_Mantık, mutlak varlığın bilimidir. Varlık, sonsuzluğun tedirginliği dürtülen mutlak tinin kendini evrene açmasıdır. Mantık bilimi, kosmos’un nedeni olan mutlak tini ortaya koymaya çalışır. Mutlak tin, Tanrı’dır, İdea’dır.(Kendinde varlık). Özne ile nesnenin, ideal ile gerçekliğin, sonlu beden ile sonsuz ruhun birliğidir idea. Mantık bilimi mutlak idea ile son bulur. İdeanın düşünülmesi olduğu için mantık, metafiziktir. Her varlık, sınırsız oluş içinde, olumsuzlama ile sınırlı belirmedir yani fenomen’dir. Mutlak önce kendinde varlık idea, kendisi için varlık doğa, kendinde ve kendisi için tin varlıktır. Mutlakı araştıran felsefe 3 bölüm: kendinde mutlakı inceleyen mantık, kendi için mutlakı inceleyen doğa felsefesi, kendinde ve kendi için mutlakı betimleyem tinin fenomonolojisi.
_Mantık, saf düşüncenin ülkesidir. Bu ülke hem kendini hem de içinde bulunduğu gerçekliği bilir. Bu, doğanın yaratılışından önce kendi ilksiz-sonsuz özü içinde olduğu Tanrının betimlenişidir.
_Mantık 3 yöntemden oluşur. 1. Anlama yetisi-soyut kavrayış 2. Olumsuz-diyalektik akıl 3. Olumlu-spekülatif akıl. Çelişmezlik statik akıl yürütmedir. Anlam kavramın içinde kalır. Diyalektik dinin oluş eylemidir. Mantık sonsuzdur ve bu insan aklı için hiçliktir. Mantık mutlakın açılımlıdır ve mutlakla sınırlandırılmış düşüncedir. Diyalektik bir zemindir. Özdeşlik, olumsuzlama ve dolayımın zemini. Kavram 3’e ayrılır: Öznel, nesnel, mutlak.
_Mantık, mutlakın düşüncede ortaya çıkmasının yasalarının bilimidir. Varlık, mutlak olarak ele alınabileceği gibi, tanrı olarak da ele alınabilir çünkü tanrıyı metafizikel olarak tanımlamak, onun tabiatını genel olarak düşüncelerde anlatmak demektir. Kategoriler mutlakın tanımlarıdır. Mantık, akıl yürütmeler ile başlangıçta hep var olan mutlakın kavramına ulaşır. Mantık, mutlakın açılımıdır ve mutlakla sınırlanmış düşüncedir.
_Varlık, ilk ve soyut kavramdır. Tüm varlıkları içinde barındırır. Kategorilerin bütünlüğü, en üst ilkesidir. Öz şeylerin görünümleri yanındaki kalıcı yanıdır ve mutlakın taşıyıcısıdır.
_Özdeşlik, bir şeyi diğerlerinden ayıran kategoridir. Sonrasında ikinci kategori ayrım belirir. Sonraki aşama zemindir ve somutluk kazanır. Çelişki, varlığın dünyalaşmasıdır. Varoluş, ortaya çıkmaktır. Zemin ve varoluş bağından şey çıkar. Şey somut maddedir ve çelişkiyi taşır.
_Evrenin özü fenomendir. Öz, fenomenin ötesinde değildir. Var olanın fenomen olması yoluyla varoluş fenomendir. Fenomen madde(içerik) ve biçimden oluşur. İçerik biçimin içeriğe dönmesinden, biçim içeriğin biçime dönmesinden başka bir şey değildir.
_Eylem, 3 kategoride ortaya çıkar. Cevher, sebep, etki. Cevher sebeptir, onu harekete geçiren etkidir. Eylem diyalektiktir. Diyalektik ile sebep ve etki dünyaya yansır.
_Kavram varlığın özüdür. Tohum gibi bitkiyi içinde kapsamaktadır.
_Mantık, akıl yasalarıyla mutlak olanın düşünceye gelişini ortaya koymalıdır
_İlkel benlik değişerek bilince sonra özbilince dönüşür. Özbilinç özgürlüğe açılma, form dünyasına yabancılaşmadır. Bilinç öncelikle nesneleri yadsır ve sonra zihindeki düşünceyi nesneye dönüştürmek ister. Tinin dünyaya açılmasıyla varlık kazanan özbilinç onun gözlemcisidir artık. Ayırma etkinliği anlama yetisinin işidir. İnsan kendinde varlığı kavrayamaz. Duyu keskinliği hakikatın bir anıdır ve kavramsız olduğu için doğru bilgidir. Duyu ardardalık ve yanyanalık kategorileri ile kavranır. Geceden sonra gündüz, ağacın yanındaki ev gibi. Duyu keskinliği doğru bilgiyi değil ama öncülü algıyı yaratır. Duyu keskinliğiyle beliren şey 0’dır. Bilinç duyumdan sonra 2. durağa geçer. Algı ayrımı olumsuzlamayı üretir. Bilinç çokluk içinde tekil vrarlığı algıladğında bu dur yargısına ulaşır. Bu bir evdir dediğimde bu bir olumsuzlamadır. Belirmiş şey karşıtlarını dışlayarak diyalektik içinde olumsuzlama ile belirmiştir. Bu nedir diye sorar. Bu varlık şimdi varoluştur. Peki şimdi nedir. Şimdi gecedir dersek yarın öğleyin yanlış olacaktır ama öğlen gecenin oluşumunu erecektir. Hakikat sonlu tekiller değil onların varoluşuna imkan veren mutlaktır.
_Kant, Aristoteles'ten bu yana geriye doğru hiçbir adım atmamış, ama ileriye doğru da hiçbir adım atmamıştır. İkincisi, çünkü tüm görünüşe karşın bitmiş ve tamamlanmış görünmektedir. Mantığa, eş deyişle mantık denilen bir önermeler toplağına başka bilimlerden çok erken bir dönemde tamamlanmış olma talihini yükler. Gerçekte Mantığın bir yeniden-şekillendirilmesi gereksinimi çoktandır duyuluyordu. Mantığın bu ölü kemiklerinin tin tarafından iç değer ve içerik kazanmak üzere dirileştirilebilmesi için, Yöntemi onu arı bilim olmaya yetenekli kılabilecek biricik yöntem olmalıdır.
_Spinoza, Wolff ve başkaları mantığı felsefeye de uygulama, kavramsız niceliğin dışsal ilerleyişini Kavramın ilerleyişi yapma ayartmasına kapılmışlardır, ki kendinde ve kendi için bir çelişkidir. Bugüne dek felsefe henüz Yöntemini bulmuş değildir; matematiğin dizgesel yapısını kıskançlıkla gözlemiş ve – belirtildiği gibi - onu ödünç almış
_Mantığı ileriye devindiren şey, içeriğin içselliği, kendisinde taşıdığı Diyakktiktir. Olumsuzlamanın bir içeriği vardır. Olumsuzlama yeni bir Kavram, ama öncekinden daha yüksek bir Kavramdır; çünkü onun olumsuzlanması ya da karşı yoluyla daha varsıl olmuştur, öyleyse onu, ama ondan da çoğunu kapsar, kendisinin ve karşıtının birliğidir. Bu biricik gerçek Yöntemdir.
_Kavramın kendisinin ilerlemesini sağlayan şey kendi içinde taşıdığı olumsuzdur; bu gerçek Diyalektiği oluşturur. Mantığın yalıtılmış bir bölümü olarak görülen ve yanlış tanındığı söylenebilecek Diyalektik bu yolla bütünüyle başka bir konum kazanır.
_Kant Diyalektiği daha yükseğe çıkardı - ve bu onun en değerli yanlarından biridir -, çünkü onu sıradan tasarıma göre taşıdığı özenç görünüşünden kurtarıp Usun zorunlu bir etkinliği olarak gösterdi. Diyalektik yalnızca bir göz boyama ve yanılsamalar üretme sanatı sayıldığı için, doğrudan doğruya hileli bir oyunu oynadığı ve bütün gücünün yalnızca aldatmacayı gizlemesi üzerine dayandığı, sonuçlarının yalnızca düzmece sonuçlar ve öznel birer görünüş olduğu varsayımına gidildi. Kant'ın arı usun antinomileri üzerine eytişimsel açımlamaları, bu çalışmanın gidişinde yapacağımız gibi daha ayrıntılı olarak irdelendiklerinde, hiç kuşkusuz büyük bir övgüyü hak etmezler.
_Kant, mantık denilen şeyin karşısına bir yenisini daha, yani bir aşkınsal mantığı çıkarmıştır. Burada nesnel mantık denilen şey bölümsel olarak onda aşkınsal mantık olan şeye karşılık düşecektir. Kendinde-Şey gibi bir soyutlamanın kendisinin düşünmenin, ama yalnızca soyutlamacı düşünmenin bir ürünüdür.
_Kant'ın Usun hiçbir gerçek içeriği bilemeyeceği ve saltık gerçeklik açısından inanca yöneltilmesi gerektiği gibi sonuçlarının ötesine geçilmez. Ama Kaııt'ta sonuç olan şey bu felsefecilikte dolaysızca başlangıç noktası olarak alınır, ve kendisinden o sonucun ortaya çıktığı ve felsefi bilgi olan önceki açımlama başından kesilip atılır. Kant felsefesi böylece kendini her şeyin daha şimdiden tanıtlanmış ve tamamlanmış olduğu kanısı ile rahatlatan düşünme tembelliği için bir yastık olarak hizmet eder.
_Felsefeye girişi yasaklayanlar, felsefenin girişinde kendileri yadsınmalıdır.
_Us yalnızca öznel gerçekliği, yalnızca görüngüleri, yalnızca olgunun kendisinin doğasının karşılık düşmediği bir şeyi bilmeye sınırlanır; bilme sanıya indirgenir.
_Hiç olmazsa bir tasarımını elde etmek için sanki Gerçeklik elle tutulabilir bir şey olmalıymış sanısı bir yana bırakılmalıdır. Sanki varolan, ama bir başka evrende ya da bölgede olan şeylermiş gibi, ve sanki edimsellik dünyası o bölgenin dışında bulunuyormuş ve o İdealardan ayrı ve ancak bu ayrılık yoluyla olgusal tözsellik taşıyormuş gibi. Platonik İdealara bile.
_Eleştirel Felsefe hiç kuşkusuz daha şimdiden Metafiziği, Mantığa çevirmişti.
_Sonsuz olan ussal olan olduğu için, Usun ussal olanı bilmeye yetenekli olmadığı anlamına gelir.
_Kişinin iradesi, hareketlerini belirlemez, hareketlerini dış bir etken belirler. Ahlak, din…
_Dünya demek mantık demektir. İnsanlar mantığın sınırlarını çözdükleri anda beşerin sınırlarını da çözmüş olacaklar.
_Doğa mekanik dünyadır ve bu tinin özgürlüğü ile çelişkilidir. Olumlama ile dünyalaşan tin, olumlamayı olumsuzlama yapar ve 2 varoluş ayrımları ile ortaya çıkar. Ayrım ile zeminde belirenler çelişki ivmesiyle ortadan kaldırma gerçekleşir.
_Kavram kendi içinde varlıktır, görünüşte belirir, fenomenle oryata çıkışı özdür.
_Hiçlik dolaysızlıktır, oysa ortadan kaldırılmış olan dolaylanmış şeydir ve olmayandır. Kendisini ortadan kaldıran hiçliğe dönüşmez. Dolayımlı bir varlıktan çıkmış sonuç olarak kendisinden geldiği ve içinden çıktığı şeyin belirlenmişliğini sürdürür. Ortadan kaldırmanın 2 anlamı vardır. 1 muhafaza etmek 2 son vermek. Saklanmış olan yok edilmemiştir.
_İlk olarak bilginin gerecinin hazır bir dünya olarak düşünmenin dışında, kendinde ve kendi için bulunduğu, düşünmenin kendi başına boş olduğu ve bir biçim olarak dışarıdan o özdeğin üzerine eklendiği, böylelikle kendini doldurduğu ve ilkin bu yolla bir içerik kazanarak gerçek bir bilme olduğu varsayılır. Bu iki bileşen birbirine karşı öyle bir hiyerarşi içinde durur ki, nesne kendi başına tamamlanmış ve hazır, buna karşı düşünme ise eksik bir şey olarak görülür ki, kendini ilkin bir gereç üzerinde tamamlayabilecek ve dahası yumuşak ve belirsiz bir biçim olarak kendini özdeğine uygun kılması gerekecektir. Gerçeklik, düşüncenin nesne ile bağdaşmasıdır ve bu bağdaşmayı ortaya çıkarabilmek için düşüncenin kendini nesneye uyarlaması gerekir.
_Özbilinçli belirleme yalnızca düşünmeye aittir; öyleyse nesne ile bağıntısında da kendi dışına çıkarak nesneye gitmez; nesne bir kendinde şey olarak salt düşünmenin bir öte-yanı olarak kalır.
_Eski metafizik düşünce üzerine modern zamanlarda yaygın olandan daha yüksek bir kavram taşıyordu. Çünkü yalnızca düşünme yoluyla şeylere ilişkin olarak bilinenin onlarda gerçekten gerçek olan olduğunu temel alıyor, böylelikle düşünülen şeyler olarak gerçeklik taşıdıklarını kabul ediyordu.
_Aşkınsal İdealizmin daha tutarlı bir yolda geliştirilmesi Eleştirel Felsefenin kalıt bıraktığı kendinde-Şey hayaletinin, tüm içerikten ayrılmış bu soyut gölgenin hiçliğini tanımış ve onu bütünüyle yoketmeyi amaçlamıştır. Bu felsefe Usun belirlenimlerini kendi içinden sergilemesine izin veren bir başlangıcı da yapmıştır. Ama bu girişimin yola çıkışındaki öznel tutum onun tamamlamasına izin vermemiştir.
_Mantıksal biçimlerin içeriksizliği daha çok yalnızca onları irdeleme ve ele alma tarzında yatar. Bunlar ölü biçimlerdir ve onlara özünlü ve onların dirimli somut birliği olan tinden yoksundurlar. Kendinde tözsel bir doluluk olacak olan bir özdekten yoksundurlar.
_Bilim Kavramının sıradan uslamlama yoluyla temellendirilmesi ya da durulaştırılması en çoğundan Kavramın tasarımın önüne getirilmesine ve onunla tarihsel bir tanışıklığın ortaya çıkarılmasına izin verir.
_Tinin ve Doğanın evrensel yasalan vardır ki, yaşamları ve başkalaşımları kendilerini onlara uydururlar dendiği ölçüde, düşünce belirlenimlerinin o denli de nesnel değerleri ve varoluşları olduğu kabul edilmiş olur.
_Eleştirel Felsefe hiç kuşkusuz daha şimdiden Metafiziği, Mantığa çevirmişti, ama, daha önce anımsatıldığı gibi, o da sonraki idealizm gibi nesnenin önünde ürkerek mantıksal belirlenimlere özsel olarak öznel bir imlem verdi ve onlar için bir kendinde-Şey, sonsuz bir engel geride bir öte-yan olarak kaldı.
_Mantığın iki anabölümü vardır, Öğeler Öğretisi, ve Yöntembilim denebilir; Öğeler Öğretisi altında şu Başlık gelebilir: Düşünme Yasaları; Yöntem dediği şey durumunda, onun bir çıkarsaması düşüneceği en son şeydir. Düzenleme belki de türdeşleri birarada kümelenmekten, daha yalın olanı karmaşık olanın önüne almaktan ve başka dışsal noktalardan oluşur.
_Evren-tasarımının varsıllığı ile, başka bilimlerin olgusal görünen içeriği ile karşı karşıya koyulduğunda, ve bu varsıllığın özünü, Tinin ve evrenin iç doğasını, gerçekliği. açığa serme konusunda saltık bilimin verdiği söz ile karşılaştırıldığında, o zaman bu bilim soyut şekli içinde, arı belirlenimlerinin renksiz, soğuk yalınlığıiçinde sanki verdiği sözden başka herşeyi yerine getirecekmiş ve o varsıllık ile karşıtlık içinde tözsellikten yoksunmuş gibi görünür.
_Mantıksalın değeri ilkin kendisi bilimlerin deneyiminin sonuçlarında gösterildiği zaman anlaşılır; orada kendini anlığa evrensel gerçeklik olarak sunar.
_Mantık, tıpkı dilbilgisi gibi iki değişik bakış açısında ya da değerde görünür. Dilbilgisi öğrenmeye başlayan biri onun biçim ve yasalarında kuru soyutlamalar, olumsal kurallar, genel olarak yalıtılmış bir belirlenimler kütlesi bulur. Buna karşı, bir dile yetenekli olan ve aynı zamanda başka dilleri onunla karşılaştıracak bir düzeyde tanıyan biri, ancak böyle biri bir ulusun dilinin gramerinde onun tininin ve kültürünün bir duygusunu edinebilir; aynı kurallar ve biçimler bundan böyle dolu ve dirimli bir değer taşırlar.
_Mantık, bir gölgeler ülkesi, tüm duyusal somutlaşmadan özgürleşmiş yalın özselliklerin evrenidir. Bu gölgeler ülkesinde yaşamak ve çalışmak bilincin saltık kültürü ve disiplinidir. Düşünce böylelikle her şeyden önce özerklik ve bağımsızlık kazanır. Soyutlamalarda ve duyusal dayanak olmaksızın Kavramlar yoluyla ilerlemede kendini kendi yerinde duyumsar ve kendini öyle bir bilinçsiz güce geliştirir ki, bununla tüm başka bilgiler ve bilimler karmaşasını ussal biçim içinde özümser, onları özsel yanlarında yakalar ve kavrar, onlarda dışsal olanı sıyırıp bu yolda onlardan mantıksal olanı çekip çıkarır, ya da yine aynı şey, mantıksalın önceden inceleme yoluyla kazanılan soyut temelini tüm gerçekliğin tözsel değeri ile doldurur ve ona bundan böyle başka tikellerin yanında bir tikel olarak durmayan, tersine tüm bunların üzerine yayılan ve onların özü, Saltık -Gerçek olan bir evrenselin değerini verir.
_Mantık kendini düşüncenin bilimi olarak belirler ki, ilkesi olarak arı bilmeyi, soyut değil ama tersine somut olarak dirimli birliği alır. İlk durumda salt kendinde Kavramdır - olgusallığın ya da varlığın Kavramı; ikinci durumda ise Kavram olarak Kavram, kendi için var olan Kavramdır.
_Mantık, nesnel ve öznel Mantığa bölünecektir. _Nesnel Mantık daha çok evren üzerine yalnızca düşünceler yoluyla kurulması gereken bilimsel yapı olarak önceki Metafiziğin yerini alır. Eski Metafizik bunu gözardı etti ve bu Biçimleri eleştiri olmaksızın, Kant'ın anlatımına göre kendinde-Şeyin, ya da daha doğru olarak Ussal Olanın belirlenimleri olmaya yetenekli olup olmadıkları ve nasıl öyle oldukları konusunda ön bir araştırma olmaksızın kullanmış olma gibi haklı hir suçlamaya hedef oldu. _Öznel Mantık Kavramın Mantığıdır, - öyle bir üzün Mantığıdır ki, bir Varlık ile ya da onun Görünüşü ile bağıntısını ortadan kaldırmıştır ve belirlenimi içinde bundan böyle dışsal olmayan, ama özgür, kendinebağımlı, kendini kendi içinde belirleyen öznelin ya da daha doğrusu Öznenin kendisidir.
_Mantık genel olarak nesnel ve öznel Mantığa ayrılır; ama daha belirli olarak üç bölüm kapsar.
1. Varlık Mantığı
2. Öz Mantığı
3. Kavram Mantığı
*****************
*****************
*_İnsanın kendini duygusal tutumunda öyle bir soyut evrenselliğe yükseltmesi gerekir ki, onda gerçekte serveti ile nicel ilişkisi ne olursa olsun hiçbir şeyin olması ya da olmaması onun için ilgisiz bir sorun olmalıdır, tıpkı kendisinin olup olmamasının, sonlu yaşamda olup olmamasının ilgisiz bir sorun olması gerektiği gibi.
_Bir insana, doğru bir içgörü yükleniyor, ve bu gerçek olanı değil ama yalnızca gerçek olmayanı görebilme gibi ek bir koşul ile veriliyor. Bu, ne denli saçma olursa olsun, gene de nesneyi kendinde olduğu gibi bilemeyen bir gerçek bilgi kadar saçma değildir.
_Sonsuz nasıl olur da kendisinden çıkarak Sonluluğa varır?- Bunun kavranılabilir kılınamayacağı sanılır. 'Sonsuz nasıl sonlu olur? 'sorusuna yanıt, önce sonsuz olmak ve ancak daha sonra sonlu olmak, Sonluluğa çıkmak zorunda olan bir Sonsuzun bulunmadığı, tersine, kendi için daha şimdiden sonsuz olduğu denli de sonlu olduğu biçimindedir. Soruyu yanıtlamak yerine, tersine daha çok kapsadığı yanlış varsayımları, sorunun kendisini yadsımak gerekir.
_Her felsefe İdealizmdir. ”Sonlu, idealdir,” önermesi idealizmi oluşturur. Felsefenin İdealizmi, yalnızca Sonluyu gerçekten var olan bir şey olarak tanımamaktan oluşur. Gerçekte Tin, idealist olandır.
_Mantık, arı Usun dizgesi, arı Düşüncenin ülkesi olarak anlaşılmalıdır. Bu ülke örtüsüzce kendinde ve kendi için olduğu Gerçekliktir. Bu nedenle şöyle de anlatılabilir ki, bu içerik Doğanın ve sonlu bir Tinin yaratılışından önce kendi ilksiz-sonsuz özü içinde olduğu gibi Tanrının betimlenişidir.
_Nedensellik ilişkisinde Neden ve Etki ayrılamazdır; bir Etkisi olmayacak bir Neden, Neden değildir, tıpkı bir Nedeni olmayacak Etkinin bundan böyle Etki olmaması gibi. Buna göre bu ilişki, Nedenlerin ve Etkilerin sonsuz İlerlemesini verir; bir şey Neden olarak belirlenir, ama bir Sonlu olarak kendisinin bir Nedeni vardır, ayrıca Etkidir; böylelikle Neden olarak belirlenen aynı şey Etki olarak da belirlenir, - Neden ve Etkinin birliği; şimdi Etki olarak belirlenenin yeni bir Nedeni vardır. Nedenin Etkisinden ayrılması ve ayrı bir Bir şey olarak koyulması gerekir; ama bu yeni Nedenin kendisi yalnızca bir Etkidir, - Neden ve Etkinin birliği; bir başkasını Nedeni olarak alır, - iki belirlenimin ayrılması vb. Sonsuza dek.
_Her bir olgu, karşıtını kendisinde taşıdığını ve bunda kendi ile bir araya geldiğini gösterdiği için, olumlu gerçeklik bu kendi içinde devinen birlik, iki düşüncenin bir araya getirilmesi, Sonsuzluklarıdır.
_Olumsuzlamanın olumsuzlaması, olumlamada sonuçlanır ve bu sonuç böylelikle kendini onların gerçekliği ve kökenselliği olarak gösterir. Böylelikle ayırt edilenler olarak bu Varlıkta çelişki soyut olarak yitmemiş, ama çözülmüş ve uzlaşmıştır.
******
_Önyargı_
_Önyargılar veya değişik görüşler, bilincimizin doğasını oluştururlar ama usun alanına getirildikleri zaman birer yanılgıdan başka bir şey değillerdir. Felsefe ile onların tüm bölümleri çürütülür ya da felsefeye girişleri yasaklandığı için, girişte kendileri yadsınmalıdır. Eski metafizik bu bakımdan düşünce üzerine modern zamanlardakinden daha çok önem taşıyordu. Çünkü düşünülen şeylerin gerçeklik taşıdıklarını kabul ediyordu. Bu metafizik düşünme, şeylerin özü olduğunu, düşüncenin ve şeylerin gerçek doğalarının aynı olduğunu savundu. Derin-düşünen Anlak, felsefeyi gasp etti. Gerçekliğin duyusal olgusallık üzerine dayandığı, düşüncelerin yalnızca düşünceler olduğu, ve bunun ilkin duyusal algının onlara içerik ve olgusallık vermesi anlamında böyle olduğu, usun kendinde ve kendi için kaldığı sürece yalnızca beynin kuruntularını ürettiği görüşünü dayatır. Usun bu kendini yadsıması üzerine gerçeklik kavramı yiter; us yalnızca öznel gerçekliği, yalnızca görüngüleri, yalnızca olgunun kendisinin doğasının karşılık düşmediği bir şeyi bilmeye sınırlanır; bilme sanıya indirgenir.
_Düşünme, kendi başına boştur ve bir biçim olarak dışarıdan o özdeğin üzerine eklendiği, böylelikle kendini doldurduğu, ve ilkin bu yolla bir içerik kazanarak gerçek bir bilme olduğu var sayılır. Gerçeklik, düşüncenin nesne ile bağdaşmasıdır, ve bu bağdaşmayı ortaya çıkarabilmek için düşüncenin kendini nesneye uyarlaması gerekir. Özbilinçli belirleme, yalnızca düşünmeye aittir; öyleyse nesne ile bağıntısında da kendi dışına çıkarak nesneye gitmez; nesne bir kendinde şey olarak salt düşünmenin bir öte-yanı olarak kalır.
_Bilim olarak Gerçeklik, kendini açındıran arı özbilinçtir ve Kendinin şeklini taşır, öyle ki kendinde ve kendi için var olan bilinçli Kavramdır ve genel olarak Kavram ise kendinde ve kendi için var olandır. O zaman bu nesnel düşünme, arı bilimin içeriğidir. Buna göre biçimsel olmaktan, edimsel ve gerçek bir bilgi için özdeğe gereksinmekten öylesine uzaktır ki, daha çok yalnızca onun içeriği saltık olarak Gerçek olandır, ya da eğer gene de özdek sözcüğünü kullanmayı istersek, gerçek özdektir - ama bir özdek ki biçim ona dışsal değildir, çünkü bu özdek daha çok arı düşünce, böylelikle saluk Biçimin kendisidir.
_Gerçeklik, Varlığın Yokluğa ve Yokluğun Varlığa geçmiş olmasıdır yani oluş sürecidir. Yokluk, arı Varlıkla bütününde aynıdır. Yokluk bizim sezmemizde ya da düşünmemizde vardır. Doğuya özgü özdeyişler - örneğin, Var olan her şey yitişinin tohumunu, doğuşunun kendisinde taşır, ve evrik olarak, Ölüm yeni bir yaşama giriştir. Varlık ve Yokluğun bu birliğini her örnekte, her edimsel şeyde ya da düşüncede göstermek güç olmayacaktır. Ne gökte ne de yerde hiçbir yerde her ikisini de, Varlığı olduğu gibi Yokluğu da kendi içinde kapsamayan hiçbir şey yoktur.
***
_Mantıksal Usun kendisi tözsel ya da olgusal olandır, tüm soyut belirlenimleri kendi içinde bir arada tutar ve onların sağlam, saltık olarak somut birlikleridir. Öyleyse genellikle bir özdek denilen şeyi uzakta aramak gereksizdir; eğer Mantığın tözsel bir içerikten yoksun olması gerekiyorsa, bu onun nesnesinin değil ama yalnızca bu nesneyi anlayış tarzının suçudur. Genel olarak Mantık ile anlaşılan şey, metafiziksel imleme hiçbir gönderme olmaksızın irdelenir. Bu bilimin henüz kendini içinde bulduğu durumda hiç kuşkusuz sıradan bilinçte olgusallık olarak ve gerçek bir olgu olarak geçerli olacak türde bir içeriği yoktur. Ama bu nedenle içerikli bir gerçeklikten yoksun biçimsel bir bilim değildir. Gerçeklik alanı hiç kuşkusuz Mantıkta eksik olan o gereçte aranmayacaktır - üstelik bilimin doyumsuzluğu genellikle bu eksikliğe yüklense bile.
_Saltık bilme, tüm bilinç kiplerinin gerçekliğidir, çünkü Görüngübilim'in o sürecinin ortaya çıkardığı gibi, yalnızca saltık bilmede nesnenin kendinin-pekinliğinden ayrılması tam olarak çözülmüştür, ve Gerçeklik bu Pekinlik ile eşitlenirken bu Pekinlik de Gerçeklik ile eşitlenir.
_Kendi ile özdeşlik biçimi, onları başkası ile bağıntıdan sıyırır ve algılanıp algılanmamalanna karşı ilgisizleştirir. Kendi ile yalın bağıntı biçimi böyle sınırlı ve sonlu bir içeriğin kendisine ait değildir; bu ona öznel anlak tarafından eklenmiş ve ödünç alınmış bir biçimdir; başkalaşabilir ve geçici bir şeydir
***
_Sonlu – Sonsuz_
_Sonsuz, erişilemez bir öte-yanın sağlam belirleniminidir - erişilemez bir öte yan, çünkü erişilmemesi gerekir.
_Sonsuz, olumsuzlamanın olumsuzlaması, olumlama, kendini engellenmişlikten yeniden kurmuş olan Varlıktır. Gerçek Varlıktır, engelin üzerine yükseliştir. Anlık ışıldamaya başlar, onda tin yalnızca soyut olarak kendi ile birlikte kalmaz, ama kendini kendisine, düşüncesinin, evrenselliğinin, özgürlüğünün ışığına yükseltir. Sonlunun doğasının kendisi, kendi ötesine geçmek, olumsuzlamasını olumsuzlamak ve sonsuz olmaktır. Genel olarak Sonsuzluk genel olarak Sonluluğun ortadan kalkmasında oluşmaz; tersine, Sonlu yalnızca doğası yoluyla kendisi Sonsuz olmaktır. Sonsuzluk onun olumlu belirlenimidir, gerçekte kendinde olduğu şeydir. Böylece Sonlu Sonsuzda yitmiştir, ve var olan yalnızca Sonsuzdur.
_Sonluluk doruğa itilmiş nitel olumsuzlamadır. Sonluluk anlağın en dik kafalı kategorisidir. Kesin önesürüm Sonlunun Sonsuz ile uzlaşmaz ve birleşmez olduğu, Sonlunun Sonsuza saltık olarak karşıt olduğudur.
_Sonsuz, Saltığın yeni bir tanımı olarak görülebilir. Sonsuz, Sonlunun olumsuzlanması olarak belirlidir. Sonsuzu Sonludan arı ve uzak tutma girişiminin kendisinde onun yalnızca sonlulaştırıldığı görülecektir.
_Sonluluk engel olarak koyulmuş engeldir; belirli-Varlıktır ki, kendinde-Varlığına geçme, sonsuz olma belirlenimi ile koyulmuştur. Sonsuzluk Sonlunun Yokluğu, onun kendinde-Varlığı ve Gereğidir, ama bu aynı zamanda kendi içine yansımış, yerine getirilmiş Gerek olarak, yalnızca kendi ile bağıntılı, bütünüyle olumlu Varlıktır.
_Sonlunun bu olumsuzlaması olarak kendinde-Varlık belirli ve böylece olumsuzlamanın olumsuzlaması olarak kendi içinde olumludur.
_Sonsuz, belirsiz boşluktur.
_Sonsuz yalnızca Sonlunun Sınındır ve böylelikle yalnızca belirli, kendisi sonlu bir Sonsuzdur.
_Sonlu bu-yandaki belirli-Varlık olarak, Sonsuz ise, Sonlunun Kendindesi olmasına karşın, gene de bir öte yan olarak erişilmesi olanaksız karanlık bir uzağa koyulur ki, dışansında Sonlu bulunur ve bulunmayı sürdürür.
_Olumsuzlama onların kendindeVarlığıdır. Sonsuzun kendisi yalnızca olumsuzlama dolayısıyla, olumsuzlamanın olumsuzlaması olarak, olumlu Varlıkta sonuçlanır. Sonlu ve sonsuzun birlikteliği, nitel başkalıklarında gizlidir, yalnızca temelde yatan içsel birliktir.
_Sonlu yalnızca Gerek ile ya da Sonsuz ile bağıntı içinde sonlu, ve Sonsuz yalnızca Sonlu ile bağıntı içinde sonsuzdur. Ayrılmazdırlar ve aynı zamanda birbirlerine karşı saltık olarak başkalandırlar; her biri kendi başkasını kendisinde taşır; böylece her biri kendisinin ve kendi başkasının birliğidir ve belirliliğinde belirli-Varlıktır, kendisinin olduğu ve kendi başkasının olduğu değildir.
_En son olarak geçerli sayılan şeydir ki, düşünce bundan böyle onun ötesine geçmez, ve "ve bu sonsuza kadar büyle sürer" anlatımına geldiğinde genellikle hedefine erişmiştir.
_Sonsuz ilerleme, gerçekte Sonlunun ve Sonsuzun birliği olarak koyulmuş olur. Deyim yerindeyse sonsuz ilerlemenin güdülendiricisidir.
_Sonsuz bu belirlenime göre Sonluyu bir bu-yan olarak karşısına alır ki, bu da benzer olarak kendini Sonsuza yükseltemez, çünkü bir başkasının bu belirlenimini, böylelikle bitimsiz bir şeyin, kendini kendi öte-yanında yeniden ve hiç kuşkusuz o öte-yandan ayrı olarak üreten belirli-Varlığın belirleniminidır.
_İdealiteye Sonsuzluğun Niteliği denebilir; ama özsel olarak Oluş süreci ve böylelikle bir geçiştir.
_Genel olarak sonlu şeylerin Varlıkları yitip gitmenin tohumunu kendi-içinde-Varlıkları olarak taşımaktır; doğum saatleri ölüm saatleridir.
_Yokluk, olması gereken ama kendisine düşüncede bir var oluş yüklenen bu Yoklukta, Sonlunun durumunda belirtilmiş olan aynı çelişki yer alır.
_Sonlu ve sonsuz belirlenimler, aynı çatışmanın içindedir - ister zaman ve uzaya, evrene uygulansınlar, isterse Tinin içerisindeki belirlenimler olsunlar; tıpkı birbirleri ile ister bir tuval üzerinde isterse palet üzerinde birleştirilmiş olsunlar, siyah ve beyazın griyi vermeleri gibi. Bir ayrımı oluşturabilecek olan şey, üzerine uygulandıkları ya da içinde bulundukları gerecin ya da nesnenin yapısı değildir; çünkü nesne çelişkiyi kendisinde ancak o belirlenimler yoluyla ve onlara göre taşır
_Sonlunun ve Sonsuzun tek bir birlik olduğu öne sürümünde bulunulur; bu yanlış önesürüm karşıt öne sürüm yoluyla düzeltilmelidir: Saltık olarak ayrı ve birbirlerine karşıttırlar; bu yine ayrılmaz oldukları, bir belirlenimde ötekinin yattığı bildirilerek, birlikleri öne sürülerek düzeltilmelidir, ve bu Sonsuza dek böyle gider.
_Sonsuzun doğasını görebilmek için yapılması gereken şey kolaydır ve bu sonsuz ilerlemenin, anlağın açınmış Sonsuzunun iki belirlenimin birbirine değişmesi olarak, iki kıpının birliği ve ayrılığı olarak oluşmuş olduğunun bilincini taşımak, ve sonra bu birliğin ve bu ayrılığın kendilerinin ayrılamaz olduklarının daha öte bilincini taşımaktır.
_Çelişkinin çözümü, iki öne sürümün eşit doğruluğunun ve eşit yanlışlığının kabul edilmesi değil - bu yalnızca sürmekte olan çelişkinin bir başka şeklidir -, ama ikisinin idealliğinin kabul edilmesidir ki, bunda ayrımları içinde, karşılıklı olumsuzlamalar olarak, yalnızca kıpılardırlar; o tek-düze birbirine değişim bir olgu olarak birliklerinin olduğu gibi ayrılıklarının da olumsuzlamasıdır.
***
_Sonsuz_
_Sonsuz nasıl olur da kendisinden çıkarak Sonluluğa varır?- Bunun kavranılabilir kılınamayacağı sanılır. Kavramına ulaşmış olduğumuz Sonsuz, bu açımlamanın ilerleyişinde kendini daha öte belirleyecek ve biçimlerinin tüm türlülüğünde istenen şeyi, Sonsuzun nasıl Sonluya vardığını gösterecektir. Bir felsefenin olup olmadığının bütününde bu sorunun yanıtlanmasına bağlı olması gerekir, ve kararın buna dayanmasını istediklerini ileri sürenler aynı zamanda sorunun kendisinde bir tür bilmece, yenilmez bir tılsım taşıdığına ve bununla sorunun yanıtlanmasına ve dolayısıyla felsefeye ve ona ulaşılmasına karşı sağlam bir güvence bulduklarına inanırlar. Soruda kullanılan 'ortaya çıkma' ve buna benzer duyusal tasarımları içeren anlatımlar, onların sıradan tasarımın alanından doğdukları ve yanıt için de gündelik yaşamda geçerli olan tasarımların ve duyusal bir benzetmenin şeklinin beklendiği kuşkusunu yaratırlar. Eğer Sonsuzun yerine genel olarak Varlık alınırsa, o zaman Varlığın belirlenmesi, ondaki bir olumsuzlama ya da Sonluluk, daha kolay kavranabilir görünür. Varlık hiç kuşkusuz kendisi belirsiz olandır, ama belirli olanın karşıtı olduğu onda dolaysızca anlatılmaz. Öte yandan Sonsuz bunu anlatır; Sonsuz, Sonlu-olmayandır. Bununla Sonlunun ve Sonsuzun birliği dolaysızca dışlanmış görünür; tamamlanmamış derin-düşünce bu nedenle bu birliğe en büyük dik başlılıkla karşı çıkar. Ama, gösterildiği gibi, ve Sonlu ve Sonsuz belirlenimlerine daha öte girmeden dolaysızca açıktır ki, o derin-düşünme tarafından kabul edilen anlamda Sonsuz - yani Sonlu ile karşıtlık içinde duran Sonsuz - Sonlu ile karşıtlık içinde durduğu için, kendisinde kendi Başkasını taşır, buna göre daha şimdiden sınırlıdır ve kendisi sonludur, kötü Sonsuzdur. 'Sonsuz nasıl sonlu olur? ' sorusuna yanıt böylece önce sonsuz olmak ve ancak daha sonra sonlu olmak, Sonluluğa çıkmak zorunda olan bir Sonsuzun bulunmadığı, tersine, kendi için daha şimdiden sonsuz olduğu denli de sonlu olduğu biçimindedir. Soru Sonsuzun bir yanda kendi için olduğunu ve ondan çıkarak ayrılık içine giren Sonlunun ondan ayrı olarak gerçekten olgusal olduğunu kabul ettiği zaman, söylenmesi gereken şey aslında bu ayrılmanın kavranamaz olduğudur. Ne böyle Sonlunun ne de böyle Sonsuzun bir gerçekliği vardır; ama gerçek olmayan kavranamazdır. Ama eşit ölçüde denmelidir ki, kavranabilirdirler; onları giderek tasarımda oldukları gibi alarak birinde ötekinin belirleniminin yattığını görmek, bu ayrılmazlıkları üzerine yalın bir içgörü taşımak bile onları kavramak demektir; bu ayrılmazlık onların Kavramıdır.
_Öte yandan o Sonsuzun ve Sonlunun kendine-bağımlılıklarında o soru gerçek olmayan bir içerik kurar ve kendi içinde daha şimdiden onların gerçek olmayan bir bağıntılarını kapsar. Bu nedenle soruyu yanıtlamak yerine, tersine daha çok kapsadığı yanlış var sayımları, sorunun kendisini yadsımak gerekir.
_Derin düşünme, kurgul ilgiyi kapsamaz - bir ilgi ki, kendi için ve belirlenimleri bağıntılamadan önce bunların var sayılmış oldukları gibi gerçek bir şey olup olmadıklarını saptamaya yönelir.
_Sonlunun Sonsuzdan çıkması üzerine söylenecek tek şey, Sonsuzun kendi içinden Sonluluğa çıktığı, çünkü soyut birlik olarak alındığı yolda kendisinde hiçbir gerçeklik, hiçbir kalıcılık taşımadığıdır; böylece evrik olarak Sonlu hiçliğinin aynı zemininden Sonsuzluğa gider. Ya da daha doğrusu söylenmesi gereken şey Sonsuzun ilksiz-sonsuzluk içinde Sonluluğa çıkmış olduğu, kendi başkasını kendisinde taşımaksızın ve yalnızca kendi için alındığında saltık olarak arı Varlıktan daha öte var olmadığıdır.
_Sonsuzun Sonluya nasıl çıktığı sorusu henüz daha öte bir var sayımı, kendinde Sonsuzun kendi içinde Sonluyu içerdiği, böylelikle kendinde kendisinin ve kendi başkasının birliği olduğu var sayımını kapsayabilir, öyle ki güçlük özsel olarak ikisinin varsayılmış birliği ile karşıtlık içinde olan ayrılmaları ile bağıntılıdır.
_Sonlunun ve Sonsuzun bu birlikleri ve ayrılıkları Sonluluğun ve Sonsuzluğun oldukları o aynı ayrılmazlıktır.
_Sonsuzluk, olumsuzlamanın olumsuzlamasıdır.
_Kendi-için-Varlık, sonsuz Varlıktır ve kendi-için-var-olandır. Bir şeyin başkalığı, başkası ile bağıntıyı ve ortaklığı ortadan kaldırdığı, onları geri ittiği, onları soyutladığı düzeye dek 'kendi için' olduğunu söyleriz. Kendi-için Varlık olumsuzlama olarak sonsuz kendi içine geri dönüştür. Öz-bilinç, kendi-için-Varlıktır; Sonsuzluğun bulunuşunun en yakın örneğidir. Kendi-için-Varlık, yalın Varlığa çökmüş Sonsuzluktur; belirli-Varlıktır.
_İdealizm_
_”Sonlu, idealdir,” önermesi idealizmi oluşturur. Felsefenin İdealizmi, yalnızca Sonluyu gerçekten var olan bir şey olarak tanımamaktan oluşur. Her felsefe İdealizmdir ya da en azından onu ilkesi olarak alır, ve o zaman soru yalnızca bu ilkenin edimsel olarak ne ölçüde yerine getirildiğidir. Felsefe bu düzeye dek din gibidir; çünkü din de benzer olarak Sonluluğu gerçek bir Varlık olarak, bir en son ya da Saltık olarak, ya da koyulmamış, yaratılmamış, ilksiz-sonsuz bir şey olarak tanımaz. İdealist ve realist felsefelerin karşıtlığı buna göre anlamsızdır. Genel olarak sonlu belirli-Varlığa gerçek, en son, saltık Varlık yükleyen bir felsefe, felsefe adına yaraşmaz; eski ya da yeni felsefelerin ilkeleri, Su ya da Özdek ya da Atomlar düşünceler, evrenseller, ideal kıpılardır, dolaysızca bulundukları gibi, duyusal tekillikleri içindeki şeyler değil; giderek Thales'in Suyu bile böyle değildir, çünkü görgül su olmasına karşın, bunun dışında aynı zamanda tüm başka şeylerin Kendindeleri ya da Özleridir, ve bu şeyler kendilerine-bağımlı, kendi içlerinde temellenmiş değil, tersine bir başkasından, Sudan koyulmuş, eş deyişle idealdir. Daha önce ilkeyi evrensel, İdeal olarak adlandırırken - tıpkı özellikle Kavramın, İdeanın, Tinin de İdeal olarak adlandırılması gerektiği gibi -, sonra yine tekil duyusal şeyleri de ilkede, Kavramda ideal olarak, özellikle Tinde ortadan kaldırılmış olarak adlandırdık; bu nedenle burada geçerken kendini Sonsuzun durumunda göstermiş olan bu çifte yana dikkati çekmek gerekir, eş deyişle, bir kez İdeal somut olan, gerçekten var olan iken, ikinci kez bunun kıpıları da eşit ölçüde İdealdir, onda ortadan kaldırılmıştır; ama gerçekte tek bir somut bütün vardır ki, kıpılar ondan ayrılmazdır.
_İdeal ile denmek istenen, başlıca tasarım biçimidir, ve genel olarak benim tasarımımda ya da Kavramda, düşüncede, imgelemde vb. olana ideal denir, öyle ki giderek genel olarak imgesel olan bile İdeal sayılır.
_Öznel İdealizm, ister genel olarak bilincin bilinçsiz İdealizmi olsun, isterse bilinçli bir yolda ilke olarak bildirilmiş ve saptanmış olsun, yalnızca tasarım biçimini ilgilendirir, ki buna göre bir içerik benimdir; bu biçim öznelliğin dizgesel İdealizminde nesnelliğin ya da realitenin biçimine karşı, o içeriğin dışsal belirli-Varlığının biçimine karşı biricik gerçek, dışlayıcı biçim olarak ileri sürülür. Böyle İdealizm biçimseldir, çünkü tasarımlamanın ya da düşünmenin içeriğini dikkate almaz. İçerik ki, tasarımIamada ya da düşünmede bütünüyle sonluluğu içinde kalabilir. Böyle İdealizm ile hiçbir şey yitirilmemiştir, çünkü bir yandan böyle sonlu içeriğin olgusallığı, sonluluk ile dolu belirli-Varlık saklanırken, öte yandan bunun soyutlanması ölçüsünde, o denli de böyle içeriğin kendinde hiçbir öneminin olmaması gerekir; ve onunla hiçbir şey kazanılmamış, çünkü hiçbir şey yitirilmemiştir, çünkü Ben, tasarım, Tin aynı sonluluk içeriği ile dolu kalır. Öznellik ve nesnellik biçimlerinin karşıtlığı hiç kuşkusuz sonlulukların bir karşıtlığıdır; ama içerik duyumda, sezgide ya da giderek daha soyut tasanın ya da düşünme öğesinde alındığında bile bir sonluluklar bolluğu kapsar ki, bunlar sözü edilen salt bir sonluluk kipinin, öznellik ve nesnellik biçiminin dışlanması ile yitmezler, ne de kendiliklerinden uzaklaşırlar.
_Leibniz'in tasarımlayan varlığı, Monad, özsel olarak ideal bir şeydir, yalnızca kendi içindir, kendi için bütünüyle kapalı evrendir. Atomizmde ideallik Kavramı yoktur.
_Bir, kendinde yalnızca vardır; hiçbir başkalaşıma yetenekli değildir; başkakasamazdır. Belirsizdir, belirsizliği belirliliktir. Saltık belirlenmişliktir. Bir ve Boşluk en yakın belirli-Varlığı içindeki kendi-için-Varlığı oluşturur. Birin kendi-için Varlığı gene de özsel olarak belirli-Varlığın ve başkasının idealliğidir. Bir kendini kendinden iter. Birin kendi ile olumsuz bağıntısı İtmedir. Bu itme böylece birçok Birin koyulması, ama Birin kendisi yoluyla koyulması olarak, Birin kendisinin kendi-dışına-çıkmasıdır. Başkası için değildirler, ama sonsuz olarak kendileri ile bağıntılıdırlar. Bir yalnızca kendini kendinden iter, öyleyse oluşmaz. Oluş, Varlıktan Yokluğa bir geçiştir.
_Kant'ın Uzay, Zamaan ve Özdeğin Bölünemezliği ve Sonsuz Bölünebilirliği antinomileri ya da çatışkıları, her zaman Eleştirel Felsefenin önemli bir bölümü olarak kalacaklardır. Bu, eski Metafiziğin devrilmesine yol açan başlıca etmeni oluştururlar
_Her Kavram kendi tikel antinomisini verebilir ve dolayısıyla ne kadar Kavram varsa o kadar çok antinomi kurulabilir.
_Kant, antinomilerin sofistik uydurmalar olmadıklarını, ama (Kant'ın anlatımı ile) usun zorunlu olarak çatması gereken çelişkiler olduklarını belirtir, ki önemli bir görüştür.
_Algı dünyasının sözde aşkınsal idealliği yoluyla elde edilen eleştirel çözümün sözde çatışmayı öznel bir şey yapmaktan başka hiçbir sonucu yoktur.
_Antinominin Savı Kant'ın sunuşuna göre şöyledir:"Evrendeki her bir bileşik töz yalın parçalardan oluşur, ve hiçbir yerde yalın olandan ya da onun bileşiği, olandan başka hiçbir şey varolmaz."
**************
**************
GİRİŞ
_Mantığın Genel Kavramı_
_Mantık, derin-düşünme biçimlerinden ya da düşünme kural ve yasalarından hiç birini var sayamaz, çünkü bunlar onun içeriğinin kendisinin bir bölümünü oluşturur ve ilkin onun içerisinde temellendirilmeleri gerekir. Kavramsal düşünme, özsel olarak onun içerisinde ele alınır; Mantığın kavramı kendini kendi sürecinde üretir ve bu nedenle üzerine önceden konuşulamaz.
_Mantık genel olarak düşünmenin bilimi olarak alındığında, bununla bu düşünmenin bir bilginin salt biçimini oluşturduğu, mantığın tüm içeriği soyutladığı ve bir bilgiye ait sözde ikinci bileşenin, özdeğin başka bir yerden alınması gerektiği, böylelikle bu özdeğin ondan baştan sona bağımsız olduğu, mantığın gerçek bilginin yalnızca biçimsel koşullarını verebileceği, ama olgusal gerçekliğin kendisini kapsayamayacağı, giderek olgusal gerçekliğe götüren bir yol bile olamayacağı, çünkü gerçekliğin sözcüğün tam anlamıyla özsel yanının, içeriğin onun dışında yattığı anlaşılır.
_Mantık, düşünmenin ve düşünme kurallarının onun nesnesi olması gerektiği için, onlarda doğrudan doğruya kendine özgü içeriğini bulur; onlarda bilginin o ikinci bileşenini, doğası ile kaygılandığı bir özdeği bulur.
_Bugüne dek Mantık Kavramı sıradan bilinçte ilk ve son olarak var sayılan bir bölünmeye, bilginin İçeriği ve Biçimi, ya da Gerçeklik ve Pekinlik arasındaki bölünmeye dayanmıştır. İlk olarak bilginin gerecinin hazır bir dünya olarak düşünmenin dışında kendinde ve kendi için bulunduğu, düşünmenin kendi başına boş olduğu ve bir biçim olarak dışarıdan o özdeğin üzerine eklendiği, böylelikle kendini doldurduğu, ve ilkin bu yolla bir içerik kazanarak gerçek bir bilme olduğu varsayılır. Gerçeklik, düşüncenin nesne ile bağdaşmasıdır, ve bu bağdaşmayı ortaya çıkarabilmek için düşüncenin kendini nesneye uyarlaması ve uydurması gerekir.
_Özdek ve biçim, nesne ve düşünme arasındaki türlülük, o bulutsu belirsizlik içinde bırakılmadığı, tersine daha belirli olarak alındığı zaman, her biri ötekinden ayrılmış bir alan olarak görülür. Düşünme buna göre gereci kabul edişinde ve biçimlendirişinde kendi ötesine gitmez, ama onu kabul edişi ve kendini ona uygun kılması kendi kendisinin bir değişkisi olarak kalır, böylelikle kendi başkası olmaz; ve dahası, özbilinçli belirleme yalnızca düşünmeye aittir; öyleyse nesne ile bağıntısında da kendi dışına çıkarak nesneye gitmez; nesne bir kendinde şey olarak salt düşünmenin bir öte-yanı olarak kalır.
_Öznenin ve nesnenin birbiri ile ilişkisi üzerine bu görüşler, sıradan görüngüsel bilincimizin doğasını oluşturan belirlenimleri anlatır; ama bu önyargılar sanki Usun içerisinde de aynı ilişki yer alıyormuş gibi, sanki bu ilişki kendinde ve kendi için gerçeklik taşıyormuş gibi Usun alanına getirildikleri zaman birer yanılgıdan başka bir şey değildirler ki, felsefe onların tinsel ve doğal evrenin tüm bölümleri boyunca yerine getirilen çürütülmesidir; ya da daha doğrusu, felsefeye girişi yasakladıkları için, felsefenin girişinde kendileri yadsınmalıdır.
_Eski metafizik bu bakımdan düşünce üzerine modern zamanlarda yürürlükte ve yaygın olandan daha yüksek bir kavram taşıyordu. Çünkü yalnızca düşünme yoluyla şeylerde ve şeylere ilişkin olarak bilinenin onlarda gerçekten gerçek olan olduğunu temel alıyor, böylelikle dolaysızlıkları içinde değil ama ilkin düşüncenin biçimine yükseltilmiş olarak, düşünülen şeyler olarak gerçeklik taşıdıklarını kabul ediyordu. Bu metafizik düşünmenin ve belirlenimlerinin nesnelere yabancı bir şey olmadığını, ama tersine onların özü olduğunu, ya da şeylerin ve onları düşünmenin (dilimizin de onların bir akrabalığını anlatması gibi) kendilerinde ve kendileri için bağdaşma içinde olduklarını, içkin belirlenimleri içindeki düşüncenin ve şeylerin gerçek doğalarının bir ve aynı içerik olduğunu savundu.
_Derin-düşünen Anlak, felsefeyi gasp etti. Gerçekliğin duyusal olgusallık üzerine dayandığı, düşüncelerin yalnızca düşünceler olduğu, ve bunun ilkin duyusal algının onlara içerik ve olgusallık vermesi anlamında böyle olduğu, usun kendinde ve kendi için kaldığı sürece yalnızca beynin kuruntularını ürettiği görüşünü dayatır. Usun bu kendini yadsıması üzerine gerçeklik kavramı yiter; us yalnızca öznel gerçekliği, yalnızca görüngüleri, yalnızca olgunun kendisinin doğasının karşılık düşmediği birşeyi bilmeye sınırlanır; bilme sanıya indirgenir
_İçgörü, onu çelişkiye düşürenin Us olduğunu sanma gibi bir yanlış anlamaya düşer; çelişkinin tam olarak Usun, Anlağın kısıtlamalarının üzerine yükselişi ve onların çözülüşü olduğunu anlamaz.
_Bilgi kendini yalnızca görüngülerin bilgisi olarak bildiği için, bunların doyumsuzluğu kabul edilir, ve gene de aynı zamanda sanki şeyleri kendilerinde olmasa da görüngü alanının içerisinde doğru olarak bilebilirmişiz, sanki orada bir bakıma yalnızca nesnelerin türü ayrıymış ve türlerden biri, kendilerinde şeyler değil ama öteki tür görüngüler bilginin alanına düşermiş gibi bir var sayımda bulunulur. Tıpkı bir insana doğru bir içgörü yükleniyormuş, ve bu gene de gerçek olanı değil ama yalnızca gerçek olmayanı görebilme gibi ek bir koşul ile veriliyormuş gibi. Bu ne denli saçma olursa olsun, gene de nesneyi kendinde olduğu gibi bilemeyen bir gerçek bilgi kadar saçma değildir.
_Aşkınsal İdealizmin daha tutarlı bir yolda geliştirilmesi Eleştirel Felsefenin kalıt bıraktığı kendinde-Şey hayaletinin, tüm içerikten ayrılmış bu soyut gölgenin hiçliğini tanımış ve onu bütünüyle yok etmeyi amaçlamıştır. Bu felsefe Usun belirlenimlerini kendi içinden sergilemesine izin veren bir başlangıcı da yapmıştır. Ama bu girişimin yola çıkışındaki öznel tutum onun tamamlamasına izin vermemiştir. Daha sonra bu tutumdan ve onunla birlikte o başlangıçtan ve arı bilimin geliştirilmesinden de vazgeçilmiştir.
_Bilinç, kendisinin ve nesnesinin ilk dolaysız karşıtlığından saltık bilme noktasına dek ileriye devimi içinde betimlemiştim. Bu yol bilincin nesne ile ilişkisinin tüm biçimlerinin içerisinden geçer ve Bilim Kavramını sonucu olarak alır.
_Bilim Kavramının sıradan uslamlama yoluyla temellendirilmesi ya da durulaştırılması en çoğundan Kavramın, tasarımın önüne getirilmesine ve onunla tarihsel bir tanışıklığın ortaya çıkarılmasına izin verir; ama Bilimin, ya da daha tam olarak Mantığın bir tanımı tanıtlanmasını yalnızca üretilişinin o zorunluğunda bulur.
_Anaxagoras: “Nous, Düşünce evrenin ilkesidir; evrenin özü Düşünce olarak belirlenecektir.” düşüncesini ilk bildiren olarak övülür. Böylelikle evrenin entellektüel bir göriişü için temeli atrnıştır ki, bu görüşün arı şekli Mantık olmalıdır. Mantıkta düşünmenin dışında kendi başına temelde yatan bir şey üzerine düşünme ile ilgilenmeyiz, ne de gerçekliğin salt ayırmaçlarını vermeleri gereken biçimler ile ilgileniriz; tersine, düşünmenin zorunlu biçimleri ve kendi belirlenimleri İçerik ve en yüksek Gerçekliğin kendisidir.
**************
_Nitelik(Belirlilik)_
_Varlık, belirsiz dolaysızdır; belirliliğe karşı da belirlilikten özgürdür. Belirsiz olduğu için, niteliksiz Varlıktır. Varlığın karşısına belirli Varlık çıkar ve böylelikle Varlığın belirsizliğinin kendisi onun Niteliğini oluşturur.
_Varlık_
_Varlık, Arı belirsizlik ve boşluktur. - Eğer burada sezmeden söz edilebilirse, onda sezilecek hiçbir şey yoktur; ya da salt bu arı, boş sezmenin kendisidir. Ne de onda düşünülebilecek bir şey vardır, ya da eşit ölçüde yalnızca bu boş düşünmedir. Varlık, bu belirsiz dolaysız, gerçekte Yokluktur ve Yokluktan ne daha çoğu ne de daha azıdır. Belirsiz dolaysızlığında yalnızca kendine eşittir ve başkasına karşı da eşitsiz değildir.
_Yokluk_
_Yokluk, arı Yokluk; kendi ile yalın eşitliktir, tam boşluktur, belirlenimsizlik ve içeriksizliktir; kendi içinde ayrımlaşmamışlıktır. Burada sezme ya da düşünme söz konusu edilebildiği ölçüde, bir şeyin mi yoksa hiçbir şeyin mi sezildiği ya da düşünüldüğü arasında bir aynın vardır. Öyleyse hiçbir şeyi sezmenin ya da düşünmenin bir anlamı vardır; ikisi ayırt edilir, böylece Yokluk bizim sezmemizde ya da düşünmemizde vardır; ya da daha doğrusu boş sezmenin ve düşünmenin kendisidir ve arı Varlık ile aynı boş sezme ya da düşünmedir. Yokluk böylelikle arı Varlık olanla aynı belirlenim ya da daha doğrusu belirlenimsizlik ve öyleyse bütününde aynıdır.
_Oluş_
_Varlığın ve Yokluğun Birliği_
_Öyleyse arı Varlık ve arı Yokluk aynıdır. Gerçeklik olan ne Varlık ne de Yokluk, ama Varlığın Yokluğa ve Yokluğun Varlığa geçmiş olmasıdır - geçmesi değil. Her birinin karşıtında yitmesidir. Gerçeklikleri öyleyse birinin ötekinde bu dolaysız yitiş devimidir: Oluş; bir devim ki, onda ikisi ayırdedilirler.
_Not 1 - Varlık ve Yokluğun Sıradan Düşünmedeki Karşıtlığı_
_Yokluk genellikle Bir şey ile karşıtlık içinde alınır; ama Bir şey daha şimdiden belirli olarak vardır ki, kendini başka Bir şeyden ayırt eder; böylece Bir şeye karşıt olan Yokluk o denli de herhangi Bir şeyin Yokluğudur, belirli bir Yokluktur.
_Yalın arı Varlık düşüncesi ilkin Eleatikler tarafından, ve öncelikle Parmenides tarafından Saltık olarak ve biricik Gerçeklik olarak bildirilmiş, ve ondan kalan fragmanlarda kendini ilk kez saltık soyutlaması içinde ayrımsayan düşüncenin katıksız coşkusu ile anlatılmıştır: Yalnızca Varlık vardır, ve Yokluk hiçbir biçimde yoktur. - Bilindiği gibi, Doğunun dizgelerinde, özsel olarak Budizm'de Yokluk, Boşluk saltık ilkedir. – Derin kavrayışlı Herakleitos o yalın ve tek-yanlı soyutlamanın karşısına daha yüksek bütünsel Oluş Kavramını çıkararak şöyle dedi: Varlık ancak Yokluk kadar vardır, ya da: Her şey akıştadır, ki Her şey Oluştur demektir. Halksal, özellikle Doğuya özgü özdeyişler - örneğin, Var olan her şey yitişinin tohumunu, doğuşunun kendisinde taşır, ve evrik olarak, Ölüm yeni bir yaşama giriştir - temelde Varlığın ve Yokluğun aynı birleşmesini anlatırlar. Ama bu anlatımların bir dayanağı vardır ki, geçiş onda olur.
_Yokluktan Yokluk olur, Yokluk yalnızca Yokluktur'' önermesi kendine özgü önemini genel olarak Oluşa ve dolayısıyla ayrıca dünyanın Yokluktan yaratılışına karşıtlığı yoluyla taşır. ''Yokluk yalnızca Yokluktur" önermesini ileri sürenler, giderek bunu heyecanla yapanlar onunla Eleatiklerin soyut kamutanncılığını, ve olgunun özü açısından Spinoza'nın kamutanrıcılığını doğruladıklarının bilinçsizidirler. "Varlık salt Varlıktır, Yokluk salt Yokluktur" önermesini ilke alan felsefi görüş özdeşlik-dizgesi adını hak eder; bu soyut özdeşlik kamutanrıcılığın özüdür.
_Eğer Varlık ve Yokluğun aynı oldukları sonucu kendi için şaşırtıcı ya da paradoksal görünüyorsa, o zaman bu burada daha öte dikkate alınmayacaktır; tersine, kendini felsefede böylesine toy gösteren ve bu bilimde sıradan bilinçte ve o sözde sağduyuda olduğundan bütünüyle başka belirlenimlerin bulunduğunu unutan o şaşkınlığa şaşırmak gerekir - bir sağduyu, bir anlama yetisi ki, kesinlikle sağlam anlama değil, ama daha çok soyutlamalara dek ve soyutlamalara duyulan inanca ya da daha doğrusu boşinanca dek eğitilmiş anlamadır. Varlık ve Yokluğun bu birliğini her örnekte, her edimsel şeyde ya da düşüncede göstermek güç olmayacaktır. Ne gökte ne de yerde hiçbir yerde her ikisini de, Varlığı olduğu gibi Yokluğu da kendi içinde kapsamayan hiçbir şey yoktur. Hiç kuşkusuz, burada herhangi bir şey, edimsel bir şey söz konusu olduğu için, bunda o belirlenimler bundan böyle Varlık ve Yokluk olarak o tam gerçeklik yoksunlukları içinde bulunmazlar, tersine, daha öte bir belirlenim içindedirler ve örneğin olumlu ve olumsuz olarak ayrımsanırlar - birincisi koyulmuş, yansımış Varlık, ikincisi koyulmuş, yansımış Yokluk olarak; ama olumlu kendi soyut temeli olarak Varlığı, olumsuz ise Yokluğu kapsar. - Böylece Tanrının kendisinde Nitelik, Etkinlik, Yaratış, Güç vb. özsel olarak olumsuzun belirlenimini kapsarlar: Bir başkasının üretilişidirler. Varlık ve Yokluğun bu birliği bundan böyle ilk gerçeklik olarak geri alınmamacasına temelde yattığı ve izleyen her şeyin öğesini oluşturduğu için, Oluş dışındaki tüm daha öte mantıksal belirlenimler, belirli-Varlık, Nitelik, genel olarak felsefenin tüm Kavramlan, bu birliğin örnekleridirler. - Ama kendine sağlam diyen sıradan insan anlağına, Varlığın ve Yokluğun ayrılamazlığını yadsıdığı düzeye dek, birini ötekinden ayrı olarak kapsayan bir örnek bulma görevi verilebilir. Bu ayrılmış olanlar yalnızca boş düşünce-şeyler, Varlık ve Yokluğun kendileridirler, ve o anlak tarafından gerçekliğe karşı, ikisinin her yerde önümüzde olan ayrılmazlıklarına karşı yeğlenen şeyler onlardır.
_Mantıksal önerme durumunda sıradan bilincin içine düşeceği karışıklıklar vardır. Böyle bir karışıklığın başka birçok zemininden biri de bilincin soyut mantıksal önermeye somut Bir şeyin tasanmlannı getirmesi ve söz konusu olanın böyle somut Bir şey değil, ama yalnızca arı Varlık ve Yokluk soyutlamaları olduğunu ve yalnızca bunlara sarılmak gerektiğini unutmasıdır.
_Önerme, arı Varlık ve Yokluk soyutlamalarını kapsar; uygulama ise onlardan belirli bir Varlık ve belirli bir Yokluk yapar.
_Bütünün karşılıklı olarak belirleyen bağlantısı açısından metafizik şu - temelde totolojik - önermeyi ileri sürebiliyordu: Eğer tek bir zerrecik yok edilecek olsaydı, bütün evren çökerdi. Söz konusu önermeye karşı getirilen örneklerde bir şey kendi olup olmamasına karşı ilgisiz görünmez, ama Varlıktan ya da olumsuz-Varlıktan ötürü değil, onu başkası ile bir araya bağlayan içeriğinden ötürü.
_Kant'ın eleştirisinde, olanaklı olan edimsel olandan daha çoğunu kapsamaz; yüz edimsel Taler yüz olanaklı Talerden en küçük bir fazlasını kapsamaz. "Ama," diye anımsatır Kant, "servet durumum söz konusu olduğunda, yüz edimsel Talerde onun salt kavramında olduğundan daha çoğu vardır. Çünkü ne edimsellikte yalnızca kavramımda analitik olarak kapsanmaz, tersine kavramıma sentetik olarak eklenir, ama kavramımın dışındaki bu Varlık yoluyla düşüncedeki bu yüz Talerin kendisi en küçük bir biçimde anmaksızın."
_Varlık ve Yokluk soyutlamalarının her ikisi de belirli bir içerik kazandıklarında soyutlamalar olmaya son verirler; Varlık o zaman olgusallık, 100 Talerin belirli Varlığı, ve Yokluk olumsuzlama, 100 Talerin belirli olumsuz-Varlığıdır.
_Kant'ın anlattığı gibi, böylece "Var oluşu yoluyla bir şey toplu deneyimin bağlamına girer," "bu yolla ek bir algı nesnesi daha elde ederiz, ama bu yolla o nesneye ilişkin kavramımız artmış olmaz." - Bu, açıklamamızdan ortaya çıktığı gibi, şunu demeye varır: Bir şey belirli Var oluş olduğu için, Var oluş yoluyla özsel olarak başkaları ile ve bunların arasında bir de algılayan bir özne ile bağlantı içindedir. Yüz Taler Kavramı, der Kant, algı yoluyla arttırılmaz. Kavram burada daha önce belirtildiği gibi yalıtılmış olarak tasarımlanan yüz Taler demektir. Bu yalıtılmış yolda bu yüz Taler hiç kuşkusuz görgül bir içeriktir, ama kopuk, başkaları ile hiçbir bağlantı ve başkalarına karşı hiçbir belirlilik olmaksızın; kendi ile özdeşlik biçimi onları başkası ile bağıntıdan sıyırır ve algılanıp algılanmamalanna karşı ilgisizleştirir. Ama bu sözde yüz Taler kavramı düzmece bir kavramdır; kendi ile yalın bağıntı biçimi böyle sınırlı ve sonlu bir içeriğin kendisine ait değildir; bu ona öznel anlak tarafından eklenmiş ve ödünç alınmış bir biçimdir; yüz Taler kendi ile bağıntılı bir şey değil ama başkalaşabilir ve geçici bir şeydir.
_Parmenides ki, kendi tasarımını ve böylelikle ayrıca geleceğin de tasarımını arı düşünceye, genel olarak Varlığa durulaştırmış ve yükseltmiş ve böylelikle bilimin öğesini yaratmıştır. - Bilimde ilk olanın kendini tarihsel olarak da ilk olarak göstermesi gerekirdi. Ve Eleatik Biri ya da Varlığı düşüncenin bilmesinde ilk adım olarak görmeliyiz; Su ve bu türden özdeksel ilkelerin hiç kuşkusuz birer evrensel olmaları gerekir, ama özdekler olarak arı düşünceler değildirler; ve Sayı ise ilk yalın ya da kendi içinde kalıcı düşünce değil, ama kendine bütünüyle dışsal düşüncedir.
_Tikel sonlu Varlıktan bütün bir soyut evrenselliği içindeki Varlık olarak Varlığa geri gönderme en ilk kuramsal istem olduğu gibi en ilk kılgısal istem olarak da görülecektir. Örneğin yüz Taler söz konusu olduğunda ona iye olmamın ya da olmamamın servet durumumda bir değişiklik yapıp yapmadığı konusunda, daha da ötesi, benim olmam ya da olmamam, başka bir şeyin olması ya da olmaması gibi noktalar üzerine gürültü patırtı kopanldığı zaman, kendimize anımsatabiliriz ki, insanın kendini duygusal tutumunda öyle bir soyut evrenselliğe yükseltmesi gerekir ki, onda gerçekte serveti ile nicel ilişkisi ne olursa olsun yüz Taler gibi bir şeyin olması ya da olmaması onun için ilgisiz bir sorun olmalıdır, tıpkı kendisinin olup olmamasının, sonlu yaşamda olup olmamasının vb. ilgisiz bir sorun olması gerektiği gibi ve bir Hıristiyan kendinde bu ilgisizliğin çok daha fazlasını bulmalıdır.
_Not 2 - Varlık ve Yokluğun Birliği, Özdeştiği, Anlatımının Kusuru_66
_Sonluluk_
_Bir şey ve Başkası; ilkin birbirlerine karşı ilgisizdirler; bir Başkası da dolaysızca bir belirli-Varlık, bir Bir şeydir; Olumsuzlama böylece ikisinin de dışına düşer. Bir şey kendinde kendi başkası-için-Varlığına karşıdır. Ama belirlilik onun Kendindesine de aittir ve onun belirlinimidir ki, eşit ölçüde Yapıya geçer; bu, belirlenim ile özdeş olarak, içkin ve aynı zamanda olumsuzlanmış başkası-için-Varlığı, Bir şeyin Sınırını oluşturur ki Bir şeyin kendisinin içkin belirlenimidir ve Bir şey böylece Sonlu olandır. Belirli-Varlığın kıpıları, Nitelik ve Bir şeydir; bu nedenle eşit ölçüde olumlu belirlenimlerdir.
_Bir şey ve Başkası ikisi de ilkin birer belirli-Varlık ya da Bir şeydir. İkinci olarak, her biri eşit ölçüde bir Başkasıdır. Hangisine ilk olarak ve salt bu nedenle Bir şey deneceği ilgisizdir. A da eşit ölçüde B 'nin Başkasıdır.
_Bir şeyin bir Niteliği vardır ve onda yalnızca belirli değil, ama sınırlıdır; Niteliği Sınırıdır ki, onunla yüklü olarak ilkin olumlu, dingin belirli-Varlık olarak kalır. Ama bu Olumsuzlama açınır, öyle ki belirli-Varlığı ve bunun içkin Sınırı olarak Olumsuzlama arasındaki karşıtlığın kendisi Bir şeyin kendi-içinde-Varlığıdır ve bu böylelikle kendisinde yalnızca Oluştur, Bir şeyin Sonluluğunu oluşturur.
_Şeylere ilişkin olarak onlann sonlu olduklannı söylerken bununla onların yalnızca bir belirlilik taşıdıklarını değil, Niteliğin yalnızca Olgusallık ve kendinde-var-olan belirlenim olduğunu değil, sonlu şeylerin salt sınırlı olduklarını değil - ki böyle olarak Sınırlarının dışında henüz belirli-Varlıkları olacaktır - ama tersine olumsuz-Varlığın onların doğası olduğunu, Varlıklarını oluşturduğunu anlanz. Sonlu olan genel olarak Bir şey gibi yalnızca değişmekle kalmaz ama yitip gider. Tersine, genel olarak sonlu şeylerin Varlıklan yitip gitmenin tohumunu kendi-içinde-Varlıklan olarak taşımaktır; doğum saatleri ölüm saatleridir.
_Sonluluğun Dolaysızlığı_
_Şeylerin Sonluluğu üzerine düşünce bu hüznü kendisi ile birlikte getirir, çünkü Sonluluk doruğa itilmiş nitel olumsuzlamadır, ve böyle belirlenimin yalınlığında bundan böyle şeylere yok olma belirlenimlerinden ayn bir olumlu Varlık kalmaz. Yokluğun ve yitip gitmenin Varlığa karşı soyut karşıtlığına geri dönen Olumsuzlamanın bu nitel yalınlığından ötürü, Sonluluk anlağın en dik kafalı kategorisidir.
_Geçicilikleri yalnızca kendi Başkalarında, olumlu olanda yitip gidebilir; böylece Sonlulukları onlardan ayrılır; ama bu onların değişmez, onların Başkalarına, olumlularına geçmeyen Nitelikleridir; büylece ilksiz-sonsuzdur.
_Sonlu sınırlı olandır, geçici olandır.
_Kesin önesürüm Sonlunun Sonsuz ile uzlaşmaz ve birleşmez olduğu, Sonlunun Sonsuza saltık olarak karşıt olduğudur. Sonsuza Varlık, saltık Varlık yüklenir; böylece ona karşı Sonlunun sıkı sıkıya onun olumsuzu olarak tutulması sürdürülür; Sonsuz ile birleşemeyerek, saltık olarak kendi yanında kalır; olumlu olandan, Sonsuzdan olumlama kazanacak, ve böylece yitip gidecektir; oysa Sonsuz ile bir birleşme olanaksız olduğu bildirilen şeydir. Eğer Sonlu olumluda yitip gitmeyecek, ama Sonu Yokluk olarak kavranacaksa, o zaman yine o ilk, soyut, kendisi çoktandır yitip gitmiş olan Yoklukta kalmış oluruz.
_Gene de yalnızca Yokluk olması gereken ve aynı zamanda kendisine düşüncede, tasarımda ya da konuşmada bir var oluş yüklenen bu Yoklukta yukarıda Sonlunun durumunda belirtilmiş olan aynı çelişki yer alır, ama o ilk Yokluk durumunda yalnızca yer alırken, Sonlulukta ise kesinlikle vardır.
**************
Devamı yorumda