirdi. Ben gerek yok derdim, ısrar ederdim... Olmaz, derdi. Öğrenci adamın Günaydın’da falan işi ne ama kaç kere gittik. Keyifle yerdi bifteğini. Köye gidersek güçlü kuvvetli olayım diye kendi payından birkaç dilimi de bana yedirirdi. Çatalıyla ağzıma uzatarak geri çevirmemi imkânsız hâle getirirdi. Unutup hardala bulardı bazen. Ben hardalı sevmezdim. Pardon derdi, çok sıradan bu dikkatsizliği sebebiyle kendisine ceza verir, gözü yaşarıncaya kadar bütün acı mezeleri tıkınırdı. Gözünden yaşlar akarak gülümserdi sonra. Amacı beni güldürmekti. Gülmemek de mümkün değildi doğrusu. Ama şimdiki öyle mi? Her şeyi ince ince hesaplar. Temkinli, heyecansız bir kütledir; arada hareket etmese canlı olduğunu düşünmezsiniz. İyi de kazanıyoruz. Üçüncü evimizi alıyoruz. Öncekiyle olsa herhâlde aç değilsek de kiradaydık. Hüzünlü kadınlara karşı bir zaafı vardı. Bunu fark ettikten sonra -Allah affetsin- birkaç kere mahzun taklidi yapmış, onu türlü şaklabanlıklara zorlamıştım. Bir defasında içimdeki oyuncuyu durduramamış ağlamaya başlamıştım. Aa! Elif lütfen, dedi. Dur, bak sana ne anlatacağım. Açıkçası şimdi kendimi, ağlayan çocukları, sadece çocukların komik bulacağı bir iki basit hareketle ya da yine sadece çocukların inanacağı birkaç yalanla güldürmeyi başaran büyüklere benzettim diye devam etti. Bu son lafları zaman kazanmak, uyduracağı şeyi düşünmek için söylediğini fark etmiş, acaba ne kuruyor diye meraklanmaya başlamıştım. Ayağa kalktı. Belli ki anlatacaklarını çeşitli hareketlerle canlandırmaya da çalışacaktı. Bugün sokağın başında ne gördüm biliyor musun? Yere köpük silikonla yazı yazmışlar. Bayram, kalp resmi, Yeliz. Ha ha! Bayramın şansı var mı sence? Ne yaptım biliyor musun? Hiç üşenmedim, gidip bir kutu köpük aldım. Yazının altına “Bana yüz vermedin, Yeliz’in anca adını yazarsın buralara. Fadime.” Nasıl, ha ha!? Sonunda başardım; gülümsüyorsun. Oysa gülümsediğim falan yoktu. Ama bu son lafından sonra kendimi tutamadım. Bu kez daha neşeli, bana şapşal diyebilirsin, şapşal da olurum, hiç önemli değil; yeter ki sen… Evet, yeter ki sen gül. Bravvo! Başardık. İşte bir gülümseme daha sayın seyirciler. Burnumu mıncırdı. Eline bulaşanları yaladı sonra. İğrençsin dedim. Tuttu bu kez de burnumu yaladı. Yapardı böyle şeyler. Arada durup dururken manyak gibi kolumu ısırırdı mesela. Sonra dişlerinin izini uzun uzun inceler, mahsus abarttığım kızgınlığımı ustalıkla yatıştırırdı. Onunla vaktin nasıl geçtiğini bilmezdim. Sanki her şeyi bilirdi. Ansiklopedi gibi bir şeydi. Bir gün, lisede kendisine hediye edilen Büyük Larousse’un ilk cildini baştan sona okuduğunu söyledi. Ya çok şey öğrendim o ciltten der, rastgele bir maddeyi başlardı anlatmaya. Arbeküz derdi mesela, şöyle şöyle bir tüfektir… Yahu iyi de ben ne yapayım arbeküzü? Gerçi öyle hoş anlatırdı ki ilgimi çekmeyi başarır, bana hayatta merak etmeyeceğim bu eski tüfeği tanıtmış olurdu. Şimdiki öyle mi?.. Hiç girmez öyle toplara. Sanki iki kelime fazla konuşsa para isteyeceğiz heriften. Ama seviyorum şimdikini ben. Koca dediğin dengeli olmalı, duygusuz olmalı biraz, duyguluysa bile duygularını saklamayı bilmeli. Hem zaten kaç yaşına gelmişim ben de, öyle heyecanlara gelemem artık. Yemek seçerdi. Yemek seçerdi derken yanlış anlaşılmak istemem. Pek de öyle illa yemem dediği bir şey yoktu. Fakat yemeğin kalitesini önemser, lokmasını yavaş yavaş çiğner, tadını tuzunu değerlendirirdi. Ama şimdiki kocam öyle mi? Evde olduğumuz zamanlarda üç öğün yemeğini koyarım önüne, çayını da yaparım... Hiç ses etmez, yemeğini yer, çayını içer. Her eve lazım doğrusu. Bu yaştan sonra mızmızlık dinleyemem. Tadıydı, tuzuydu ne uğraşacağım. Önceki sayısal oran verirdi ya! Bu sefer çay açık olmuş derdi mesela. Canım aynı yaptım, yüzde otuz beş dem… Pek dem çıkmamış, yüzde kırk yap sen… Hassas teraziyiz sanki, hey Allah’ım! Şimdiki öyle mi ama, bazen tabağını bitirdiği oluyor tuzsuz olduğunu anlaması için. İşim kolay valla benim. Öyle ince ince uğraşmaya gerek yok. Tam pişmiş mi, aceleye mi gelmiş, eksik bir şeyi mi var hiç önemli değil. Koy önüne çekil kenara, çaktırmadan izle. İştahla yer. Bir kere şikâyet ettiğini görmedim. Pardon bir kere etmişti. Karıcım bu poğaçalar pişmemiş mi yoksa demişti ağzında uzayıp giden hamurla birlikte. Meğer fırın arızalanmış, üstü kızarır gibi olan poğaçaların altı bildiğin hamur… Ay dur yeme falan deyip zor aldım elinden. Öyle bir adam. Ama memnunum dediğim gibi. Çok konuşmaz, misafirlerden şikâyet etmez. Dırdırıma da söylendiği olmaz pek. Uslu uslu dinler. Konuşmam bitince bir şeyler söyleyecek sanırım, hiçbir şey demez. Yine de hoşuma gider bu tutumu. İnsan rahatlıyor canım konuşunca, hep kendi de anlatsa. Üstelik beni sevdiğinden de hiç şüphe etmiyorum. Gözü de dışarıda değil. Bir ara götü göbeği biraz saldım. Fark etmedi bile, takılmaz böyle şeylere. Önceki de dürüsttü gerçi ama ne de olsa tutkuluydu, ağzı da iyi laf yapardı; kendini çapkın bir karıya kaptırabilirdi pekâlâ. Of of! Çok uzattım, değil mi? Bu benim ilk öyküm. Öncekinin kasıntı postmodern öykülerinden daha güzel oldu valla. Sahi, söylemedim sanırım. Önceki yazardı. Yazardı derken, yazıyordu yani. Bir gün büyük bir yazar olacağını, memuriyetten ayrılacağını hayal ederdi. O hayal ededursun, ben dergilerde bir görüneyim de… Hem de onun öykü gönderdiği dergilere yollayayım yazdıklarımı. Eminim çok şaşıracak. Ne yalan söyleyeyim, hoşuma gitti öykü yazmak. Onun yazma tutkusunu anlayabiliyorum şimdi. Bir taraftan da kızıyorum ona. Sanatsal derinlikten yoksun olduğumu ima ettiğini çakmadığımı sanıyordu. Çocuk değildik ya elbette anlıyordum. Zaten boşanma sürecimizi de bu imaları başlattı. Gerçi bu imalar falan yıldıramazdı beni ama o salgın var ya o salgın, çekilmez kıldı beraberliğimizi. Sadece bizim mi, korona illetinden ne yuvalar yıkıldı o sıra. Yedi yıl olmuş, vay be! Hepimiz eve kapanmıştık. İş yok güç yok; birbirimize sardık sanırım. Çocuk da yoktu ki onunla ilgilenelim. Her gün bağrış çağrış… Düşünüyorum da hâlâ inanamıyorum. Nasıl boşandık biz? Dayanamadım galiba; o çeviri senin bu makale benim, bitmiyordu ki istekleri. Psikolojik savaş başlattım ben de, sınırları zorladım. Hiç pişman değilim. Böylesi daha iyi oldu bence. Gıcır arabam altımda, tin tin geziyorum. Şimdiki kocamı da çok seviyorum. Bu yaz İskandinavya turuna çıkıyoruz, biraz zor oldu ama ikna ettim. Öncekinin bir öpüşü değişilmez şu anki yaşamıma diyeceğimi sanıyorsanız, aldanırsınız. Onu sosyal medya hesaplarında izini sürüp takip ettiğim ise koca bir iftiradır. Bazen kolumu ısırışı geliyor aklıma, başım dönüyor; ama o kadar olur, yine de mutluyum ben.
·
333 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.