Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bir Yudum Kitap
Bazen, bazı şeyler eksik kalır. Öyledir. Bununla dövüşmeye lüzum yoktur ve yalnızca bizim başımıza gelmiyordur. Uyurkulak, "Hep yarım kaldım, hiç tam doymadım, tam bağırmadım, tam dokunmadım." der ve ekler: "Ruhuma bir hayat yakıştıramadım." Olur böyle şeyleramazan. . Ne doymak ne bağırmak ne de dokunmak için geç. Murat Uyurkulak - Har April Yayıncılık, s.163-165 Otuzbeş ki, hiç gülmez bir mendebur, bir ahlaksız, bir edepsiz, bir öküz olana dek ne çok iyilikle yaşadı. Bir zamanlar ne ince ayrıntıları fark eder, görür ve bilirdi. "Yüzlerden bir an gelip geçen sıkıntı gölgelerini", "bazı kadınların kederlendiklerinde dudak uçlarının çocuksu bir edayla kıvrıldığını", "bazı adamların güçlü çenelerinin sağlam karakterlerine delalet olduğunu", "pencereden süzülen hafif esintinin insanı utançla sevinç kanşımı bir hisse gark edip asude bir maziye havale ettiğini"... Ne kadar edebi zırvalık, dandik palavra varsa, o hepsini kızıl isilikler misali ruhunda taşırdı. Midesinde, her an gözyaşlan halinde yağacakmış gibi nemli bir peklikle, kalbinde her an taşacakmış gibi kaygan bir buruşmayla, ense kökünde her an gıdıklayıp güldürecekmiş gibi serin bir vaat duygusuyla gezinirdi ortalıkta. Lâkin artık her şey mermer ona... Girintisiz çıkıntısız, dümdüz, ferah... Kendi gibi kalın artık ve pek kötü, ne mutlu ona... Çünkü bulunduğu her yer hapishanesidir Otuzbeş'in. Üzerine üzerine gelen o irili ufaklı nesnelere, elli kollu insanlara başka nasıl karşı koyabilir? O ki bu koca gövdeyle ne zaman bir yere sabitlense, kuşatılır. Kül tablaları, yiyecek paketleri, gazeteler, minderler, çatallar, kaşıklar, bardaklar tarafından... En beteri, gövdesine değecek kadar yakınına sokulan gövdeler... Bir süre sonra daralmaya başlar yeri. Kendisini, kocaman bir karın misali içeri çekmeyi dener, nafile. Nesneler kendi kendilerine ait oldukları yere gitmezler, kendi kendilerini çöpe atmazlar. Gövdelerse uzakta durmayı bilmezler... Bazen, bir umutla, içinde yaşayan canlının sağlam ve zinde bacaklara sahip olduğunu hayal eder. Uygun bir anda, sözgelimi derin bir sarhoşluk anında, gövdesinden kurtulup ışık hızıyla koşmaya başlayacağını sanır. O böyle firar edince geriye kalan kılıf, boş bir çuval gibi yığılacaktır yere, bir anda kanşacaktır toprağa, havaya, salona... Salonun duvarlarında silme nadide afişler. İsteyene kare kare anlatırdı afişlerdeki filmleri, şimdi unuttu hepsini. Aralarına heyecanla asmış kendi filminin afişini, indiremiyor bir türlü, zaten onu da unuttu. Yıllardır okumayı değil, tozunu almayı tercih ettiği kitaplarla dolu beş kitaplık. Artık eline alıp kapaklarını açmaya başladı, okuyacak da belki, yapacak başka şeyi yok, okumak mağlupların işi. Babasının evinden sadece şu antika çalışma masasıyla antika sandalyesini aldı. Zürafa masa lambasının ampulü patlak aylardır, yanındaki kâğıtları kalemler değil, zaman kirletmiş. Uçları kıvrılmış, kenarları sararmış. Masanın diğer yanında bilgisayar, çalışıp çalışmadığından bile emin değil. Cennet hücresi: Kanepe. Gardiyanı: Televizyon. Hücre duvarına attığı çentikler: Otuz beşlik rakı şişeleri. Ve ranza arkadaşı: Sehpa... Sehpanın üzerinde fi tarihinden bir gazete, gazetenin yanında yarısı yenmiş, kurtlanmış bir tost. Nasıl da bitirememiş? 0 ki bunu iki lokmada yutar normalde. Boş bir şişe, gazozu bitirmiş. Bir kaset kapağı, içi yoktur garanti, içlerin de kapağı yoktur, tıpkı kendisi gibi. Gazeteyi kaldırıp altına bakıyor. Çürük raporu... "Aşırı kilo sebebiyle askerlikten geçici olarak muaf tutulmasına, her yıl askeri hastanede durumunun yoklanmasına..." Askerlikten yırtmayı ne kadar mühim addetmiş ki, hâlâ sehpada tutuyor bu belgeyi. Yoklamaya gideni ara ki bulasın. Raporun yanında bir dergi, parlak ve popüler olanlanndan, Otuzbeş'in filmine tam beş sayfa ayırmıştı, "Milli Sinema Tarihinin En Büyük Fiyaskosu" başlığıyla. Başlığın altında kısa bir sunuş yazısı: "Sinema âleminden bildik, fakat silik bir montajcının, muazzam bir bütçeyle ve büyük bir iddiayla aniden ortaya çıkışı herkesi şaşırttı önce. Kenarda köşede kalmış bir kabiliyetin patlamasına mı tanık olacaktık? Yıllarca film karelerini kesip yapıştırmış bir sinema emekçisi, bize yerli bir rezervuar mucizesi mi yaşatacaktı? Görkemli bir basın toplantısıyla vurulan ilk klaketten, her dakikası basının kuşatmasında geçen çekimlerin bitimine dek herkes nasıl bir filmin ortaya çıkacağını merak ediyordu ve bunca tantananın ardından film daha gala gecesinde çöktü. Evet, yaşanan bir mucizeydi, ama tam ters tarafından..."
·
16 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.