Gönderi

sanayi devrimi
Ulusların eşitsizliği. - İkinci soruya gelince: Kendimizi XVIII. yüzyılda hayal edersek, kişi başına üretim açısından baktığımızda, belli başlı ülke grupları (Batı Avrupa, İslam, Hint, Çin, Japonya) birbirine çok yakın bir ekonomik düzeyde bulunduklarından, bu gelişmelerin niçin bazı ülkelerde ya da bazı uygarlıklarda meydana gelip de diğerlerinde meydana gelmediği sorusu sorulmayı fazlasıyla hak eder. Özellikle, bir araya geldiklerinde Avrupa'daki sanayi devrimini başlatmış olan bazı uygulama, ürün ya da yöntemleri Araplar'ın ve Çinliler'in uzun süredir icat etmiş olduklarını belirtebiliriz. Dolayısıyla, nasıl oldu da bu halklar bir anlamda oldukları yerde kalırken, Batı Avrupa kendi üretim aygıtı içinde, ama aynı zamanda da toplumsal ilişkiler içindeki insanların -gündelik yaşamın maddi görevleriyle karşı karşıya gelen insanların- zihniyet ve tavırlarında gerçek bir dönüşüme sahne olabildi? Bu tür soruların elbette kesin ve belirli bir cevabı yoktur. Yine de, bazı varsayımlarda bulunabiliriz. D. Landes (1998) tarafından dâhice analiz edilmiş olan Çin örneğini alırsak, kâğıt imalatı, saatçilik, matbaa, barutun icadı, gemi yapımı, hatta-XII. yüzyıl tarihli Çin belgelerinde pusula kullanımının izine rastlandığından gemicilik gibi önemli alanlarda Avrupalılar'ı geride bıraktığını saptamak önemlidir. Bu durumda, Çin uygarlığının tüm bu alanlarda niçin Avrupa'nın gerisinde kaldığı sorusunu sorabiliriz. Belirtilen alanların her birinde bu sorunun olası bir açıklaması vardır. Genel anlamda, bu yenilikler incelendiğinde, büyük ölçüde, bunların işletme yükünden, hantal ve karmaşık bir imparatorluk idaresinin varlığından, gerçek bir pazar sisteminin ve mülkiyet haklarının yokluğundan kaynaklanan engellere çarptığı sonucu çıkar. Bir yandansa, Avrupalılar'ı kendi evlerinde bulamayacaklarını bildikleri şeyi Doğu'da aramaya itmiş olan motivasyon, elbette, Çin örneğinde yoktu. Özellikle de Çinliler kendi imparatorluklarını dünyanın merkezi olarak kabul ediyorlardı ve dışarıda olup bitene karşı en ufak bir merak duymuyorlardı. Ekonomik durgunluğun koşulları böylece bir araya gelmiş oluyordu. İslam örneği de bu denli eğiticidir. Araplar bilimlerde, felsefede, tıpta VIII. yüzyıldan XII. yüzyıla dek egemen olmuşlardı. İber Yarımadası'nda fethettikleri bölgeleri son derece uygar, hatta rafine kılmışlardı. Buralarda sanatlar, ticaret, düşünce disiplinleri gelişip serpilmişti. Araplar XI. yüzyıla dek İspanya'da çok zengin bir kültürel mübadele ortamı kurdular. Öyle ki, Hıristiyanların kendi Yunan miraslarının bir bölümüyle yeniden ilişki kurmaları Araplar sayesinde mümkün oldu. Bütün bunlar fazlasıyla umut vericiydi, ama özellikle XI. yüzyılda bilimsel ve dinsel öğretileri ellerine alanlar İslam'ın yaratıcı yetenek ve gücünü aniden kuruttular. Batı'nın kültürel katkıları karşısında redde kadar varan büyük bir küçümseme sergilediler. İslami dünyanın uzun süren ekonomik çöküşünün kökeninde kendi içine bu kapanış yatmaktadır. Dolayısıyla, Çin için olduğu gibi İslam için de bu iki parlak uygarlığın durgunluğuna yol açmış olan şeyin dışarıyla ilişkinin reddi olduğunu ileri sürebiliriz. Avrupa'da eşi görülmemiş bir yayılmayı başlatmış olansa, tersine, macera ruhu ve dışa açılmadır. Ayrıca, bu açılmanın Rönesans'ın hümanizmasıyla birlikte başladığını da belirtebiliriz, çünkü Hıristiyanlar bu şekilde Antikçağ'ın edebi, felsefi, sanatsal büyük yaratılarıyla -bunları kilise dogmalarından ayıran her şeye rağmen- yeniden temasa geçebilmişlerdi. Özgür araştırma ruhuna ve, sonuç olarak, felsefi düşüncenin gelişimine ve bilimlerin atılımına son derece elverişli olan, dünyevilikle maneviyat arasındaki bu ayrımın Avrupa'da ortaya çıktığını da yukarıdaki düşüncelere eklemek gerekir elbette.
·
32 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.